En güzel Çorum türküsü.....
Bir gün köklerimi aramak için Çorum yollarına düşeceğim, kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi..
Annem; ananemin ailesiyle birlikte, Yunanistan'dan bindikleri geminin onları Samsun'a bıraktığını, oradan akrabaları ile birlikte Merzifon'a gönderildiklerini, bir kısmının orada kaldığını, diğerlerinin ananemlerde dahil, Çorum Sungurlu'ya yürüyerek geldiklerini anlatırdı. Çorum Sungurlu mübadil listelerini arşivlerde bulduktan sonra bizimkilerin iskân edildikleri yerin o zamanlar Sungurlu'ya bağlı Çarşıdere köyü olduğu netlik kazandı. O dakikadan itibaren içimde yeşeren "gidip görmeliyim" duygusu bütün benliğimi yavaş yavaş ele geçirdi. Birkaç hafta sonra bir pazar günü maceralı Çorum seyahatimiz başladı. Çorum yol maceramızı BURADA (yazının üstüne tıklarsanız o yazımı okuyabilirsiniz.) anlatmıştım.
O gün bayağı maceralı bir seyahat sonrası 1640 rakımlı Aygar dağının zirvesinde bulunan Çarşıdere'ye vardık. İnanın köye indiğimizde hepimizin başı yükseklikten fırıl fırıl dönüyordu. İlk izlenimimiz, iki vadi arasında yemyeşil bir köy.....girişte terk edilmiş bir köy okulu ve yanı başında iki katlı bir bina bizi karşıladı.Geldik ama nereye gideceğimizi ne yapacağımızı bilemiyoruz. Perdeli giriş kattaki evin kapısını çalmaya karar verdik. Okul bahçesinde kocaman bir inek sakin sakin otluyor. Arada dönüp bize bakıyor, tekrar ot yemeye başlıyor. Biz yakından inek görmemiş şehirliler, korka korka ineği göz hapsinde tutarak eve yanaştık ve zilini çaldık.Evde kimse yok. Etrafa bakınırken biri bize doğru yanaştı ve
-hoş geldiniz dedi ben köyün imamıyım, burası da benim evim...Kim için geldiniz buraya?
Ben Ankara'dan geldiğimizi, Ananem ve ailesinin Selanik'ten bu köye geldiklerini, eğer köyde kaldıysa eski evlere bakmak, büyük ihtimal eski kilise olan camiyi gezmek ( ya kiliseler camiye ya da camiler kiliseye dönüşür. O toprakların kimin eline geçtiğine bağlı) köyü ve köylüleri tanımak istediğimiz söyledim. Aklıma hiç gelmemişti o gün orada Yunanistan Selanik doğumlu, mübadeleyi 3-4 yaşlarında yaşayan ve geçmişe ait hiçbir anısını unutmayan Cemile nine ile karşılaşacağım........
-Tamam dedi imam, ben sizi gezdiririm. Burada yaşayan birkaç mübadil aile var. Sizi onlarla da tanıştırırım.
Arnavut kaldırımlı köyün içinde yürümeye başladık..Yemyeşil, köy evleri ağaçların arasında kaybolmuş, evlerinin önünden şırıl şırıl küçücük bir dere akan, kuşların cıvıldadığı sakin- sakin- sakin bir köy.....İlk camiye uğradık. Bahçesinde top top leylakların o mis gibi baygın kokusu, zaten temiz havadan serseme dönen bizi iyice sersemletti. Caminin, kilise olan ilk halinden eser yok.Yenilenmiş. Sadece dış görüntüsü değişmemiş. İmama, o döneme ait hiçbir şey kalmadı mı? diye sordum. Yok dedi. Kalan hiçbir şey yok.
Ardından köyün içinde gezmeye başladık. İmam bize Selanik'ten gelenlerin zamanla buranın iklimine alışamayıp, köyü terk ettiklerini boşalan köyün, sonrasında Malatya'dan göçen vatandaşların yerleştirildiğini anlattı. Mübadil bir ailenin evine gittik.Evdeki büyük anne Yunanistan doğumlu fakat alzaymır hastası hiçbir şey hatırlamıyor.
-Biraz aşağıda bir de Cemile nine var dedi ona götüreyim sizi.....
tamam dedik, hadi gidelim..
köyün kıvrımlı yollarından aşağı doğru indik, kapısının önünden dere geçen bahçesi ağaçlıklı iki katlı bir evin önünde durduk...
İmam içeri size "Tanrı misafiri" getirdim diyerek seslendi..Balkona çıkan bir kadın yukarı gelsinler diye karşılık verdi. Tahta merdivenlerin gıcırtısı ile yukarı çıktık.
-Buyur ettiler oradaki yer minderlerini işaret ederek, dimdik oturan nenenin yanına sıra sıra oturduk.
-neden geldiğimizi anlatan kısa bir girişten sonra, oğlu işte annem dedi. 96 yaşında Selanik-Cuma köy doğumlu, kulakları ağır işitir, bağırmanız lazım, fakat aklı zehir gibidir, en ufak bir olayı dahi hatırlar. Hatta Selanik gelirken ve geldikten sonra hikayelerini bize anlatırdı da biz anam yine başladı derdik,pek ciddiye alıp dinlemezdik. Şimdi sizi görünce biz naptık? dedim kendi kendime....koca bir tarihi dinlemeden büyüdük, farkına varamadık, değerini bilemedik şimdiye kadar anamızın.....
Keşke geçen sene gelseydiniz, babam o da Selanik doğumluydu, o kadar çok anlatırdı ki oraları, arkasından da ağlamaya başlardı, sizi görse benim melmeketli gelmiş diye o kadar çok sevinirdi ki! dedi ve dolu dolu olan gözlerini çevirdi.
Biz oğluyla konuşurken, dimdik oturan Cemile nine gözlerini dikmiş, bize gülümsüyordu. Bu arada söylemek isterim; Rumeli kadını kaç yaşına gelirse gelsin bir duruşu vardır. O yüzden "Rumeli kadını rütbe gibidir durup durup selam veresin gelir" derler. Öyle bir endamla yanımda oturuyordu 96'lık Cemile Nine..... Kulağına doğru eğildim, bağırarak
-Cemile nine ben seni görmek için Ankara'dan geldim. Selanikliyim bende dedim....
Nine ağlamaya başladı, yemenisinin kenarıyla göz yaşlarını siliyordu bir taraftan da.... herkes bir anda sustu, hani herkes aynı anda susunca " biri daha öldü, bunun adı ölüm sessizliği" derler ya! işte öyle bir şey.....
-Neden daha önce gelmedin dedi? Hep söyledim benim çocuklara birgün biri gelip, beni bulacak diye..inanmazlardı bana, gülerlerdi... Kocam vardı, görümcemler vardı..onlar hep sana anlatırdı oraları...benim bildiğim çok az, anamın anlattığı kadarını biliyorum, küçükmüşüm ben...ama onlar gençmiş her şeyi hatırlarız biz derlerdi.....
-Napalım nene? yetişedim onlara işte dedim, sen bana anlat neler biliyorsun?
Benim kaynatamlar diyerek başladı anlatmaya.... geldiklerinde topraktan evlere yerleştirmişler, çimento katmamışlar evlere....yağmış yağmur , yağmış yağmur, toprak dam çökmüş üzerlerine,,,,,,,kaynatam çok hastalanmış o ara, ev denilen yerde bir tas yokmuş ki su içmeye...kaynanam çıkmış hayvanların su içtiği yalakları almış, getirmiş eve, kaldırarak su içirmiş hasta kocasına.....çok çileler çekmişler çok dedi..
O sırada gelini bize ayran yaptı getirdi.Köyün tamamı hayvancılıkla uğraşıyormuş. Süt, yoğurt,ayran bol bol....Gelini ayranı bana verirken, sor bakalım dedi cebinde niye kuru soğan taşırmış?
-Cemile nine dedim kulağına bağırarak
Cebinde niye soğan taşıyorsun?
Ah onu hiç sorma..Biz melmeketten (bizimkilerin dilinde memleket, melmekettir) gelirken, yaşlı nenemi ve beni bir kağnıya bindirmişlerdi. Yolda acıktım soğan istiyorum diye ağlamaya başladım
-Sus dedi babam....biz ekmek bulamıyoruz, sen soğan diye ağlıyorsun!
İçine oturmuş o minik kızın bu azarlanma....o gün bugündür yeleğinin cebine her gün küçük bir kuru soğan koyarmış...yani 93 yıldır...dile kolay...
Daha fazla yormak istemedik Cemile nine'yi....fotoğraflar çektirdik, tekrar geleceğimize dair söz vererek buğulu gözlerle yanından ayrıldık.
Merdivenlerden inerken; gitmeyin dedi ilk önce, sonra boğazı düğüm düğüm tekrar gelin oldu mu? diye seslendi.
Bu sefer bizi gezdirme görevini Cemile Ninenin oğlu Mevlüt devraldı. Mezarlıkları görmek istediğimi söyledim ona....bizi alıp Rum Mezarlığına götürdü. Köy çeşmesinin arkasında hiçbir taşı olmayan dümdüz bir alan......
-Hiç mezar taşı yok muydu? dedim. Yeni yapılan evlere temel taşı oldu dedi.
Ardından küçük dereyi atlayarak müslüman mezarlığına giderken yolda yıkık dökük bir evin yanında durduk. Mevlüt bu ev bizim eski evimizdi dedi. Evin Rum olan sahibi 1970'li yıllarda bu köye gelmiş. Ev o sırada sağlammış Mevlüt'ün babasına bu evin eski sahibi olduğunu, evini görmek istediğini söylemiş çok yalvarmış. Bizimkiler eve sokmamış.
Keşke gösterseydiniz niye böyle yaptınız? dedim
Cahillik işte.... çok pişman oldu dedem ama adam gitmişti bir kere dedi.....
Ben bu hikayeyi, Çarşıdere yazımda paylaştıktan birkaç ay sonra bir mail aldım. Yunanistan'dan geliyordu mail....Xatzi o anlattığın benim dedem diyordu...Dünya o kadar küçük ki... Aşağıdaki fotoğraftaki soldaki ev Xatzi'nin dedesinin evi....
Mezarlığa giderken bahçede yaşlı bir amca gördük, yanına gittik. Nerden geldiniz buralara? diye seslendi. Ankara dedik inanamadı.. Selanikli misin? dedim yok dedi..yanından ayrılıp belki bir mezar taşı buluruz umudu ile eski Türk mezarlığına yürümeye başladık. Derenin kıyısında yemyeşil dümdüz bir alan..
-İşte burası dedi Cemile ninenin oğlu....yok Rum mezarlığından farkı yok buranın da, ne bir mezar taşı, ne de oranın eskiden mezarlık olduğunu gösteren bir emare.....oraya giderken içimde küçükte olsa bir umut vardı Annanemin babası İzzet ve annesi Mihriban'ın mezarının orada olduğunu düşünüyordum çünkü.....boynu bükük ayrıldım oradan da... Oysa benim içimde Türk mezarlığında en azından bir taş bulabilirim umudu vardı. Dönüşte minik derenin üstünden atlarken, tezeği taş sanıp üstüne basınca da, (bazen bende ki öngörü bu kadar tekdüze olabiliyor yani, kahverengi gördüm ya....)ayak bileğime kadar tezek içinde kaldım. elimdeki ıpad havaya, ardından cumburlop dereye düştü,çocuklar suyun içinden hemen aldılar, Allahtan kabı vardı da bir şey olmadı. Olan bana oldu ve bundan sonraki köy gezimi ayak bileğime kadar battığım tezek içinde tamamladım.
Çarşıdere köyüne gitmeyi, baharda tekrar düşünüyorum. Çünkü Cemile nineye söz verdim 100. yaşgününü kutlamaya gideceğim.
Sevgilerimle