RUMELİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
RUMELİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ekim 2023 Perşembe

KAYSERİ'YE YERLEŞTİRİLEN MÜBADİLLER

 


Kesriye Hastahanesi Heyet-i Sıhhiyesi ile hastalarının fotoğrafı. a.g.tt




Kesriye'de yapılan hastahanenin iki fotoğrafının gönderildiğine dair Manastır Sıhhiye müfettişinin yazısı. (Bir fotoğraf mevcut)

Belge Tarihi :   H-20-12-1321



Kayseri'ye ilk mübadil kafilesi,1923 yılının Aralık ayında 958 kişi olarak gelmiştir. Ocak, Şubat, Mart ve Nisan aylarında yoğun kış koşulları nedeniyle yeni mübadil sevk edilmemiştir. Kayseri'ye mübadele ile gelenlerin sayısında da farklı rakamlarla karşılaşılmaktadır. Geray'ın çalışmasında, Kayseri'ye yerleştirilen aile sayısı 1644 kişi sayısı ise 6150 olarak belirtilmiştir. Bir başka kaynağa göre, 3.794 erkek ve 3486 kadın olmak üzere toplam 7280 mübadil Kayseri'ye yerleştirilmiştir. 

Justin McCarthy ise Kayseri'ye 6703 kişinin getirildiğini yazmıştır.

 Kayseri'ye getirilen mübadillerin küçük bir kısmı esnaf ve zanaatkâr, büyük bir kısmı ise Yunanistan'da kırsalda tarım ve hayvancılıkla geçimini sağlayan köylülerdir. Kayseri merkezine yerleştirilen 129 hanedeki 509 nüfusa; 127 ev, 46 dükkan, 1024 dönüm tarla, 80 dönüm bağ ve 77 dönüm meyve bahçesi verilmiştir. Diğer ilçe, kasaba, köylerde de benzer şekilde, Rum ve Ermenilerden kalan sağlam durumdaki ev ve araziler verilmiştir.

Kayseri'ye gelen mübadillerin en önemli şikayetleri toprağın verimsizliğiydi. Bu durum Kayseri milletvekili Ahmet Hilmi bey tarafından 5.11.1924 tarihli Meclis konuşmasında da dile getirilmiştir. Hilmi bey Kayseri'nin arazisinin tarım için az olduğunu Kozana'nın çiftçisi yerine,  Siroz, Drama ve Sırfiçe'nin biraz sermaye sahibi, şehir hayatına alışkın olan, zanaat ve ticaret erbabından mübadillerin buraya yerleştirilmesinin doğru olacağını savunmuştur. Mübadele, İmar ve İskân vekili Refet bey 27.10.1924 tarihinde Mecliste yaptığı konuşma da Kayseri ve Niğde çevresinde boş durumda ve oturulabilir çok sayıda konut olduğu halde, yeterli tarım arazisi olmadığı hususu dikkate alınarak az sayıda mübadilin gönderildiğini ifade etmiştir.

Elbette Yunanistan'dan gelen mübadiller ile yerli Anadolu halkı arasında kimi yerlerde toplumsal sorunlar yaşanmıştır. Türkçe bilmeyen mübadillerin olduğu bir ortamda, yerel halkın gerginlik anlarında mübadillere "gavur tohumu" ifadesi kullanmaları birinci kuşak için oldukça yaralayıcı olmuştur. Feke kazasına yerleştirilen mübadiller, Develi'de yaşayan Şark mültecileri tarafından sürekli rahatsız edilmiştir. Ankara'dan Develi Kaymakamlığına yazılan bir emirde sorunun acilen çözümlenmesi istenmiştir. 
 
100.yılında Mübadele adlı kitapta Prof.Dr. Suat Çabuk'a ait makaleden.....


Kayseri'ye gelen mübadillerin bazıları
Kozana Serfice'den Develi, Bünyan ve Emir Sultan mahallesine,
Kozana Topçular'dan Develi ve Reşadiye'ye
Kozana Kayalar Bünyan'a
Kayalar Kolarca Pınarbaşı'na
Selanik İstromca İncesu'ya
Karacaabad'dan Kayseri Merkez
Vodina'dan Bünyan'a
Yenice-i Vardar'dan Kayseri'ye
Siroz'dan Kayseri'ye yerleştirilmiştir. 

Mübadil yerleşim bölgelerinde;  kim, nereye, nereden gelip  yerleştirildikleri ile ilgili bir istatistik maalesef yoktur.

Sevgilerimle







27 Mart 2023 Pazartesi

MUHACİR GİDECEĞİ YERİ OLMADAN BİTEVVİYE YÜRÜYEN HAYALETTİR.

 



Fotoğraflar Spanio film şirketinden 
105 yıl önce Kesriye'ye ait
Andreas Konstantinidis’e çok teşekkürler 


Tarihin içinden bakınca Rumeli neredeyse ikiyüz yıldır sancılar içinde kıvranan hasta bir bünyeye benzer...kah orasına kah burasına vuran ağrılarla iç çeken her iç çekişte renkleri solan, eli ayağı işlevini yitiren bir hasta bünye....muhacir ise iki asırdır o hasta bünyeden ayrılıp giden ruhtur sanki...o gittikçe şehirler yad el olur, leylekler geçmez olur semadan, çınar ağaçlaı kuruyup kalır. Öyle ya......toprak bağrında hayat verip büyüttüğü, bünyesine alıp kendine dönüştürdüğü insanlarla anlaam bulur. O insanlar çekip gittiğinde herhangi bir yer olur toprak.Dağın adı başka,suyun tadı başka Rumeli türkülerinde insan ile toprak arasındaki bu bağ nasıl güzel anlatılır. Selanik'teki bir kolera salgınında yârini kaybeden delikanlının dilinden dökülen türküde olduğu gibi;

Selanik Selanik ıssız kalasın,

Taşına toprağına diken dalasın

Sende benim gibi yarsız kalasın.


Kimdi o delikanlı hatırlayan yok....ama ne güzel anlatmışşehre olan sevdasını. Öyle ya, insanlar şehirlerin yâridir, mimari eserler ise süsü.Türküler hatırasıdır,zihnidir,nefesidir,dilidir. Muhacir ise o dil ile yârini anan bir uslanmaz aşık.....bu nedenle giderken herşeyi yanında götürür muhacir....toprağını bırakmanın intikamını böyle alır tarihten. Ama o, geldiğinde bu diyarlara, ayrıldığı yerden getirdiği canı ekmiştir Anadolu toprağına.Toprak ise cömertçe kabul edip benimsemiştir yeni fidanları...yağmur cömertçe can suyu olmuştur onlara.Sesine ses katmıştır bu toprakların rengine renk....o sebeple pek az diyar bu topraklar kadar ana kucağı olmuştur başkalarına.

Muhacir bu topraklarda başkası değildir. Biri Rumeli'den,öbürü Kırım'dan,bir başkası Kaf Dağından.....farklı dillerde,farklı enstrümanlarla dile getirilse de aynı duygular anlatılır.Hani bir vatan vardı,hani kuzeyde mi güneyde mi, doğuda mı batıda mı olduğu çok da önemli olmayan bir vatan vardı. Şah İsmail'in şiirinde dediği gibi.....

"Rakib elindeymiş dest-i Nigar mene ne!"

Yazrın demesi o ki insanlar gibi topraklarında kaderi vardır..Mısır'ı hep köleler idare etmiştir. Irak hep kerb ile bela'nın yurdu olmuştur.Kafkas hiç benzememiştir başkasına, Balkan hep aynı sıcaklıkla kaynayıp durmuştur. Anadolu ise hep içine alıp dönüştürmüştür. Biraz da bu sebeple

"Dost dost diye nicesine sarılanların sadık yâri" olmuştur.

                                                                      Anonim bir yazı

Sevgilerimle

 

27 Ocak 2023 Cuma

KİREÇ KOKULU BEYAZ EVLER


 Karaferye doğumlu Ekrem'in nüfus cüzdanının fotoğrafını kullanmama izin veren  Tülay Urgancı hanımefendiye sevgilerimle 
Atalarımızın nüfus cüzdanları kendi kişisel aile tarihlerimiz için çok önemli kayıtlardır.

MİSS GİBİ KİREÇ BADANALI EVLER

Rahmetli Annanem, yılda 2 ya da 3 kez tüm evinin içini ve dışını çalı süpürgesiyle kireçle boyardı. Mis gibi kokardı. Kireç kokusunu temizlik kokusu olarak algılamam sanırım bu sebepten.......

.................

Düz dam yerine üçgen damlar, kireçle badanalar



Mübadele yoluyla marangoz, duvar ustası ve boyacı birçok meslek grubuna mensup kişi Anadolu'ya göç etmiştir.Bu meslek grıplarının mensupları göç ettikleri yerlerde öğrendşkleri ve uyguladıkları birçok tekniği geldikleri Anadolu coğrafyasındaki halkla paylaşmışlardır. Bunlardan birisi evlerin damları ve duvarlarının kirece boyanması geleneğidir. Muhacirler,yeni yerleştikleri Anadolu köy ve kasabalarındaki nüfusa evlerinin damlarını düz dam yerine, üçgen dam kullanmayı öğretmişlerdir. Ayrıca evleri kirec ile badana etmek geleneği de muhacirlerle Anadolu'ya gelmiş başka bir uygulamadır. Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarda  duvar yapımında coğrafi bölgenin karakteristik özelliğine göre taş ve kerpiç gibi yapı malzemeleri kullanılmaktaydı. Özellikle kerpiç Batı Anadolu'nun değişmez yapı malzemesiydi. Özel olarak hazırlanmış ıslatılmış sarı toprak ve üzerine dökülen samanın karıştırılması ve bu karışımın belli büyüklüklerde tabakalanması ile oluşturulan malzeme ile duvarlar,evler inşa edilmekteydi. İnşa edilen duvar ve evler tekrar toprak ve samandan oluşan malzemeyle sıvanması sonucu düzlük kazanıp göze güzel görünür hale getirilmiştir. Bu sayede ev sahipleri yeni bir tarz badana tekniğini öğrenmiş ve kirece boyanan evler beyaz tertemiz bir görünüm kazandılar.

Erdal İNCE
 Uluslararası Mübadele Sempozyumundan

 

10 Ekim 2022 Pazartesi

MUSTAFA NECATİ'NİN MÜBADİLLERLE İLGİLİ GENELGESİ "DERDİNİ SORMAYACAKSIN, YÜZÜNE BAKIP ANLAYACAKSIN!"


Selam 
 Sayın Prof.Dr. Kemal Arı hocamızın tarihin tozlu sayfalarından çıkardığı, bize kazandırdığı genelge'de,  Mustafa Necati; emirlerini,  o kadar içten ve duygu dolu cümlelerle yazmış ki, duygulanmamak elde değil. Tam bir devlet adamı mantığıyla hareket ederek " Derdini sormayacaksın, yüzüne bakıp anlayacaksın" diyor. 



"1. Kış başlamıştır. Teşkilatımızın hazırlık döneminde, göçmen taşıma işlerine önemli ölçüde el atılmıştır. Bu zorunlu durumdan dolayı, bölge müdürlerinin göçmenleri indirme iskelelerinden uzaklaşamadıklarını ve çalışma alanlarını oluşturan vilayet ve kazalarla tam anlamıyla ilgilenmeye zaman bulamadıklarını görüyorum. İndirme iskelelerinde bulunan bölge müdürleri, her halde bölgelerinin en uzak noktalarına kadar gidip etki ederek, göçmenlerin küçük ve gizli yaralarına çare bulmayı en önemli görev saymalıdırlar. Bunun için de bölge emrine verilen memurları bölge içindeki vilayet ve kazalara göndererek, işlerin içinde bulunmaları gerekir. Buna dikkat etmenizi tavsiye ederim.
2.Bölge müdürleri, örgütleri hakkında kapsamlı bilgi vermiş değillerdir. Onun için bölge müdürleri emrinde bulunan memurlar oraya gönderilmiş ya da gönderilmesi kararlaştırılmış bulunan göçmenlerin yerleşme, beslenme ve rahatlarını sağlamaya yeterli midir? Bunu belirleyerek bildirmelidirler. Gereksinim oranında memur göndereceğimden, bölge müdürleri memur gereksinimlerini bana anlatmalı ve bu konuda beni ikna etmelidir. Her bölge müdürü emrindeki memurlardan dolayı sorumludur. Atanan ve seçilen gerek maaşlı ve gerek gündelik ücretli memurlardan yararlanma olanağı olmayanlar, derhal işten çıkarılmak üzere bakanlığa bildirilmelidir… Görevini namusu kadar sevmeyen memurlar, imar ve iskan işlerinde çalıştırılamazlar. Çünkü imar ve iskan işi, kardeşlerimizin yaşamı, memleketimizin huzur ve mutluluğu işidir. Çalıştırılamayanları çalışır duruma getirmek, çalışma yeteneği olmayan ve bu işe büyük bir aşkla sarılarak çalışmayanları memurlarımın arasında görmek istemiyorum. Bunu önemle ilginize sunarım…
3.. Herhangi bir muhacir kardeşimin özen ve ilgiyle bakılmamasından dolayı uğrayacağı akıbet, vicdanım üzerinde acı ve elemli etkiler yapar. Sizde de aynı etkiyi yapacağından eminim. Bu nedenle Hilal-i Ahmer dispanserleri, Hilal-i Ahmer örgütü yerleştirilen göçmenlerin sağlığını tam anlamıyla sağlayamıyorsa, bunları güçlendirmeye çalışmakla birlikte, doğrudan doğruya bölgeniz emrinde bulunmak üzere doktor atayabilirsiniz. Aynı zamanda, gelen kardeşlerimizi üretici duruma koyabilmek için bunlara gönderdiğim genelgede vurguladığım gibi, tohum, araç-gereç vermek yetkisine sahipsiniz. Dolayısıyla, bu tohumlar ekilmiş midir? Gerekli yerlere verilmiş midir? Bütün bunları incelemek gereklidir. Bunun için de tarım uzmanına gereksinim varsa, atarsınız. Yalnız gerek doktorlar, gerek tarım uzmanları atak, kötü hava koşullarından yılmaz, gezmekten usanmaz, incelemelerinde etkili olmalıdır. Köylere, kazalara, şehirlere yerleştirilen göçmenlerin kesin olarak memurlarımızın şefkatli ilgi ve özenli bakımdan uzak bulunmamalıdırlar.. Örgütte bu noktaya önem veriniz. Ne kadar arazi ekildiğini, ne kadar hasta, ölüm ve doğum gerçekleştiğini her on beş günde bir raporla bildirmek gereklidir. Gerekli malzeme ve sağlık araç-gereci bulundurmaya dikkat etmelisiniz. Ölenlerin ölüm nedenlerini doktor raporuyla birlikte merkeze göndermeniz gerekir. Doğumlar da önemle izlenmelidir. Doğan çocuklar gözbebeğimizdir. Bunların yaşaması için çalışmak gereklidir. Bunlara gerekli yardımı yapacağımdan, doğum gerçekleştiğinde bana günü gününe haber verilmelidir.
4.. Şimdiye kadar gönderdiğim genelge ve emirlerde sözü edilen görevlerin yapılışı gerçekleşmiş olmasına karşın, aşağıdaki noktaya da çok önem veriniz:
1.. Göçmenlerin köylerdeki genel durumları nasıldır? Onlarla temas eden memurlarımız yüzlerine baksa, biraz dertleşse herşeyi keşfedebilirler.Çehrelerin, ifadelerin ayrı ayrı anlamları vardır. Bir bakışımızla, yerleşimini sağladığınız göçmenlerin refah içinde ya da sıkıntıda olduğunu anlayabiliriz. Bundan dolayıdır ki, memurlar göçmen kardeşlerimizle sık sık temas etmeye ve onlarla dertleşmeye mecburdurlar. Camı kırık, kapısı sökük hiç bir göçmen evi istemem. Bütün göçmenlerin yerleştirildikleri evlerin camları, kapıları düzenli değilse, dikkat etmek gereklidir. Bölgelerde bu malzemeyi sağlayarak, kesin olarak her evin soğuktan korunmasını güvence altına alınız. Şayet bölgenizde bu malzemeyi bulamazsanız, telgrafla istemelisiniz.
2.. Yataksız yorgansız hiç bir göçmen kalmamalıdır. Paltosu, ayakkabısı olmayanlar var mıdır? Kundaksız yavruların olması olasılığını bile düşünüyorum. Hilal-i Ahmet Teşkilatı şimdiye kadar bize büyük oranda yardım etmiştir. Genel Merkeze yazdığım telgraflara verilen cevaplarda, her bölgede bu gibi malzemelerin bulunduğunu bildirmişlerdir. Bunları Hilal-i Ahmer memurlarından isteyerek sağlamak gerekir. Şayet sağlanamazsa, telgrafla bakanlıktan istek, gerçek görevlerimizdendir.
3.. Göçmenlerin oturdukları evler, sürdükleri tarlalar geçici değildir. Mübadele işleri son bulunca, kendilerine kesin olarak verilmiş olacaklardır. Göçmenlerin bu konuyu bilmeleri gereklidir. Dolayısıyla ev ve arazinin kendi malları olduğunu kulaklarına sokmalısınız. Oturduğu evin kendi malı olduğunu bilen bir adam, onu korumaya ve onarmaya çalışır. Aksi takdirde, gelişigüzel bırakır ve sonuç olarak da baştan başa düşman eliyle yakılıp yıkılan ülkede yeni viraneler meydana gelir. Her göçmene evine sarılmasına ve onu onarması görevinini anlatmalısınız.
4.. a- Onarım işlerine önem vermek, en önemli görevlerdendir. Terkedilen malların harap olanlarını bundan önce verdiğimiz emir gereğince onarmak gereklidir. İlkbahar’da her bölgede yapılması gerekli köyler için de şimdiden bilgi edinmeye çalışmalı ve mevsim gelince derhal işe başlattırılmalıdır. Buna ait ne gibi girişiminiz varsa, raporla bakanlığı haberdar etmelisiniz…
b- Gelen göçmenler kardeşlerimizdir. Göçün acılarına uğramış vatandaşlarımızdır. Bölgenizde özellikle yerlilik, yabancılık gibi bir zihniyetin ortaya çıkmasına engel olmak için halkı aydınlatmak gereklidir. Bir Türk göçmeni kardeşi gibi bağrına basmayanlar, asalet ve faziletin dünyada mümessili olan büyük atalarımızın çocukları sayılamazlar. Fazilet ve büyüklük, yoksullara yardım, göçmen kardeşlere samimi ve gülümseyen, iltifat eden bir yüz takınmakla gerçekleşmiş ve sağlanmış olur.
Bütün bu yazdıklarımdan amacım, sizleri en küçük davamıza kadar duruma egemen, makamınızın manevi etkisinden güç ve esin alan, işlerinizde etkili, göçmenlere baba, yavrularına ana şefkat ve saygısıyla bakarak, kardeşlerimize öksüzlük ve gariplik çektirmeden, bolluk içinde ve üretici konuma getirmiş biçimde yaşatarak bu kutsal göreviniz başarmaktır…"
Mübadele İmar Ve İskan Vekili Mustafa Necati



4 yıllık emeğimin sonucu olan kitabımı 2018 yılında yayınladım. Vefa örneği olmasını istediğim için ; doğduğu toprakları bir daha göremeyen buğulu,elâ gözlü tüm mübadillere ithâf ettim. 
Umarım birçok mübadile faydası olur. Kitapta Kozana'ya bağlı 61 köyde yaşayan 5140 Türk-Müslüman-Erkek nüfusa ait bilgiler bulunmaktadır. Kitabı almak isterseniz eğer sertaccihan@hotmail.com adresinden veya 05386748294 nolu whatsapp hattından bana  ulaşmanız  yeterlidir. 

7 Eylül 2022 Çarşamba

ADALAR DENİZİNDE YER ALAN LİMNİ - ILIMLI ADADA BULUNAN TÜRK KÖYLERİNİN ve MAHALLELERİN ADLARI




                                                                                                                      Alıntıdır.

Selam
Limni adası, Osmanlı zamanındaki ismi ile Ilımlı ada.....Ege Denizinde, Türkiye sınırlarına 50 km uzaklıkta, Gökçeada'nın güneybatısında bulunan volkanik adadır.
 Bir zamanlar Osmanlı idaresinde olan Limni adasının bir başka önemli özelliği ise şudur.  1.Dünya Savaşında, Osmanlı Devleti başarı göstermesine rağmen, birlikte savaşa girdiği devletler yenildiği için yenik sayılır. Mondros Ateşkes Antlaşmasını imzalayarak, savaştan ağır şartlar ile çekilmek zorunda kalır.    İşte Mondros Ateşkes Antlaşması, bu adanın Mondros Limanında imzalanmıştır. 
Antlaşmanın bazı maddeleri şöyledir.
* Çanakkale ve İstanbul boğazları İtilaf Devletlerine açılacak
*Osmanlı Ordusu dağıtılacak.
*Bütün demir yollarını ve haberleşme araçları İtilaf Devletlerinin kontrolü altına girecek.

Antlaşmanın en ağır maddeleri ise;
*7. maddesine göre galip devletler güvenliklerini tehlikede gördükleri stratejik yerleri işgal edeceklerdi. 
*24.maddesine göre ise; Doğu Anadolu bölgesinde, Van-Bitlis-Elazığ-Erzurum-Sivas-Diyarbakır'da bir karışıklık çıkarsa buralar işgal güçlerince mazeret gösterilmeksizin işgal edilebilecektir.
Bu antlaşma ile birlikte Osmanlı Devleti bağımsızlığını tümüyle kaybeder ve İtilaf Devletleri (İngiltere-Fransa-Yunanistan-İtalya) vatanımızı işgal etmeye başlar.

Bu antlaşmaya göre 
İngilizler, Antep,Urfa, Maraş ve Musul'u
Fransızlar, Hatay, Adana'yı (Dörtyol)
Yunanlılar, İzmir, Manisa, Muğla ve Aydın'ı
İtalyanlar, Antalya ve Konya'yı  işgal eder. Yıl 1918'dir.
                                                                

Atatürk; Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandığı sırada 37 yaşındadır ve 7.Ordu Komutanıdır. Antlaşmanın maddelerine itiraz eder. İstanbul'a telgraf çeker, ama İstanbul'da ki Osmanlı yönetimi, işgale karşı savunma yapmamasını ister. Karşı çıkar. Bunun sonucunda görev başında olduğu 7.Ordu ve Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı görevine son verilir. Mustafa Kemal İstanbul'a döner. Boğazda demirlemiş İtilaf donanmasını gördüğünde ağzından şu sözler dökülür.
"GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER!"






Gelelim tekrar Limni Adasına

1912-1913 yılları arasında  kaybettiğimiz Balkan Savaşları sonrası yüzölçümü iki kat artan Yunanistan Devleti, Balkanlardan pek çok toprağı sınırlarına dahi ederken, Girit Adasını da alır. 1919-1922 yılları arası Batı Trakya ve Ege Adalarını da işgal eder. İtalya'nın işgalindeki 12 ada hariç, kalan tüm Ege adaları Ekim 1912- Mart 1913 tarihleri arasında Yunanlılar tarafından işgal edilir. Avrupa Devletleri 14 Şubat 1914'de İmroz, Bozcaada ve Meis'i Türkiye'ye bırakırken, Taşoz Semadirek, Limni, Midilli, Sakız ve Sisam'ı Yunanistan'a verdiklerini ilan ederler. Ancak bu adaların gerek Türkiye'ye ve gerekse kendilerine karşı tahkim edilmemesi şartını koşmuşlardı. Osmanlı Devleti bu kararı tanımaz ve bu şekilde Birinci Dünya Savaşına girilir.

Sonuç olarak yönetime, eğitim-öğretime, maliyeye ve savunmaya ilişkin gerekli önlemleri zamanında alamayan, siyasi gelişmelerin içeriğine nüfuz etmeksizin, umudunu dost olarak vasıflandırdığı büyük devletlerin aralarındaki dengeye bağlayan ve etkin bir siyaset izlemek yerine, uysal davranmayı tercih eden Osmanlı, milletlerarası bir soruna dönüşen bu uzun süreli mücadelede kaybeden taraf olur.*

*Şerafettin Turan- "Geçmişten günümüze Ege Adaları sorunu, boyutlar,taraflar"
111.Askeri Tarih Semineri, Türk Yunan ilişkileri, Ankara-1986




Gazeteci  Bülent Günal' ın tamamını burada okuyabileceğiniz  Osmanlı tarihi üzerine dersler veren, kitaplar yayınlayan tarihçi Health Lowry ile yaptığı röportajında ;


1456'da Limni Adasından, İstanbul'a bir heyet gelir. Fatih'e adayı kendi istekleri ile Osmanlı'ya vermek istediklerini söylerler. Fatih kabul eder. Adaya çoğu Rum kökenli 19 yeniçeri atanır. Bir yıl sonra adayı Papa'ya ait güçler işgal eder ama ada halkı tekrar Osmanlı İdaresi altına girmeyi ister. Üç yıl içinde Osmanlı güçleri adanın yönetimini tekrar ele geçirir. Birkaç yıl sonra Venedikliler adayı ele geçirir. Fakat halkın tavrı yine değişmez, halk yine tavrını Osmanlı'dan yana koyar. 1479 yılında Venediklilerle yapılan antlaşma sonucu Limni tamamen Osmanlı İdaresine geçer. Fatih'in Limni adasına karşı olan ilgisi ne adanın stratejik önemi, ne de vergi ile açıklandığını belirtiyor Lowry.......Ardından ekliyor;
Fatih aslında  Limni Adasında ki "Tıyn-ı Mahtûm " için savaştı

476 km'lik volkanik bir adada Fatih'in vazgeçemediği Tıyn-ı Mahtûm  neydi peki........

“Tıyn” çamur, “mahtûm” ise mühürlenmiş anlamına gelmektedir.*


 *Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara 1978

Sadece Limni Adasında bulunan "Tıyn-ı Mahtûm" yani "mühürlü toprak" la ilgili çok eskilere dayanan bir inanç vardır. Başlangıçta bu özel toprağın yılan sokması ve zehirlenmelere karşı şifa olduğu düşünülüyormuş. 15. yüzyıla gelindiğinde ise başta veba olmak üzere salgın hastalıklara karşı da önleyici bir etkisinin  olduğu düşünülmeye başlanılmış. O dönemlerde Fatih'in en büyük düşmanı veba..... 1455 ve 1467'de İstanbul'da iki büyük veba salgını olur. On binlerce insan ölür. Fatih Sultan Mehmed o tarihlerde İstanbul'a  Balkanlardan adam yolluyormuş salgının geçip geçmediğini öğrenmek için....Geçmediğini öğrenince Balkanlarda dolaşmaya devam ediyormuş.

Bu arada Limni adasından çıkan bu toprağın vebaya karşı kullanıldığı haberini alır. Adada vebaya karşı  bu toprak hap gibi yutuluyormuş. Mühürlü toprak  yani Tıyn-ı Mahtûm yılın sadece bir günü yani Hz. İsa'nın dirildiği gün olduğuna inanılan 6 Ağustos'ta Limni Adasında bir tepecikten çıkarılıyor. O toprağın kullanım hakkı şu anda bir Hırıstiyan ailenin sorumluluğunda... Tepenin hemen yanında bir çeşme yapılmış. Her 6 Ağustos'ta dini törenle tepede 2-3 metrelik kazı gerçekleşiyor ve bir miktar rengi kızıla çalan mühürlü toprak çıkarılıyor. Çıkarılan toprak önce çeşmede yıkanıyor, sonra bezlere sarılıp ağaçlara asılıyor. Ardından mühürlenip, İstanbul'a saraya gönderiliyormuş. Satılması kesinlikle yasak olan bu toprağı kaçak olarak çıkarmaya çalışanların ise kellesi vurulurmuş.
Fatih Sultan Mehmet bu topraktan bardaklar yaptırır. Halen Topkapı Sarayında bu bardaklardan birkaç tane var. Fatih'e sunulan içecekler önce bu bardağa konuluyor, ardından şaşaalı bir kadehe konularak Padişaha sunuluyormuş. Eğer içecekte zehir varsa Tıyn-ı Mahtûm'dan yapılan bardak çatlıyormuş! Eğer bardak çatlamazsa içinde zehir yok demekmiş. O yüzden mühürlü toprak çok değerli....Diğer ülkelerin elçileri Padişaha değerli hediyeler kürkler, mücevherler getirdiklerinde, Padişahın onlara verdiği hediyelerin içinde mutlaka  Tıyn-ı Mahtûm'dan yapılma bardaklarda bulunmaktaymış.*







 Fatih’in adanın kesin olarak fethedilmesinin hemen ardından, Limni’ye tıyn-ı mahtûm ile alâkalı bilgi toplamaları için bir heyet gönderdiği bilinmektedir. Bu yalnızca Osmanlı padişahlarının toprağa hassasiyetle yaklaştıklarının bir örneğini teşkil etmektedir. Bunun dışında çıkarılan toprağın çok önemli bir kısmının saraya gönderilmesi, Osmanlı padişahları için esas önemli olanın toprak üzerinden ticarî gelir elde etmek olmadığını düşündürmektedir. Buna rağmen toprağın ticarî bir emtia değeri taşıdığı anlaşılmaktadır. Bu hususta Naîmâ oldukça ilgi çekici bilgiler aktarmaktadır. Tarihçi bilhassa nispeten zengin bir kesimin, tıyn-ı mahtûma rağbet ettiğini, yahut edebildiğini bildirmekte, dolayısıyla ticarî bir değeri olduğuna dikkat çekmektedir. Ayrıca Hoca Saadeddin Efendi de tıyn-ı mahtûmun devlet hazinesine önemli katkı sağladığını ifade etmektedir.
Toprağın ne denli kıymetli olduğu, İstanbul’un ağırladığı üst düzey misafirlere hediye olarak sunulmasında da açık bir biçimde görülmektedir. Bu noktada Stephan Gerlach’ın tanıklığına müracaat edilebilir. Gerlach, elçiye sunulan en kıymetli armağanlar arasında zaman zaman tıyn-ı mahtûmun da bulunduğuna işaret etmektedir.*

Yasemin Demircan'ın Acta Turcica Türkoloji dergisinde yayınlanan    AKDENİZ DÜNYASININ MUCİZE TOPRAĞI  adlı makalesinden.....



                                                   ALINTIDIR




 Limni adasının mübadele ile gelen  eski sakinlerinin çoğunluğu İzmir-Foça'ya yerleştirilmiş. Diğer bir kısmı ise; 
İZMİR
Ödemiş, Çeşme, Alsancak, Bergama, Halkapınar köyü, Karşıyaka'ya
BALIKESİR
Edremit, Havran, Erdek, Altınoluk, Ayvalık'a
ÇANAKKALE
Lapseki, Bayramiç, Yukarı çarşı mahallesi, Ezine, Musaköy, Ayvacık'a
İSTANBUL
Çatalca Kabakça mah., Arnavutköy, Kadıköy'e
Ordu-Ünye'ye
Aydın-Karapınar köyü'ne ve  Nazilli'ye yerleştirilmiştir.


Ilımlı yani Limni adasında bulunan köyler ve mahalle isimleri aşağıdadır.

KÖYLER
MAHALLE
Kornoz
Kadı Ahmet
İsterati
Kale Altı
Portyanoz
Çarşı
Kuzulu
Camii Cedid
Lera
Halil bey
Şiyordiya
Kayacık
Kroni
Meydan
Penaya
Varoz
Kondiye
Camii Atik
Kortuz
Komi
Filya
Firgide
Bozcaada (Tenedos)
Kapıska
Orispol
Çamandarya
Ayopat
Karpaş
Açkı
Livadimor
Kondopol
Tanoz
Mondoros
Kondoraki
Paşa Limanı
Plaka
İmroz kazası
Angaryanoz
Kapya
Orminoz
Yerlice
Candır



İşte böyle bir zamanlar bizim olup, kaybettiğimiz vatan topraklarından birinin daha ilginç hikayesi......
                                                                         Sevgilerimle







7 Mart 2022 Pazartesi

DRAMA'YA BAĞLI SAMAKOL KÖYÜNDEN GELEN AİLELERİN LAKAPLARI

 Merhaba

Tasfiye talepnamelerini araştırırken Drama'ya bağlı Samakol köyünden  gelen aile reislerinin isimlerinin önünde entresan lakaplar olduğunu gördüm. Aşağıda bu lâkapların tasnifini yaptım. Toplamda 272 hane Samakol köyünden Anadolu'ya gelmiş. 




Gogo Hüseyin, Muhacir Ramazan, Çancı Hasan, Çıracı İsmail, Çilingir Mustafa, Gedik Hüseyin, Balcı İbrahim, Çapar Ali, Topçu Hasan, Delibey Yakup, Bulgur Osman, Çalık Ahmet, Ayaklı Halil, Boz İbrahim, Gogo Ali Onbaşı, Körpe Mustafa, Köse Bayram, Öğretmen Yusuf, Tüfekçi Hasan, Tuzlu İsmail, Macun Ali, Kiraz Hasan, Hatip İsmail, Softa İbrahim, Kelebek İsmail, Gogo Hüseyin, Kabak Hüseyin, Kıyak Mehmet, Karaca Hüseyin, Kurt Ali, Koç Mustafa, Kurtça İsmail, Osmance İbrahim, Hancıoğlu Mustafa, Hacıoğlu Ahmet, Delibey Mehmet, Şir oğlu Ali, Cambaz Halil, Mağcun İsmail, Tozlu Mustafa, Çam Hasan, Dalaklı Ramazan, Dolgun Hasan, Koç Mustafa, Boz İbrahim, Cabbar İsmail, Deli Mehmet, Kılıçlı Mehmet, Macun Ali, Havale Ahmet, Kiraz Hasan Çakal Mustafa 

12 Temmuz 2021 Pazartesi

DOYRANLI CEMAATİ İLE TAŞKÖPRÜ KÖYÜ TARİHİ

 

Doyranlar köyü-Yenipazar-Şumnu'dan,  Taşköprü- Afyon-Sultandağı'na....


Yukarıda gördüğünüz sol tarafta bulunan Namazlağ günümüze kadar ulaşan Hacı Hasanlar sülalesinden Somunculardan miras......1930'lu yıllarda Doyuranlarda dokunan misafirler için üç-dört kişinin yanyana namaz kıldığı kök boyalı kilim 





Doyranlar cemaatinin Türkiye'de ki köyleri


Talip dede ve eşi Ayşe nine.....soyadları Parlar
Bulgaristan Doyranlardan 1927 yılında göç etmişler. Yanlarındaki torunları İsmail Parlar
Çifteler Köy Enstitüsü öğrencisiyken


Doyranlar köyü Osmanlı Tahrir (vergi) defterlerinde ilk olarak 1538 tarihli  kayıtlarda görülmektedir. Bu dönem Kanuni Sultan Süleyman dönemidir. "Zaviye-i Doyran" ve "Çoban Pınarı"  olarak kayıtlıdır. Kuruluşta 3 hane ve 4 bekar nüfus vardır. İlk hane de İdris dede oğlu Hüseyin dede kayıtlıdır ve zaviyenin şeyhi olarak görülmektedir. (Günümüzde Hacı Hasanlar olarak devam eden sülale olma ihtimali vardır. Dede-torun isimlerinin İdris ve Hüseyin olarak özgün isimler olması, silsilenin devam ettiğini düşündürmektedir)

Daha sonra Anadolu'dan iskânlar devam etmiş nüfusu artarak 1557 yılında Kılavuzlar adında ayrı bir mahalle kurulmuştur. Çiftçilik ve hayvancılık (rençber) yaparak geçimlerini sağlarlardı.

1925 yılı nüfus sayımında  296 hane ve 1410 nüfus görülmektedir. Günümüzde Şumnu-Yenipazar-Doyranlar köyü 1902-1927-1939-1951-1968-1989 tarihlerinde Türkiye sınırları içine göç etmişlerdir. Afyon-Sultandağı Taşköprü köyüne 1927 yılında  Kara Mustafalar (Kara Hasan- Kara Hüseyin) Mehmet Güveyi'ler, Terzi Aliler,Topallar, Kara Mustafa'nın kardeşi Kara Halil, Kayseri'ye Şahlılar, Afyon Merkez köye 1939'da Hacı Hasanlar sülalesi ile Zobu'lar, İzmir Menemen Maltepe'den Taşköprü'ye, Kayseri Bünyan'a, Bursa, İstanbul, Edirne gibi yerlere yerleşmişlerdir. Mevcut kalanların ilk kurucularla hemen hemen hiç bağlantıları kalmamış olup, göçenlerin yerlerine Bulgaristan içinden Şop Bulgarları yerleştirilmiştir. 2008 yılı nüfus sayımında 124 hane, 566 nüfus görülmektedir.

Taşköprü köyü 1928'de köy olarak kaydedilmiştir. Şu anda ki yerinin biraz daha doğusunda "Gavurun çiftliği" adı verilen yere kurulmuştur. İlk yerleşimde mevcut samanlık,ahır gibi yapıların temizlenip, bölmelere ayrılmasıyla oluşturulan evciklere yerleşilmiştir. 1933-1935 yıllarında ki kuraklıkta Akşehir gölü tamamen kurumuş ve köy dağılmıştır. 1937 yılında tekrar geri dönerek şimdiki yerinde Akarçay'ın batı kenarına kurulmuştur.Köyde Motorcular sülalesine ait bir adet değirmen, Karamehmetlerin  bir adet pekmezhane-şekerpancarından, bir adet köprü, Pipicilerin köprü başında petrol istasyonu vardı. Çiftçilik ve Hayvacılık yapıyorlardı. İlk kuruluşu tamamen göçmen köyü olsa da 1968 tarihinden sonra Akşehir gölünün taşması, arazilerin göl altında kalması ve Türkiye'de sanayileşme neticesinde çoğunluğu Eskişehir, Manisa-Salihli, Bursa, Kocaeli, İzmir, İstanbul gibi büyükşehirlere göç etmişlerdir. Göl taştığında balıkçılık (sazan,turna,kerevit,çapak,tatlı su kefali) hasırcılık ve kamışçılık yapılmıştır.

Rumeli'de iskânda birçok isim cemaat adından gelmektedir. Doyuran cemaati yörüklerin arasında bayağı nüfuzlu özel bir cemaat olup, Makedonya'da da bir gölün adı olmuştur. (Bazı kaynaklarda Toyranlar da denilmektedir) Avşar Türkmenlerinden Oğuzların Bozok kolundandır. Eldeki verilere göre Doyran boyuna ilk kez 11.yüzyılda Türkmenistan'da rastlıyoruz. Daha sonra yaşanan savaşlar ve Moğol baskısıyla Anadolu'ya göç ediyorlar. Adıyaman'dan başlamak üzere Anadolu'da Kuzey ve Güney istikametlerine ayrılıyorlar. Bugün bile Türkiye'nin farklı yerlerinde Doyran ismi ile köyler vardır. Anadolu Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde ise boya mensup aileler Balkanlara göç ediyor.Anadolu'da yoğun olarak bulundukları böle Sis Sancağı (Merkez Adana-Kozan) Adana ve Maraş bölgesidir. Öncesinde ise Dulkadiroğlu Beyliği içindedirler. Ayrıca Doyranlı cemaati Köpekli avşarının bir obası olarak bilinmektedir.

Doyranlı cemaati ile ilgili bilgiler için Sayın Hasan Parlar'a teşekkürler......

Sevgilerimle

29 Mayıs 2021 Cumartesi

AKSAKLILI HAYDAR GİBİ SESSİZLİK YEMİNİ EDENLERİN HİKAYESİDİR BU.......




Haydar..... Aksaklılı Haydar...1912 Yunanistan Kozana doğumlu....
Baba adı Mustafa, anne adı Ayşe...Köyün isminin halk arasında birçok söyleniş şekli vardı.İsaklı, Ağsaklı, Aksakallı...şimdiki ismi ise Lefkara.....Rumeli'de huzursuzluk başlamadan önce tek katlı, iki odalı, iki ara hayatı, dört ara saman hanesi, iki ara ahırı olan, iki merkebi, üç keçisi, bir koyunu ile 34 dönüm arazisinde çavdar, mısır,arpa ve 4 dönüm bağında her çeşit üzümü yetiştiren bir çiftçi......
Vatanları Rumeli'yi terk etmeyi hiçbir zaman düşünmemişler.  Taa ki yüzyıllardır birlikte yaşadıkları Osmanlı tebaası Yunan-Bulgar-Arnavut çeteler onları öldürmeye başlayana kadar....
Bu huzursuz dönemde Haydar'ın babası Mustafa; köyde ki diğer aranan erkeklerle birlikte dağlara çıkar. Yaklaşık 10 yıl dağlarda çetelere karşı savaşır. Bir gece karısı Ayşe ve oğlu Haydar'ı görmek için köye indiği sırada, yakın akrabası tarafından Yunan çetecilere ihbar edilir, tuzağa düşürülüp öldürülür.
Bu olaydan birkaç yıl sonra annesi Ayşe'de ölür.
Bu kargaşa durumu 1912 Balkan Savaşları ile başlayıp, 1923 yılında imzalanan Lozan Barış Antlaşmasına kadar sürdü. Ondan sonra sancılı yıllar...
Büyük göç mübadele.....



Haydar hem öksüz, hem yetim tek başına kalakalır.
Bu sırada 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Barış Antlaşması imzalanır. Din esaslı olarak yapılan mübadele antlaşma kurallarına göre; Batı Trakya hariç, Yunanistan sınırları içerisinde kalan Müslüman Türklerle, İstanbul hariç Anadolu'da yaşayan Ortodoks Rumların yer değiştirmesine karar verilir.
Mayıs 1924'de tasfiye talepnameleri kişilerin beyanlarına göre doldurulmaya başlanır ve Temmuz 1924'de Rumeli'de Anadolu'ya göç başlar. 
Mübadelenin ne olduğunu bilmeden -Gazi Paşa çağırmış diyerek yola çıkarlar.
Bir hafta boyunca sefalet içinde yürüyerek Selaniğe varırlar. Yaklaşık  bir ay Selanik'te  Beyaz (Kanlı) Kule'nin orada kendilerini Anadolu'ya götürecek gemiyi beklerler. On gün süren gemi yolculuğundan sonra Haydar; Aliye ile Samsun'a ayak basar. 
Mübadele başladığında Haydar 12 yaşında ve kimsesiz....
O zamanlar kimsesiz çocukları aynı veya yakın köyden yalnız bir kadının yanına vererek Türkiye'ye göndermişler. Haydar'ı da  Aliye isimli bir kadınla birlikte Türkiye'ye göndermişler. Burada Nevşehir-Derin kuyu-Su vermez köyüne yerleştirmişler. Aile de hiç kimse Aliye'yi tanımıyor. Ama Su vermez köyü muhtarlığında Haydar'ın annesi olarak kayıtlı....Daha sonra Haydar Adana'ya, sonra da Ceyhan'a gidiyor. 17 yaşında askere alınıyor. Üç kez askere çağrılıyor ve toplamda 7 yıl askerlik yapıyor. Bu arada Fatma ile evleniyor, dört çocukları oluyor. Yıllarca yokluk içinde göç yollarında hayata tutunmaya çalışırlar. Tam her şey yoluna girdi derken Haydar ortağı tarafından sırtından bıçaklanarak öldürülür.
Bundan sonrası ise dört çocukla kalakalan Fatma için tam bir felaket...Yıl 1945 dul kalan genç bir kadın....kadınların çalışmasını ayıplayan bir zihniyet....başında durulması gereken ama durulamayan bir otel....elinden kayıp giden malları, sahte altınlarla ellerinden alınan mübadil tapuları....arkasından gelen derin fakirlik ve tekrar küllerinden doğmaya çalışma hikayesi.....

Yunanistan'da doldurulan tasfiye talepnameleri mübadil çocukları için çok değerli... Karanlıkta kalan geçmişlerinin belgeleri.... Dört suret olarak doldurulmuş. Suretler  Yunanistan'a,  Türkiye'ye, Mübadele Komisyonuna (büyük ihtimalle Lozan'da) ve mübadillere verilmiş.
Mübadele sırasında mübadillerin taşınması için Yunan hükümeti gemiler tahsis etmiş, seyahat için bir değer biçmiş ama bunu kabul etmeyen Türk mübadillere Türk Hükümeti kendi vapurlarını göndereceğini bildirmiş. Bu yolla zaten yoksul olan Türkiye Cumhuriyetinin parasını içerde tutmayı istemişler. İstanbul ve çevresine getirilecek göçmenler için kişi başı 300 kuruş, Karadeniz,Mersin ve çevresi için kişi başı 600 kuruş bedel alınmış. Bu parayı ödeyemeyeceğini belirten mübadillerin parasını Vapurcular Birliği öder. Haydar'ın tasfiye talepnamesinde ücretli yolculuk yazıyor.

Nesiller boyu kulaktan kulağa aktarılan hikayeler tasfiye talepnameleri ile belgelenir. Dedeler, nineler, lakapları, babalarının isimleri, geldikleri köyler, yaptıkları işler, evlerinin özelliği gibi birçok bilgi tasfiye talepnamelerinin okunması ile torunlarının eline geçmiş oluyor.

İşte böyle....Annanem Fatma ile Dedem Haydar'ın hikayesi.....

Bu hikaye, tasfiye talepnamesinin çevirisi sonucu orta çıkmıştır. Haydar dedeme ait çevirisi yapılmış orijinal tasfiye talepnameleri küçük bir güncelleme yazımı okuduktan sonra aşağıda...


GÜNCELLEME




4 yıllık emeğimin sonucu olan kitabımı 2018 yılında yayınladım. Vefa örneği olmasını istediğim için ; doğduğu toprakları bir daha göremeyen buğulu,elâ gözlü tüm mübadillere ithâf ettim. 
Umarım birçok mübadile faydası olur. Kitabı almak isterseniz eğer sertaccihan@hotmail.com adresinden veya 05386748294 nolu whatsapp hattından bana  ulaşmanız  yeterlidir. 

Memleketten-Vatana Sessizlerin Hikâyesi
1915 Yunanistan Kozana seçmen kayıtlarında Türk ve müslüman nüfusa ait bilgiler ve mübadele
adlı kitabımın arka kapak yazısıdır. 

"Kimlik arayışına girdiğimde karşıma çıkan mübadele ve mübadillik idi. Konuyu araştırmaya başladıkça "mübadele bağlamında" tarihin sunulma ve anlaşılma biçimindeki yanlışlığı görmeye başladım. Çoğu mübadil torunu atalarının isimlerini bilmedikleri gibi, nereden geldiklerini, niçin geldiklerini de bilmiyorlar. Bu durum çocuklarımıza kültür aktarımı yapamadığımızın çok net bir kanıtı olarak karşımızda duruyor.
Bir toplumun mensubu olmak, o toplumun oluşma sürecinde ortaya çıkan kültürünü taşımak yükümlülüğünü de beraberinde getirir. Bireyler arasındaki zincir koptukça kültürsüz toplumlar ve kültürsüzleşme ortaya çıkmaktadır.
Bu kitapta kaybedilen Balkan savaşlarından sonra Yunanistan devleti sınırları içinde kaldığı için Yunan vatandaşı sayılan ve bu nedenle 1915 yılında yapılan Yunanistan genel seçimlerinde oy kullanan, Selanik Kozana eyaletine bağlı 61 köyde yaşayan 16 yaş üstü toplam 5140 Türk-erkek-müslüman nüfusa ait bilgiler ve lâkapları bulunmaktadır. Birçok Türk ailenin soyadlarının kaynağı bu lâkaplardır.

24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması kapsamında 30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan "Yunan ve Türk Halklarının Mübadelesine ilişkin sözleşme ve protokol" gereği Rumeli'den Anadolu'ya gelen Türkiye'nin Yunanistan doğumlu yeni vatandaşları ülkelerinin ekonomik,siyasi ve kültürel biçimlendirilmesinde kilit taşı oldular"



















BU BİR MÜBADELE HİKAYESİNİN ANLATILDIĞI RADYO HİKAYESİ

KOZANA HATIRALARI......

Selam Mübadil insanların fotoğraflarıyla birlikte bir mübadele hikayesi anlatımı burada....Bakalım kimlerle ortak hikayelerimiz var?...