Yanya nahiyesine ait panoramalar
Yanya nahiyesine ait panoramalar
Memleket birinci nesiller için " göçten önce yaşanılan yer" olmanın ötesindedir. İkinci nesiller içinse memleket, birinci nesil büyüklerinin geldiği köklerini oluşturan yerdir. 1915 doğumlu babasını 1993 yılında eşiyle birlikte arabayla Nasliç'e götüren ikinci nesil bir görüşmecinin şu sözleri bu nesiller arası farkı örneklemektedir:
Arabayla giderken bir anda;
-İşte benim mahallem! dedi ve kapıyı açtı. Az kalsın arabanın altında kalıyordu.
Siz ne hissettiniz o anda?
O halini görünce nutkum tutuldu, asabım bozuldu. Bir vatanın kaybedilmesi kolay mı? Her şeyini terkedip gidiyorsun kolay mı? Evlenip giderken o bile etkiliyor da bir de vatanını bırakıyorsun, geri gitme yasağı da konuluyor.
Dolayısıyla birnci neslin vurgusuyla, ikinci neslin vurgusu örtüşüktür. Ancak üçüncü nesille birlikte memleket "göçten önce yaşanılan yer" olarak değerlendirilen yani keşfedilmesi,öğrenilmesi,kaydedilmesi,arşivlenmesi,sergilenmesi,önemsenmesi ve aktarılması gereken bir uzamı ifade eder.
Mübadillerin çiftçilik faliyetleri ve ektikleri ürünler onların Türkiye'de hangi şehirlere yerleştirileceklerini büyük oranda belirlemiştir.
Birinci nesil mübadillerin kendilerinden sonraki nesillere kültürel aktarımında "yolculuk anlatıları" önemli bir yer tutar. Yolculuk anlatıları göçün gerçekliğini bellekte tutan bir işleve sahiptir. Bu anlatıyı sonraki nesillerle paylaşmak aynı zamanda nereden geldiğini de bildirmektir. Fakat görüşmecilerin bir kısmı gemi yolculuğundan bahsetmemiştir. Bazı görüşmeciler ise birinci nesillerin gemi yolculuğundan kesinlikle söz etmediklerini, tüm göçü (bir görüşmeciye göre Karaferye'den bindikleri) trenle yaptıklarını dile getirmişlerdir.
*100.yılında mübadele adlı kitapta yer alan Makbule Uysal ve Zeliha Nilüfer Nahya nın kaleme aldığı "mübadil mahallesi"nde kimlik, tarih ve söylem adlı makaleden
Ekin değilsin ki savrulasın, yaprak değilsin ki öylece umursamazca uçup gidesin. Kimbilir kaç asırlık bir köksün toprağında ama bir anda o kökün o toprakla ilişkisi kesiliyor.
Kaymaklı'da bulunan Karamanlılardan ve Atalarımızdan kalma harika tarihi eserler bulunmaktadır. Bu binalardan birisi de Papaz Evi olarak bilinen tarihi bir konaktır. Konağın yapımı 1912 olarak cümle kapısının üzerine işlenmiştir. Bu konakta yaşayanlardan biri de konağın hemen arkasında yer alan Aziz Georgios kilisesi papazıdır.
Konağın bulunduğu mekân ve yeraltı şehri bugün de efsunluğunu ve cazibesini hâlâ korumaktadır. Halen Konağın giriş katında bulunan odanın içinde yer alan tünelin, yeraltı şehrine ve yanındaki kiliseye bağlandığı bilinmektedir. Rahibe okulu olarak bilinen ve yaklaşık 300 metre uzaklıkta bulunan bir diğer yapıyla da bağlantılı bir tünel olduğu söylenmektedir.
Mübadele döneminden sonra evlerini terk etmek zorunda kalan Rum vatandaşlar belde de kalan Türk halka evlerini ya cüzi fiyatlara satmışlar ya da hediye etmişler. Ama bu konağın Uzun Ali'ye verilmesinin farklı bir hikayesi var.
Eneği'nin yağız delikanlılarından Uzun Ali'nin başından geçenler dillere destan olmuş, hüzünlü bir aşk hikayesidir.
Eneği'nin yiğit delikanlısı Uzun Ali zengin bir Rum ailenin yanında çalışmaktadır. Ali Rum ailenin kızı Tedra'ya gönlünü kaptırmıştır. Aşk öyle bir duygudur kiinsanın özünü yakıp bir ateş gibi kavurur., fakat aşk cesaret ister. Tedra'da Ali'ye karşı derin duygular hissetmektedir. Ali fakirliğinden mi? yoksa vefa duygusundan mı bilinmez konuyu bir türlü Tedra'nın babasına anlatacak cesareti gösteremez. Bir gece Tedra ile Ali gizlice buluşur. Tedra artık evlenme çağına geldiğini, babasının kendisini başka birine vermeden Ali'nin gelip konuşmasını ister. Cumhuriyet yeni kurulmuş ve köye mübadele ile ilgili haberler gelse de kimse pek bir şey bilememektedir. Ali o gece kararını verir. Tedra'nın babası ile konuşmak için sabahı beklemeye başlar. Ali için saatler geçmek bilmez. Nihayet sabah olur olur da Ankara'dan gelen haberler hiç iyi değildir. Yapılan antlaşmaya göre Türkiye'de yaşayan Rumlar Yunanistan'a, Yunanistan'da yaşayan Türkler Türkiye'ye dönecektir.
Bu aşka şahit olan tüm halkı bir keder sarar. Ali ve Tedra'yı ise tarifsiz bir keder kuşatır. Yaşayacakları evin hayalini kuran genç aşıklar bu haberle adeta yıkılır. Tedra babasının çok katı bir adam olduğunu ve asla burada kalmasına izin vermeyeceğini çok iyi bilmektedir. Ali'nin ise kimsesi olmadığı için Tedra'yı kaçırmak aklına gelmez. Hele ki böyle karışık bir dönemde Tedra'yı oradan oraya sürüklemek ona eziyetlerin en büyüğü olacağını düşünür. Çünkü Uzun Ali'nin gönlü de tutkunun, yaşama sevincinin yeri bambaşkadır. Konağın sahibi papaz efendinin evi satacağı haberi yayılır. Tedra babasını günlerce süren ısrarları neticesinde konağı almaya ikna eder. Konak Ali için alınmıştır. Tedra ve Ali son kez buluşurlar. Heyecanları doruklardadır. Sevmenin ne kadar güçlü ve derin olduğunu da iki aşık bilmektedir. Tedra heyecan dolu bakışlarla sevdiğine bakar. Meramını anlatmakta güçlük çeker. Sevgisi artık Ali'nin eline verdiği bir mendildedir. Mendilde dünyanın en güzel kokan çiçeklerinin kokusu vardır. Ali'ye mahzunca bakar. Yüzleri ay gibi parlamaktadır. Ağzından sadece "ben gitmeden bu mendili açma !" sözleri çıkar.
Ne hazindir ki aşk her zaman mutluluğun en yücesinde dolanmaz. Yüreklerde kor bırakır. Hayatın en garip tecellisi ayrılıklardır. Tedra ve ailesi bir gece gizlice ayrılırlar köyden......Ali ise sevgilisini son bir kez görebilmenin sevinciyle mendili açar. Bir anahtar ve bir not çıkar içerisinden kağıtta "madem benimle evlenemeyeceksin, evleneceğin kadınla hayalini kurduğumuz o evde mutlu yaşadığını bileyim" yazmaktadır. Bu söz Ali'ye hüzünlerin en zapt edilemez elemini yaşatır. Ali uzun bir süre ne eve girer, ne de Tedra'dan bir haber alabilir. Yazdığı mektuplara cevap alamaz. Sevgilisinin hayali artık gece gündüz hayalindedir. Aradan biraz zaman geçer, köye bir haber gelir. Tedra gemide veba salgınına yakalanmış ve ölmüş. Ali bu habere inanmaz. Yıllar çok şeyi geride bırakır ancak yine de insanın bütün ümitleri hayalleri hatıraların izbe yerlerinde yaşamaya devam eder. ne çare ki hayat devam etmektedir. Yıllar sonra Ali Tedra'nın vasiyeti olarak gördüğü o evde bir yuva kurar.
Bu topraklarda onlarca Tedra-Ali hikâyeleri yaşandı. Acıyla yoğrulan yürekler, yeni doğan güneşin umut dolu çocukları oldu hep.........
Evett Manastır Rumeli'nin en büyük vilayetlerinden biri, çok sevilen bir vilayeti...Hanımlarının kibarlığı, evlerinin güzelliği ve "quipage"leri meşhur.Hanımefendilerin kendi atları, arabaları ve arabacıları varmış ve hanımları çok bakımlı imiş.Evlerinde bir nevi kalorifer tertibatı varmış. Şöyle ki; Dışarıda sofada bir köşede yanan ocaktaki demir borular ile bütün eve, odalara,sofalara taksim olan sıcak su her tarafı ısıtırmış, tıpkı kalorifer gibi..bu usule o zaman bile "Rus usulü" derlermiş.Seneler ve seneler sonra Sarıkamış'ta Ruslardan kalma eski binalarda bu usulün aynısını gördüm, hemen Manastır evlerini hatırladım. Vaka ben Manastır'ı hiç görmemiştim, ama annemden,teyzemden,dayımdan o kadar çok dinlemiştim ki görmüş gibi olmuştum. Sarıkamış'ta bu Ruslardan kalma usul yıkılmadı, hala duruyorsa tertibatı bozulmadı ise, Manastır usulü ısınma tertibatı görülebilir.
Manastır hanımları ham ipekten el dokuması kumaştan "üç etek" elbise giyerlermiş. Gömlek olarak da yine ipekten bürümcük giyerlermiş.Bilmem bugünkü insanlar bu isimlerden bu kumaşlardan birşey anlayacaklar mı? Yakın zamana kadar Yunanistan bu kumaşları imal ediyor, hatta ihraç ediyordu. İpek dokuma kumaşların ismi "Kokolariko" idi. Birçok kimse bu kumaşlardan alabilmek için Yunanistan'a bile gidiyordu. İkinci Dünya Savaşına kadar bu böyle idi, şimdi nasıl bilmiyorum. Hala karlı bir iş ise, Yunanlı bunu katiyyen bırakmamaıştır. Şimdi Türkiye'de olmayan ve bugünün Türklerinin hiç bilmediği,hiç görmediği eski Türk eşyalarını Atina'da ki Benaki müzesinde görebilirsiniz.Fakat eşyaların üzerinde meşei hiç yazılı değil.Zinhar Türk diyemezsiniz. Halılar, seccadeler, kumaşlar, kadifeler, takılar, yani kuyum eşyası, el işleri, havlular, peşkirler, çevreler, cepkenler.....bu güzellikleri sanki gökten inen melekler yapmışlar.Hakikaten Yunanlı olsun, Rum olsun bizi hiç aklından fikrinden çıkarmıyor, çıkarsalar kendileri de rahat edecek, bizde....Benaki müzesinde ki bütün Türk eşyaları isimsiz, zora geldikleri zaman sadece "Asie Mineur"diyorlar. Fakat "Asie Mineur da kim? Bu belli değil,isim yok.....
KESRİYE ve KÖYLERİNDE KADIN İSİMLERİ |
|||||||
Hasbiye |
Bariye |
Ayşe |
Saime |
Asime |
Hakile |
Şerife |
Şazike |
Fatma |
Kıymet |
Saniye |
Hacer |
Zilkade |
Nazlı |
Zehra |
Miyase |
Hidayet |
Gül |
Hayriye |
Nadire |
Emine |
Rabia |
Anuşe |
Sünbül |
Servet |
İfakat |
Cemile |
Cevriye |
Hayriye |
Kamile |
Havvace |
Sünbüle |
İffet |
Pembe |
Demirhan |
Neyyire |
Nigar |
Fitnat |
Saniha |
Zarife |
Zübeyde |
Safvet |
Hulkiye |
Latofçe |
Ramize |
Resmiye |
Besime |
Saadet |
Dilber |
Safiye |
Gülsüm |
Cevriye |
Mihriban |
Şahsine |
Nesibe |
Feride |
Nuriye |
Melek |
Sabriye |
Refia |
Zekiye |
Dilber |
Rukiye |
Sıddıka |
Timure |
Miriye |
Hidayet |
Meryem |
Melike |
Hasibe |
Lütfiye |
Nafiye |
Fikriye |
Kadime |
Bahriye |
Tenzile |
Ragıbe |
Dilberiye |
Dudu |
Naciye |
Atiye |
Hanife |
İsmet |
Hamide |
Kakoşe |
Atiye |
Hankoşe |
Bahriye |
Paşako |
Mimiş |
Ramize |
Hürmüz |
Nevruze |
Akıle |
Necibe |
Fahriye |
Arzuman |
Ruhane |
Gülfe |
Melike |
Nariye |
Seniye |
Memişe |
Nevreze |
Akile |
Fethiye |
Sıddıka |
Radiye |
Hediye |
Vehibe |
Fitnat |
Fevziye |
Fadime |
Refia |
Melike |
Nazike |
Mediha |
Fitnat |
Selime |
Timurhan |
Münevver |
Gülizar |
Rupşah |
Firuze |
Suzane |
Asime |
Nadire |
Kesper |
Safade |
Behiye |
Veliman |
Asya |
Hirfan |
İzzeti |
Hırliko |
Banika |
Timurşah |
Zanbako |
Kısmet |
Şaniko |
Refıkıye |
Tuti |
İnciko |
Murabba |
Fakıhe |
Vecihe |
Muzaffer |
Şöhret |
Cevahire |
Hankuşe |
Rebihan |
Nanoş |
Zöhre |
Mahmude |
Tatuş |
Arzuhan |
Nebiyye |
Taibe |
Dilber |
Müseyyibe |
Gülüşah |
İhsan |
Taçşah |
Besime |
Tenzile |
Feriye |
Merdaye |
Lebibe |
Faika |
Anber |
|
|
|
|
|
|
Selam Mübadil insanların fotoğraflarıyla birlikte bir mübadele hikayesi anlatımı burada....Bakalım kimlerle ortak hikayelerimiz var?...