Rumeli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Rumeli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Mayıs 2025 Pazartesi

AKÇAABAT'A GELEN DRAMALI MÜBADİLLER ve MEJDEL KÖYÜ LAKAPLARI




Selanikli bir Türk postacı


İstikbal gazetesi Şubat 1924'de verdiği bir haberde, Trabzon'da iskân edilecek mübadillerden 1800 kişilik ilk kafilenin birkaç güne kadar şehre çıkacağını ve emvali metrukeden tahliyesi gereken evlerin listesinin hazırlandığını bildirdi. Mübadele İmar İskân Vekâletinin emvali metrukenin tahliyesiyle ilgili talimatnamesinin yayınlanmasından sonra Trabzon İskân Müdürlüğü emvali metruke evlerin tahliyesine başladı. Bu evlerin bir kısmına memurlar yerleşmişti.
1924 yılı Nisan ayının sonlarında Dramalı 1500 mübadil Sakarya vapuruyla Akçaabat'a geldi. Bu ilk mübadil kafilesi Akçaabatlılar tarafından çok iyi karşılandılar. Kırk ev boşaltıldı, ayrıca bir ilkokul tatil edilerek mübadillerin iskânına ayrıldı. İlk gün kaza halkı adına yemek dağıtıldı. Mübadillerin çoğu kadın ve çocuklardan oluşmaktaydı. Erkeklerin çoğunu Bulgar harbinde (Balkan Savaşında) kaybettiklerini söylüyorlardı. Bu arada mübadele yoluyla Türkiye'den Yunanistan'a giden Rumların soygunculuğundan şikayet ediyorlardı. Yanlarında çok sayıda koyun ve inek getirmiş olmaları, bunların hemen köylerde iskân edilmelerini zaruri kılıyordu.
Ne var ki mübadiller geldikleri yeni çevreye uyum sağlayamadılar. Akçaabat kendilerine çok fazla gurbet hissi veriyordu. Akçaabat daha ziyade tütün ziraatine elverişliydi. Kendilerinin sürü sahibi ve yaylacı olduklarını söyleyerek hükümetten uğraşı alanlarına uygun yerlere gönderilmelerini istiyorlardı. İstikbâl gazetesi bunların Gümüşhane'ye nakledilmelerinin uygun olacağını dile getiriyordu.
Drama'nın Çalıbaşı ve Duspat köylerine mensup bu mübadillere Balıkesir'e gitmek üzere vesika verilmişti. Ancak bu karar sonradan değiştirilmiş ve kendileri Akçaabat'a  çıkarılmıştı. Bir taraftan Balıkesir'e sevk etmek amacıyla Çanakkale'ye gönderdikleri sürülerini düşünürken büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Yaylacı olan bu mübadiller hayvancılıkla geçiniyorlardı. Köylerine bağlı yaylalar Bulgaristan topraklarında kaldığı için son senelerde tarımla uğraşmaya başlamışlardı. Köylerinde geniş topraklara sahip olduklarından tarımı kara saban ile yapıyorlardı. Akçaabat'ta olduğu gibi toprağı kazma ve bel ile işlemeyi bilmiyorlardı. Hükümet bunları ilçeye bağlı köylere iskân etmek isteyince kendilerinin yaylacı olduklarını bu dar topraklarda barınamayacaklarını söylediler. Kendilerini buraya sevk eden Kavala'da ki mübadelen komisyonundan şikayet ederek bizi Balıkesir'e gönderiniz, zaten sürülerimiz oraya gitti diyorlardı. Akçaabat'a tütüncü çiftçi mübadillerin yerine yaylacılar gönderilmişti. Böyle giderse yarın Gümüşhane'ye tütüncü gönderilmeyeceğinden nasıl emin olunabilirdi. Tütüncü muhacirler Sinop'a iskân ediliyor, yaylacılar Akçaabat'a getiriliyordu. 
Vekâlete yaptıkları müracaattan bir sonuç alamayan mübadiller onar-yirmişer kişilik kafileler halinde deniz ve karayoluyla Balıkesir tarafına gitmeye başladılar. Gülcemal vapuruyla çok sayıda mübadil geri döndü. Balıkesir'de daha iyi barınacaklarını ,koyun ve ineklerine kavuşacaklarını umuyorlardı. Mübadele İmar İskân Vekaleti Müsteşarı Ankara'da Yenigün gazetesinde yayınlanan demecinde Akçaabat'ta iskân edilenler dördüncü derecede tütüncülerdir. Binaenaleyh yalnız tütünle geçinemezler, arazi müsaittir, biraz da çiftçilik ile meşgul olurlar, dedik. Fakat bunlar neresi olduğunu bile bilmedikleri Balikesir'i istiyorlar. Balkıesir'de yer yok diyordu.Vekalet Akçaabat'a ilk gelen iki köy halkının müracaatları üzerine buraya bir müfettiş gönderdi. Barınamayacaklarına kanaat getirince bunlardan bir kısmı Safranbolu'ya, bir kısmı da Kelkit'e sevk edildi. İstikbal bunların tütüncü olmadıklarını ve Akçaabat'ta ziraat yapamayacaklarını, zira kendilerinin bizim kadınlarımız ve erkeklerimiz bel ile ziraat yapamazlar. Biz ova adamlarıyız; çift ile bu işi yapmaya alışmışız. Hâlbuki burada arazi dar ve sarptır biz işleyemeyiz. diyorlardı.
Akçaabat'a gelen mübadiller başka bir yere gidebilmek için birçok gerekçe ileri sürüyorlardı. Bir bölümünün Safranbolu'ya sevkinden sonra geri kalan üç mahalle halkı da biz çorap, aba yapar satarız.Koyun inek besleriz. Bunların buralarda revacı ve yapılması imkânı yoktur. diyorlardı. Burada kaldıkları taktirde hamallıktan başka bir iş yapamayacaklarını, halbuki köyde oturup şehirde hamallık yapılamayacağını ve aslında kendilerinin bu işin ehli olmadıklarını ifade ediyorlardı.
Trabzon daki mübadillerin iskânlarındaki başarısızlıklar, sosyal hayatı da olumsuz etkilemeye başlamıştı. Bir süre sonra Akçaabat'ta mesken sıkıntısı baş gösterdi. Şehirde kalan mübadiller tahliye edilen Rum emvali metrukelere yerleştiriliyordu. Halkın çoğu Rus işgalinin kalkmasından sonra geri dönüşlerinde  evlerin yakılıp yıkıldığını görünce Rum evlerine yerleştirilmişti. Dört seneden beri bu evlerde oturuyorlardı. Geri kalan kısmı ise sonradan mübadeleye tabi Rumlardan kalan evlere yerleşmişlerdi ki kendilerine ait evleri olmasından dolayı bunların çoğu işgal ettikleri bu evleri kolayca boşaltıyorlardı. Dört sene önce Rum evlerine yerleşenlerden çoğunun taşınacak bir evi olmadığından bu uygulama yeni bir huzursuzluğa sebep oluyordu.
Diğer yandan devletin iskân için gösterdiği tüm çabalara rağmen mübadiller Akçaabat yakınındaki Ahanda sahilinde toplanarak burada duramayız, gideceğiz diyorlardı. Mübadillere ait hayvanlarda çevrede ekili araziye zarar vermeye başlamışlardı.
İlk iskân teşebbüsünün başarısızlığı karşısında, Akçaabat'a daha sonra mübadil gönderilmediği anlaşılmaktadır. Trabzon İskân Müdürlüğü'nün geleceğini bildirdiği 1100 Kavala mübadilinin  nereye iskân edileceğinin belli olmadığı, ancak Gümüşhane'ye  iskân edilmelerinin uygun olacağı tavsiye ediliyordu. Mübadelenin tamamlanmasından sonra Ağustos'tan itibaren İstikbâl gazetesinde mübadeleyle ilgili haberlere pek yer verilmemiştir. 

Karadeniz'de İsyan Mübadele ve Propaganda  kitabı syf 295-298
İsmail Hakkı Demircioğlu, Rahmi Çiçek, Mehmet Okur
Sevgilerimle




MEJDEL KÖYÜ LÂKAPLARI
*Adil oğulları 
*Bacak oğulları
*Palan oğulları
*Kara Emin Oğulları
*Tuna oğulları
*Ömer oğulları
*Hasançoğulları
*Şeyh oğulları
*Hatip oğulları
*Hacı oğulları
*Kaynak oğulları
*Bekir Oğulları
*Keleş Oğulları
*Sait Oğulları
*Kara Alioğulları
*Baçan oğulları
*Palahan oğulları
*İmamlar
*Kara Hasan Oğulları
*Feyzullah oğulları
*Derviş Oğulları 
Mübadelede Mejdel köyünden 80 Aile Türkiye'ye gelmiş.
 

3 Nisan 2025 Perşembe

SİLLE NİRE - LANGAZA NİRE

Devlet Arşivlerinden  bir fotoğraf

Çeşitli dinlerin orijini ve sembolleri 




Konya'da  yaşarken Sille'ye bir kez gitmiştik. Bir baraj vardı, etrafında hiçbir tesis  yoktu. Vasat bir yer olarak hatırlıyorum. Ama bu hafta gördüğüm Sille bambaşka bir yerdi. Restorasyonu tamamlanmış evler, camiler, kiliseler ve hamam....Sille kafeteryaları, sanat galerileri, müzesi ile gerçekten Konya'ya gittiğinizde görülmeye değer yerlerden biri haline gelmiş. İki dağın arasında, bir vadiye kurulmuş. Konya'ya 8 km uzaklıkta...Barışın ve hoşgörünün sembolü olan Konya'nın Sille ilçesinde  yıllarca Hırıstiyanlar ve Müslümanlar kardeşçe yaşamış. Sille'nin  tarihi 5000 yıl öncesine kadar dayanıyor. Mübadele de Sille'den gönderilen Rumların yerine,  Selanik Kozana, Langaza'dan yaklaşık 600 kişi gelip yerleştirilmiş. Çömlekçilik, mum yapımı, halı dokuma  günümüze kadar gelen zanaatlardan......
Şimdi Sille'yi adım adım size gezdirmek istiyorum......  



Sille'nin en önemli eserlerinden biri olan Aya Elenia kilisesi  İstanbul - Kudüs arası haç yolu üzerinde kaldığı için köye gelen  ilk hırıstiyanlardan olan Bizans Kralı Constantin'in annesi Helena tarafından MS 327 yılında yaptırılmış.


KARAMANLI ORTODOKSLAR

Sonraki yıllarda bakımsızlıktan yıpranan kiliseyi Osmanlı padişahı ll .Mahmut 1833 yılında tamir ettirir. Bu olayla ilgili olarak Karamanlıca onarım kitabesi  kilise kapısının üzerinde asılıdır. (Karamanlıca; Yunan harfleri ile Türkçe yazmaktır. Ayrıca Sille halkı Grekçe'nin Sille lehçesini kullanırlarmış.)
Onarımdan sonra tekrar eski görkemli günlerine dönen kilise, 1924 yılında gerçekleşen mübadele sonucu kaderine terk edilir. Birkaç yıl önce tekrar restore edilen kilise müze olarak hizmet veriyor. Darısı Yunanistan'da ki Camilerin restorasyonuna diyelim bizde....

AYA ELENİA KİLİSESİ





















Aya Elenia Kilisesinde küçük bir org da sergileniyor. Nüfus mübadelesi sırasına bir Rum aile tarafından Sille Nahiye Müdürü Mehmet Sudi Oğlakçı'ya emanet edilmiş. Yapım yılı 1882 olan bu org tekrar onarımdan geçirilerek kiliseye yerleştirilmiş. Org un kilise ayinleri sırasında kullanıldığı düşünülmekteymiş.









Kayalara oyulan mabetler akşamları ışıklandırılıyor.





Ve Sille Müzesi..








Girişte bizi Kisve-i Şerif karşıladı. Kabe'nin iç mekân örtüsü...Restorasyon sırasında Sille'de bulunan Çay Camii'nin müştemilatında bulunmuş. Burada sergilenmeye başlanmış.. 


Sille'de bulunan Şeytan Köprüsünün maketi

1950'li yıllarda Sille'de 16 atölyede 150 çömlek ustası faaliyet göstermekteymiş. Sille çömlek atölyeleri, toprak kap, tuğla ve kiremit imalatında Orta Anadolu'nun en önde gelen merkeziymiş. Ama şu anda Sille'de sadece 1 tane usta kalmış. 


Aynı zamanda 1905 yılında  Sille halı dokumada ihracat yapar durumdaymış. O döneme ait bir haber şöyle:
"Sille'de yirmi otuz  kadar halı tezgahında ihracata elverişli halılar üretiliyordu. Güzel ve nefis bu halıların arşını üç mecidiyeden bir liraya kadar satılıyordu." diyor.

Ayrıca  Silleli taş ustaları da  çok meşhurmuş....




















Mum ve şamdan yapımında da lider durumdaymış.






Müzenin duvarlarında Sille'nin çeşitli âdetlerinden bahsediliyor.
Barana; Sille kültüründe yaban hayatı adı verilen ve Hıdırellez'de gidip, Kasım ayında eve dönen, uzun süre birbirinden ayrı kalan Silleliler, kışın bir araya gelerek arkadaş hasreti giderdiği gruptur. Aynı yaş grubundan arkadaşlar, her gün birinin evinde toplanarak  sohbet ederler, musîkî icra ederlermiş.


Geregi; Sille'de gereğiler zamanında gayrimüslim ahalinin de katıldığı büyük şenlikler ve eğlenceler düzenlenirdi. Geregi  adı verilen, her yıl Ağustos ayının 3.haftası başlayan ve bir ay süreyle devam eden merasimlerde, pazar günleri aşağı bağlara, perşembe günleri de yukarı bağlara gidilerek eğlenceler düzenlenirmiş.





İlçenin girişindeki Ak hamam restore edildikten sonra Sille Halk Kültürü Müzesine dönüştürülmüş. Ama zaman darlığından gezemedim. 

Sille çok güzel restore edilmiş. İlçenin her yerinde sanat, kültür ile içiçe geçmiş. Selçuklu Belediyesini kutlamak lâzım...Adım adım Sille gezimizi beğendiğinizi umuyorum. Sevgilerimle...... 




19 Ekim 2024 Cumartesi

19. YÜZYILDA SELANİK YANYA MALAKAS NAHİYESİ

 

                                          Yanya nahiyesine  ait panoramalar

.........

19. yüzyılda Yanya kazası dâhilinde Malakas,Korundas, Çerkovişte ve Zagor  isimlerinde dört nahiye yer almaktaydı.


Malakas, Malacassi, Malakassi imlâları ile ahalinin bozuk telaffuzu ile Malakâsh şeklinde anılmaktaydı. Konumu itibariyle Yanya'nın güney vadisindedir. Sınırları Rapşişte köyünden başlayarak, güneyde Narda sınırına kadar uzanmaktaydı. Doğusunda ise Meçova ve Zagor yer almaktaydı. 19.yüzyılın başlarında nahiye dahilindeki köy sayısı 49 iken bu köylerdeki hane sayısı 2350 idi. 1831 yılında ise benzer şekilde 48 köyün bulunduğu nahiyedeki hane sayısı 991 nüfusu ise 4588 idi. Görüldüğü üzere 19.yüzyıl başındaki hane sayısı oldukça yüksektir. Burada Yanya ve civarındaki gayrimüslim nüfusunun özellikle yüksek gösterilmesine yönelik bir niyetin bulunduğu söylenebilir. Ayrıca Rum bağımsızlığı ardından Yunanistan'a bir göçün yaşandığı da ileri sürülebilir. Ancak Malakas nahiyesinin idari sınırlarındaki köy sayısı 1846 tarihi itibariyle yine 49'dur ve nüfusunda olağan dışı bir azalma yoktur. Daha sonra ki yıllarda Yanya'nın vilayet teşkilinden sonra ise genellikle 50 köyün bulunduğu nahiyenin merkezi Kraps köyüdür. 1907 yılında 10 köyden oluşan naahiyenin yine merkezi olan Kraps'ın 1895 yılında 274 hane ve 886 kadın ve erkekten oluşan büyük bir köy olduğu görülmektedir.
(Arşivde yer alan bir kayda göre Kraps'ın ahalisi Sırp olarak belirtilmiştir.)
Malakas köylerinin bazılarında daha 11.yüzyılda bölgeye yerleşen Ulahlar sakindi. 1875-1882 tarihli bir kayıtta bu durum açıkça görülebilir. Bu tarihte nahiyenin köy sayısı 50 civarındadır. Nahiyedeki 643 hanede Ulahlar, 2461 hanede ise Rumlar yaşamaktaydı. Bu kayıt ile uyumlu olabilecek 1880 tarihli bir diğer deftere göre  Malakas nahiyesinde 3494 Ulah ve 5089 Rum erkek bulunmaktaydı. Ancak Osmanlı kayıtlarında din ve mezhepleri sebebiyle genellikle Rum olarak gösterilen nüfusun içinde en az Ulahlar kadar Arnavutların da bulunduğu söylenmelidir. Nitekim Yanya'nın fethinden evvel Osmanlı Devleti yerel despotlara şehre saldıran Malakaslı Arnavutların da içinde yer aldığı Bulgar, Sırp ve Ulahlardan oluşan saldırganlara karşı askeri yardım yapılmıştır. Bu tarihten itibaren Yanya'nın genelinde görüldüğü üzere din ve eğitim kurumları vasıtasıyla özellikle Ulahlar'da ve Arnavutlar'da Rumlaşmak sürecinin yaşandığı ileri sürülebilir. 




Malakas dahilindeki köylere yapılan ziyaretlerde buralarda çeşitli hanların bulunduğu nakledilir. Örneğin bölgeye 1809 yılında yaptığı ziyarette Leake'nin ifadesine göre o zamana kadar gördüklerinin en iyilerinden bir han bulunmaktaydı. Yine 1846 tarihi itibariyle nahiyedeki manastır sayısı 7'dir.

(İlkay Erden Yanya Sancağı İdari yapı ve yerleşim birimleri 1867-1913, Türk Tarih Kurumu yayınları)



Yanya Malakas'a bağlı çiftlik adları  aşağıda belirtilmiştir. Umarım  ailelerinizden duyduğunuz ama nerede olduğunu  bilmediğiniz yerler hakkında sizlerde bir fikir oluşturur.
                                                                                                                                     Sevgilerimle
*Forti
*Arboreş
*Maçok
*Erlos
*Velçeste
*Kaçka
*Beje
*Lap
*Koclos
*Nikolos
*Menfelos
*Bırakmaz
*Karaliş
*Peruzgol
*Prozgoli
*Mankolari
*Raşpeşte
*Maçon 

26 Ocak 2024 Cuma

MÜBADELEDEN ÖNCE YAŞANILAN YER "MEMLEKET"

 


Benim memleketimde bütün sohbetler nerelisin? kimlerdensin diye başlar.
Ben Selanik Kozana Üsküpler köyünden mübadele ile gelen Niğde Hasaköy'e yerleştirilen Hacı Rüstem oğullarından Nail Öztepe'nin torunu Sertaç Öztepe Cihan'ım...... diyerek başlamak istiyorum.

Aşağıda "memleket" kelimesi üzerine önemli bir araştırma yazısı okuyacaksınız. Sevgilerimle


....Araştırma kapsamında alan çalışması yapılan diğer bir çok mübadil yerleşiminde gözlemlenenlere benzer olarak ister köy, isterse kent ya da kaza adı zikredilsin gelinen yer "memleket" olarak anılır. Fakat şehir veya kaza adının ikinci nesillerden itibaren daha belirginleştiği ve kökleri belirten bir unsur haline getirildiği söylenebilir. Çünkü ikinci nesiller, birinci nesillerin söylediklerini aktarırken konuşmalarında onlar gibi Nasliç ve Drama yerine "memleket" ifadesini kullanmaktadırlar.

    Memleket birinci nesiller için " göçten önce yaşanılan yer" olmanın ötesindedir. İkinci nesiller içinse memleket, birinci nesil büyüklerinin geldiği köklerini oluşturan yerdir. 1915 doğumlu babasını 1993 yılında eşiyle birlikte arabayla Nasliç'e götüren ikinci nesil bir görüşmecinin şu sözleri bu nesiller arası farkı örneklemektedir:

Arabayla giderken bir anda;

-İşte benim mahallem! dedi ve kapıyı açtı. Az kalsın arabanın altında kalıyordu.

Siz ne hissettiniz o anda?

O halini görünce nutkum tutuldu, asabım bozuldu. Bir vatanın kaybedilmesi kolay mı? Her şeyini terkedip gidiyorsun kolay mı? Evlenip giderken o bile etkiliyor da bir de vatanını bırakıyorsun, geri gitme yasağı da konuluyor.

Dolayısıyla birnci neslin vurgusuyla, ikinci neslin vurgusu örtüşüktür. Ancak üçüncü nesille birlikte memleket "göçten önce yaşanılan yer" olarak değerlendirilen yani keşfedilmesi,öğrenilmesi,kaydedilmesi,arşivlenmesi,sergilenmesi,önemsenmesi ve aktarılması gereken bir uzamı ifade eder.

Mübadillerin çiftçilik faliyetleri ve ektikleri ürünler onların Türkiye'de hangi şehirlere yerleştirileceklerini büyük oranda belirlemiştir. 

Birinci nesil mübadillerin kendilerinden sonraki nesillere kültürel aktarımında  "yolculuk anlatıları" önemli bir yer tutar. Yolculuk anlatıları göçün gerçekliğini bellekte tutan bir işleve sahiptir. Bu anlatıyı sonraki nesillerle paylaşmak aynı zamanda nereden geldiğini de bildirmektir. Fakat görüşmecilerin bir kısmı gemi yolculuğundan bahsetmemiştir. Bazı görüşmeciler ise birinci nesillerin gemi yolculuğundan kesinlikle söz etmediklerini, tüm göçü (bir görüşmeciye göre Karaferye'den bindikleri) trenle yaptıklarını dile getirmişlerdir.

*100.yılında mübadele adlı kitapta yer alan Makbule Uysal ve Zeliha Nilüfer Nahya nın kaleme aldığı "mübadil mahallesi"nde kimlik, tarih ve söylem adlı makaleden 


12 Ekim 2023 Perşembe

KAYSERİ'YE YERLEŞTİRİLEN MÜBADİLLER

 


Kesriye Hastahanesi Heyet-i Sıhhiyesi ile hastalarının fotoğrafı. a.g.tt




Kesriye'de yapılan hastahanenin iki fotoğrafının gönderildiğine dair Manastır Sıhhiye müfettişinin yazısı. (Bir fotoğraf mevcut)

Belge Tarihi :   H-20-12-1321



Kayseri'ye ilk mübadil kafilesi, 1923 yılının Aralık ayında 958 kişi olarak gelmiştir. Ocak, Şubat, Mart ve Nisan aylarında yoğun kış koşulları nedeniyle yeni mübadil sevk edilmemiştir. Kayseri'ye mübadele ile gelenlerin sayısında da farklı rakamlarla karşılaşılmaktadır. Geray'ın çalışmasında, Kayseri'ye yerleştirilen aile sayısı 1644 kişi sayısı ise 6150 olarak belirtilmiştir. Bir başka kaynağa göre, 3.794 erkek ve 3486 kadın olmak üzere toplam 7280 mübadil Kayseri'ye yerleştirilmiştir. 

Justin McCarthy ise Kayseri'ye 6703 kişinin getirildiğini yazmıştır.

 Kayseri'ye getirilen mübadillerin küçük bir kısmı esnaf ve zanaatkâr, büyük bir kısmı ise Yunanistan'da kırsalda tarım ve hayvancılıkla geçimini sağlayan köylülerdir. Kayseri merkezine yerleştirilen 129 hanedeki 509 nüfusa; 127 ev, 46 dükkan, 1024 dönüm tarla, 80 dönüm bağ ve 77 dönüm meyve bahçesi verilmiştir. Diğer ilçe, kasaba, köylerde de benzer şekilde, Rum ve Ermenilerden kalan sağlam durumdaki ev ve araziler verilmiştir.

Kayseri'ye gelen mübadillerin en önemli şikayetleri toprağın verimsizliğiydi. Bu durum Kayseri milletvekili Ahmet Hilmi bey tarafından 5.11.1924 tarihli Meclis konuşmasında da dile getirilmiştir. Hilmi bey Kayseri'nin arazisinin tarım için az olduğunu Kozana'nın çiftçisi yerine,  Siroz, Drama ve Sırfiçe'nin biraz sermaye sahibi, şehir hayatına alışkın olan, zanaat ve ticaret erbabından mübadillerin buraya yerleştirilmesinin doğru olacağını savunmuştur. Mübadele, İmar ve İskân vekili Refet bey 27.10.1924 tarihinde Mecliste yaptığı konuşma da Kayseri ve Niğde çevresinde boş durumda ve oturulabilir çok sayıda konut olduğu halde, yeterli tarım arazisi olmadığı hususu dikkate alınarak az sayıda mübadilin gönderildiğini ifade etmiştir.

Elbette Yunanistan'dan gelen mübadiller ile yerli Anadolu halkı arasında kimi yerlerde toplumsal sorunlar yaşanmıştır. Türkçe bilmeyen mübadillerin olduğu bir ortamda, yerel halkın gerginlik anlarında mübadillere "gavur tohumu" ifadesi kullanmaları birinci kuşak için oldukça yaralayıcı olmuştur. Feke kazasına yerleştirilen mübadiller, Develi'de yaşayan Şark mültecileri tarafından sürekli rahatsız edilmiştir. Ankara'dan Develi Kaymakamlığına yazılan bir emirde sorunun acilen çözümlenmesi istenmiştir. 
 
100.yılında Mübadele adlı kitapta Prof.Dr. Suat Çabuk'a ait makaleden.....


Kayseri'ye gelen mübadillerin bazıları
Kozana Serfice'den Develi, Bünyan ve Emir Sultan mahallesine,
Kozana Topçular'dan Develi ve Reşadiye'ye
Kozana Kayalar Bünyan'a
Kayalar Kolarca Pınarbaşı'na
Selanik İstromca İncesu'ya
Karacaabad'dan Kayseri Merkez
Vodina'dan Bünyan'a
Yenice-i Vardar'dan Kayseri'ye
Siroz'dan Kayseri'ye yerleştirilmiştir. 

Mübadil yerleşim bölgelerinde;  kim, nereye, nereden gelip  yerleştirildikleri ile ilgili bir istatistik maalesef yoktur.

Sevgilerimle

20 Haziran 2023 Salı

ANKARA'DA BAĞ HAYATI ve ARŞİVDEN FOTOĞRAFLAR

 


........................

Yazın Ankara'da sıtma tehlikesi yüzünden oturulmazdı. Bağları olanlar yazın şehir merkezinden giderler. Yazlık evlere "bağ" denir. Gayrimüslimler genelde varlıklı oldukları için bağları vardır. Erkekler gündüz şehir merkezlerinde işlerine gider, akşamları bağlara dönerler. Günlük yapılan bu yolculuklar herkesin ekonomik durumuna göre at arabası, at veya eşekle yapılır. Sabah akşam yollarda binek hayvan kuyrukları oluşur.
Evdokia Ankara'da ki bağ hayatını ayrıntılı bir şekilde aktarmıştır.
Keçiören, Çankaya, Balgat, Büyük Esat ve Küçük Esat bağlarını hatırlıyorum. En zengin ve en soylu insanların Keçiören ve Çankaya'da bağları olurdu. Çok katlı evlerdi bunlar...bahçelerinin içinde seralar ve şadırvanlar olurdu. Çoğu zaman aileye hizmet edenlerin sayısı aile üyelerinden çoktu. Zenginler refahta ve lükste yarışırlardı. Ankara'ya iş  için gelen yabancılar; 
"Siz Ankaralılar İngiltere'nin lordlarından daha iyi bir hayat yaşıyorsunuz" derdi. Erkekler şehir merkezine çalışmaya giderdi. Zengini, fakiri kent merkezinden bağlara yol boyunca süren kuyrukta bir araya gelirlerdi. 
Bu yüzden 
"Ankara'da yazın keyif kediler ve kadınlara, cefa eşeklerle erkeklere" denirdi. Özellikle Keçiören'de kadınlar için eğlence unsurlarından biri at binmekti. Sabah karı-koca bağ evinin avlusunda kahvaltılarını yaparlardı. Kahvaltının lezzetlerinden biri kocanın saman ve ağaçlardan düşen küçük odun parçaları ile yaktığı küçük ateşte pişirdiği kahveydi. Erkeğin görevi işindeydi, kadının görevi ise bağda.....kadınlar sabah erkenden kalkar, geceden dallarından düşmüş kayısıları ve olgun Ankara armutlarını toplardı. Çayırın içinde parlayan meyveler gözlerimizi şenlendirirdi. Dalından kendiliğinden düşen meyveleri yemezdik, onları kışlık olarak değerlendirirdik. Kimi kurutulur, kimi reçel yapılırdı. Ardından ev işi gelirdi. Evin derlenip toparlanması ve yemek pişirilmesi.....bazı günler çamaşır günleri olurdu, çamaşırlar açık havada dut ve akasya ağaçlarının gölgesinde kuş seslerinin arasında kille yıkanırdı. Bazı günler ise hamur tutulur, bazlama yapılır tezek yakılan tandırlarda pişirilirdi. Hünerli kadınlar 2-3 bazlamayı bir arada pişirirdi. Bazlamalar hazır olunca evde ne varsa sofraya getirilirdi. Tereyağı, bal, peynir, pastırma, sucuk, reçel, taze meyveler bazlamanın içine canının çektiği koyar, dürüm yapar yerlerdi. Bazlama piştiği gibi yenirdi. Keyfi misafirle çıkardı. Kadın kadına yenilen farklı bir lezzetti. Bağlarda işler ne kadar zor olursa olsun sevgi ve neşe eksik olmazdı.
Hasat zamanı çok meşgul olurduk. Kimi aileler kendi kendilerine hasat yapar, kimi aileler arkadaşlarından yardım alır, kimi de ücretli işçi tutardı. Ne güzel bir resimdi üzüm dolu sandıklar! Bağlardan gelen üzümleri kullanacakları ürüne göre teknelere boşaltırlardı. Bu ürünlerin başında pekmez gelirdi. Pekmez için işbirliğine ihtiyaç olurdu. Üç dört aile sırayla birbirine yardım ederdi. Bazısı leğenlerin içinde üzümü ezer, bazısı şırayı boşaltır, bazısı kaynatır. Tatlı bir pekmez için pekmez toprağı kullanılırdı. Pekmez kaynadıkça şurup gibi olur, tatlanırdı. Pekmez değişik meyvelerle de kaynatılır, reçel yapılırdı. Cevizli ve bademli pestil yapmak ayrıca çok keyifliydi. Un ve nişasta ile kaynatılan pekmez beyaz çarşafların üzerinde güneşte kurutulurdu. Bir kısmı iki parmak kalınlığında baklava biçiminde kesilir, susamla veya cevizle ahşap kutularda saklanırdı. Buna köfter denirdi. Pestil ve köfter eşsiz iki ikramdı.
Günlük işlere ek olarak yapılan bu ağır işler nedeniyle ev kadınları hiç boş kalmazdı. Sadece etlik yani pastırma sucuk yapımı 15-20 gün sürerdi. Akşamları erkekler heybeleri dolu hayvanları ile gelirdi, akşam yemeğinden sonra ikramlar eşliğinde işlerden ve siyasetten bahsedilirdi.
Eylül ayı bağlardan dönüş ayıydı. halıları, yatakları, perdeleri, battaniyeleri yıkar, dolapları toplar evi gelecek sene için tertemiz bırakırlardı. Sonra da şehirdeki evi bir düzene sokmak gerekirdi. Soğuklar yaklaşır, etlik zamanı gelirdi..... diyor 

Gülen Göktürk Baltas,  Mehmet Söylemez'in hazırladığı Mübadele kitabının  Ankara Rumları yazısında......

Sevgilerimle  














27 Mart 2023 Pazartesi

MUHACİR GİDECEĞİ YERİ OLMADAN BİTEVVİYE YÜRÜYEN HAYALETTİR.

 



Fotoğraflar Spanio film şirketinden 
105 yıl önce Kesriye'ye ait
Andreas Konstantinidis’e çok teşekkürler 


Tarihin içinden bakınca Rumeli neredeyse ikiyüz yıldır sancılar içinde kıvranan hasta bir bünyeye benzer...kah orasına kah burasına vuran ağrılarla iç çeken her iç çekişte renkleri solan, eli ayağı işlevini yitiren bir hasta bünye....muhacir ise iki asırdır o hasta bünyeden ayrılıp giden ruhtur sanki...o gittikçe şehirler yad el olur, leylekler geçmez olur semadan, çınar ağaçlaı kuruyup kalır. Öyle ya......toprak bağrında hayat verip büyüttüğü, bünyesine alıp kendine dönüştürdüğü insanlarla anlaam bulur. O insanlar çekip gittiğinde herhangi bir yer olur toprak.Dağın adı başka,suyun tadı başka Rumeli türkülerinde insan ile toprak arasındaki bu bağ nasıl güzel anlatılır. Selanik'teki bir kolera salgınında yârini kaybeden delikanlının dilinden dökülen türküde olduğu gibi;

Selanik Selanik ıssız kalasın,

Taşına toprağına diken dalasın

Sende benim gibi yarsız kalasın.


Kimdi o delikanlı hatırlayan yok....ama ne güzel anlatmış şehre olan sevdasını. Öyle ya, insanlar şehirlerin yâridir, mimari eserler ise süsü. Türküler hatırasıdır, zihnidir, nefesidir ,dilidir. Muhacir ise o dil ile yârini anan bir uslanmaz aşık.....bu nedenle giderken herşeyi yanında götürür muhacir....toprağını bırakmanın intikamını böyle alır tarihten. Ama o, geldiğinde bu diyarlara, ayrıldığı yerden getirdiği canı ekmiştir Anadolu toprağına. Toprak ise cömertçe kabul edip benimsemiştir yeni fidanları...yağmur cömertçe can suyu olmuştur onlara. Sesine ses katmıştır bu toprakların rengine renk....o sebeple pek az diyar bu topraklar kadar ana kucağı olmuştur başkalarına.

Muhacir bu topraklarda başkası değildir. Biri Rumeli'den, öbürü Kırım'dan, bir başkası Kaf Dağından.....farklı dillerde, farklı enstrümanlarla dile getirilse de aynı duygular anlatılır. Hani bir vatan vardı, hani kuzeyde mi güneyde mi, doğuda mı batıda mı olduğu çok da önemli olmayan bir vatan vardı. Şah İsmail'in şiirinde dediği gibi.....

"Rakib elindeymiş dest-i Nigar mene ne!"

Yazrın demesi o ki insanlar gibi topraklarında kaderi vardır..Mısır'ı hep köleler idare etmiştir. Irak hep kerb ile bela'nın yurdu olmuştur. Kafkas hiç benzememiştir başkasına, Balkan hep aynı sıcaklıkla kaynayıp durmuştur. Anadolu ise hep içine alıp dönüştürmüştür. Biraz da bu sebeple

"Dost dost diye nicesine sarılanların sadık yâri" olmuştur.

                                                                      Anonim bir yazı

Sevgilerimle

 

24 Mart 2023 Cuma

UZUNALİ KONAĞININ HÜZÜNLÜ ÖYKÜSÜ




İlçelerinin tarihlerini anlatan Kaymaklı Belediyesi yayınlarından 
Anaku-Enegi-Kaymaklı "Taş Kapının Ardındaki Şehir"  kitabını tarihimize  kazandırdıkları için  Kaymaklı Belediyesi Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürü Sayın Hasan Ercan'a çok teşekkür ediyorum.


Merhaba 
İsterim ki Ülkemde her köyün, her ilçenin bir kitabı olsun. Fotoğrafları olsun, yaşayanlar anılarını, dedelerinden ninelerinden duyduklarını anlatsınlar, tarif  versinler çokça....
 Mesela evlerini neden dağın tepesine yaptıklarını, ovaları, sulak alanları niçin tarım arazisi olarak kullandıklarını anlatsınlar. 
Niçin yetiştirdikleri ürünlerin  tohumlarını çeyiz sandıklarının içinde sakladıklarını anlatsınlar mesela...... 1 e 5 almak için hangi ürünün hangi tarlaya ekilmesi gerektiğini, meyve ağaçlarının  seyreltilmesi işinin neden gerektiğini anlatsınlar....
dere yataklarını anlatsınlar mesela......neden uzak durulması gerektiğini.....evlerini ahırlarını neden dere- göl ve deniz kenarlarından uzakta yaptıklarını.......
anlatsalar bizlere tecrübelerini.....deseler ki; yıllar geçse de üzerinden dereler ve göller tekrar yatağını bulur.....belki sizi bulmaz ama torunlarınız zarar görür evi barkı yıkılır, canından olur, uzak yapın evlerinizi deseler....
Köylerindeki depremleri anlatsalar mesela....yıkımların nerelerde olduğunu anlatsalar, neden tek katlı evler yaptıklarını
her biri bilge insanlardı atalarımız ne zaman ki onları ciddiye almadık ,tecrübelerinden faydalanmadık işte o gün biz atalarımızla aramızdaki zinciri kopardık işte o zaman biz kaybettik vasatlaştık, köreldik.....
şimdi görüyoruz onların bilgisinin, tecrübesinin   kıymetini bilmememin  sonuçlarını....
deprem ve ardından gelen sel baskınları canımızı çok acıtarak, deprem bölgesinde yaşayan insanlarımızı savurarak  bize öğretti maalesef.... 

Ekin değilsin ki savrulasın diye başlıyor hikayemiz ama savrularak dönüştü hayatlarımız Kahramanmaraş depremi ile.
.............

Ekin değilsin ki savrulasın, yaprak değilsin ki öylece umursamazca uçup gidesin. Kimbilir kaç asırlık bir köksün toprağında ama bir anda o kökün o toprakla ilişkisi kesiliyor.

Kaymaklı'da bulunan Karamanlılardan ve Atalarımızdan kalma harika tarihi eserler bulunmaktadır. Bu binalardan birisi de Papaz Evi olarak bilinen tarihi bir konaktır. Konağın yapımı 1912 olarak cümle kapısının üzerine işlenmiştir. Bu konakta yaşayanlardan biri de konağın hemen arkasında yer alan Aziz Georgios kilisesi papazıdır.


Konağın bulunduğu mekân ve yeraltı şehri bugün de efsunluğunu ve cazibesini hâlâ korumaktadır. Halen Konağın giriş katında bulunan odanın içinde yer alan tünelin, yeraltı şehrine ve yanındaki kiliseye bağlandığı bilinmektedir. Rahibe okulu olarak bilinen ve yaklaşık 300 metre uzaklıkta bulunan bir diğer yapıyla da bağlantılı bir tünel olduğu söylenmektedir.

Mübadele döneminden sonra evlerini terk etmek zorunda kalan Rum vatandaşlar belde de kalan Türk halka evlerini ya cüzi fiyatlara satmışlar ya da hediye etmişler. Ama bu konağın Uzun Ali'ye verilmesinin farklı bir hikayesi var.

Eneği'nin yağız delikanlılarından Uzun Ali'nin başından geçenler dillere destan olmuş, hüzünlü bir aşk hikayesidir.


Eneği'nin yiğit delikanlısı Uzun Ali zengin bir Rum ailenin yanında çalışmaktadır. Ali Rum ailenin kızı Tedra'ya gönlünü kaptırmıştır. Aşk öyle bir duygudur kiinsanın özünü yakıp bir ateş gibi kavurur., fakat aşk cesaret ister. Tedra'da Ali'ye karşı derin duygular hissetmektedir. Ali fakirliğinden mi? yoksa vefa duygusundan mı bilinmez konuyu bir türlü Tedra'nın babasına anlatacak cesareti gösteremez. Bir gece Tedra ile Ali gizlice buluşur. Tedra artık evlenme çağına geldiğini, babasının kendisini başka birine vermeden Ali'nin gelip konuşmasını ister. Cumhuriyet yeni kurulmuş ve köye mübadele ile ilgili haberler gelse de kimse pek bir şey bilememektedir. Ali o gece kararını verir. Tedra'nın babası ile konuşmak için sabahı beklemeye başlar. Ali için saatler geçmek bilmez. Nihayet sabah olur olur da Ankara'dan gelen haberler hiç iyi değildir. Yapılan antlaşmaya göre Türkiye'de yaşayan Rumlar Yunanistan'a, Yunanistan'da yaşayan Türkler Türkiye'ye dönecektir.



 Bu aşka şahit olan tüm halkı bir keder sarar. Ali ve Tedra'yı ise tarifsiz bir keder kuşatır. Yaşayacakları evin hayalini kuran genç aşıklar bu haberle adeta yıkılır. Tedra babasının çok katı bir adam olduğunu ve asla burada kalmasına izin vermeyeceğini çok iyi bilmektedir. Ali'nin ise kimsesi olmadığı için Tedra'yı kaçırmak aklına gelmez. Hele ki böyle karışık bir dönemde Tedra'yı oradan oraya sürüklemek ona eziyetlerin en büyüğü olacağını düşünür. Çünkü Uzun Ali'nin gönlü de tutkunun, yaşama sevincinin yeri bambaşkadır. Konağın sahibi papaz efendinin evi satacağı haberi yayılır. Tedra babasını günlerce süren ısrarları neticesinde konağı almaya ikna eder. Konak Ali için alınmıştır. Tedra ve Ali son kez buluşurlar. Heyecanları doruklardadır. Sevmenin ne kadar güçlü ve derin olduğunu da iki aşık bilmektedir. Tedra heyecan dolu bakışlarla sevdiğine bakar. Meramını anlatmakta güçlük çeker. Sevgisi artık Ali'nin eline verdiği bir mendildedir. Mendilde dünyanın en güzel kokan çiçeklerinin kokusu vardır. Ali'ye mahzunca bakar. Yüzleri ay gibi parlamaktadır. Ağzından sadece "ben gitmeden bu mendili açma !" sözleri çıkar.


Ne hazindir ki aşk her zaman mutluluğun en yücesinde dolanmaz. Yüreklerde kor bırakır. Hayatın en garip tecellisi ayrılıklardır. Tedra ve ailesi bir gece  gizlice ayrılırlar köyden......Ali ise sevgilisini son bir kez görebilmenin sevinciyle mendili açar. Bir anahtar ve bir not çıkar içerisinden kağıtta "madem benimle evlenemeyeceksin, evleneceğin kadınla hayalini kurduğumuz o evde mutlu yaşadığını bileyim" yazmaktadır. Bu söz Ali'ye hüzünlerin en zapt edilemez elemini yaşatır. Ali uzun bir süre ne eve girer, ne de Tedra'dan bir haber alabilir. Yazdığı mektuplara cevap alamaz. Sevgilisinin hayali artık gece gündüz hayalindedir. Aradan biraz zaman geçer, köye bir haber gelir. Tedra gemide veba salgınına yakalanmış ve ölmüş. Ali bu habere inanmaz. Yıllar çok şeyi geride bırakır ancak yine de insanın bütün ümitleri hayalleri hatıraların izbe yerlerinde yaşamaya devam eder. ne çare ki hayat devam etmektedir. Yıllar sonra Ali Tedra'nın vasiyeti olarak gördüğü o evde bir yuva kurar.





Bu topraklarda onlarca Tedra-Ali hikâyeleri yaşandı. Acıyla yoğrulan yürekler, yeni doğan güneşin umut dolu çocukları oldu hep.........


27 Ocak 2023 Cuma

KİREÇ KOKULU BEYAZ EVLER


 Karaferye doğumlu Ekrem'in nüfus cüzdanının fotoğrafını kullanmama izin veren  Tülay Urgancı hanımefendiye sevgilerimle 
Atalarımızın nüfus cüzdanları kendi kişisel aile tarihlerimiz için çok önemli kayıtlardır.

MİSS GİBİ KİREÇ BADANALI EVLER

Rahmetli Annanem, yılda 2 ya da 3 kez tüm evinin içini ve dışını çalı süpürgesiyle kireçle boyardı. Mis gibi kokardı. Kireç kokusunu temizlik kokusu olarak algılamam sanırım bu sebepten.......

.................

Düz dam yerine üçgen damlar, kireçle badanalar



Mübadele yoluyla marangoz, duvar ustası ve boyacı birçok meslek grubuna mensup kişi Anadolu'ya göç etmiştir. Bu meslek grıplarının mensupları göç ettikleri yerlerde öğrendikleri ve uyguladıkları birçok tekniği geldikleri Anadolu coğrafyasındaki halkla paylaşmışlardır. Bunlardan birisi evlerin damları ve duvarlarının kirece boyanması geleneğidir. Muhacirler yeni yerleştikleri Anadolu köy ve kasabalarındaki nüfusa evlerinin damlarını düz dam yerine, üçgen dam kullanmayı öğretmişlerdir. Ayrıca evleri kirec ile badana etmek geleneği de muhacirlerle Anadolu'ya gelmiş başka bir uygulamadır. Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarda  duvar yapımında coğrafi bölgenin karakteristik özelliğine göre taş ve kerpiç gibi yapı malzemeleri kullanılmaktaydı. Özellikle kerpiç Batı Anadolu'nun değişmez yapı malzemesiydi. Özel olarak hazırlanmış ıslatılmış sarı toprak ve üzerine dökülen samanın karıştırılması ve bu karışımın belli büyüklüklerde tabakalanması ile oluşturulan malzeme ile duvarlar,evler inşa edilmekteydi. İnşa edilen duvar ve evler tekrar toprak ve samandan oluşan malzemeyle sıvanması sonucu düzlük kazanıp göze güzel görünür hale getirilmiştir. Bu sayede ev sahipleri yeni bir tarz badana tekniğini öğrenmiş ve kirece boyanan evler beyaz tertemiz bir görünüm kazandılar.

Erdal İNCE
 Uluslararası Mübadele Sempozyumundan

 

BU BİR MÜBADELE HİKAYESİNİN ANLATILDIĞI RADYO HİKAYESİ

KOZANA HATIRALARI......

Selam Mübadil insanların fotoğraflarıyla birlikte bir mübadele hikayesi anlatımı burada....Bakalım kimlerle ortak hikayelerimiz var?...