SUVERMEZ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SUVERMEZ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Mart 2023 Cuma

UZUNALİ KONAĞININ HÜZÜNLÜ ÖYKÜSÜ




İlçelerinin tarihlerini anlatan Kaymaklı Belediyesi yayınlarından 
Anaku-Enegi-Kaymaklı "Taş Kapının Ardındaki Şehir"  kitabını tarihimize  kazandırdıkları için  Kaymaklı Belediyesi Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürü Sayın Hasan Ercan'a çok teşekkür ediyorum.


Merhaba 
İsterim ki Ülkemde her köyün, her ilçenin bir kitabı olsun. Fotoğrafları olsun, yaşayanlar anılarını,dedelerinden ninelerinden duyduklarını anlatsınlar, tarif  versinler çokça....
 Mesela evlerini neden dağın tepesine yaptıklarını, ovaları, sulak alanları niçin tarım arazisi olarak kullandıklarını anlatsınlar. 
Niçin yetiştirdikleri ürünlerin  tohumlarını çeyiz sandıklarının içinde sakladıklarını anlatsınlar mesela...... 1 e 5 almak için hangi ürnün hangi tarlaya ekilmesi gerektiğini, meyve ağaçlarının  seyreltilmesi işinin neden gerektiğini anlatsınlar....
dere yataklarını anlatsınlar mesela......neden uzak durulması gerektiğini.....evlerini ahırlarını neden dere- göl ve deniz kenarlarından uzakta yaptıklarını.......
anlatsalar bizlere tecrübelerini.....deseler ki; yıllar geçse de üzerinden dereler ve göller tekrar yatağını bulur.....belki sizi bulmaz ama torunlarınız zarar görür evi barkı yıkılır, canından olur, uzak yapın evlerinizi deseler....
Köylerindeki depremleri anlatsalar mesela....yıkımların nerelerde olduğunu anlatsalar, neden tek katlı evler yaptıklarını
her biri bilge insanlardı atalarımız ne zaman ki onları ciddiye almadık,tecrübelerinden faydalanmadık işte o gün biz atalarımızla aramızdaki zinciri kopardık işte o zaman biz kaybettik vasatlaştık, köreldik.....
şimdi görüyoruz onların bilgisinin,tecrübesinin   kıymetini bilmememin  sonuçlarını....
deprem ve ardından gelen sel baskınları canımızı çok acıtarak, deprem bölgesinde yaşayan insanlarımızı savurarak  bize öğretti maalesef.... 

Ekin değilsin ki savrulasın diye başlıyor hikayemiz ama savrularak dönüştü hayatlarımız Kahramanmaraş depremi ile.
.............

Ekin değilsin ki savrulasın, yaprak değilsin ki öylece umursamazca uçup gidesin. Kimbilir kaç asırlık bir köksün toprağında ama bir anda o kökün o toprakla ilişkisi kesiliyor.

Kaymaklı'da bulunan Karamanlılardan ve Atalarımızdan kalma harika tarihi eserler bulunmaktadır. Bu binalardan birisi de Papaz Evi olarak bilinen tarihi bir konaktır. Konağın yapımı 1912 olarak cümle kapısının üzerine işlenmiştir. Bu konakta yaşayanlardan biri de konağın hemen arkasında yer alan Aziz Georgios kilisesi papazıdır.


Konağın bulunduğu mekân ve yeraltı şehri bugün de efsunluğunu ve cazibesini hâlâ korumaktadır. Halen Konağın giriş katında bulunan odanın içinde yer alan tünelin, yeraltı şehrine ve yanındaki kiliseye bağlandığı bilinmektedir. Rahibe okulu olarak bilinen ve yaklaşık 300 metre uzaklıkta bulunan bir diğer yapıyla da bağlantılı bir tünel olduğu söylenmektedir.

Mübadele döneminden sonra evlerini terk etmek zorunda kalan Rum vatandaşlar belde de kalan Türk halka evlerini ya cüzi fiyatlara satmışlar ya da hediye etmişler. Ama bu konağın Uzun Ali'ye verilmesinin farklı bir hikayesi var.

Eneği'nin yağız delikanlılarından Uzun Ali'nin başından geçenler dillere destan olmuş, hüzünlü bir aşk hikayesidir.


Eneği'nin yiğit delikanlısı Uzun Ali zengin bir Rum ailenin yanında çalışmaktadır. Ali Rum ailenin kızı Tedra'ya gönlünü kaptırmıştır. Aşk öyle bir duygudur kiinsanın özünü yakıp bir ateş gibi kavurur., fakat aşk cesaret ister. Tedra'da Ali'ye karşı derin duygular hissetmektedir. Ali fakirliğinden mi? yoksa vefa duygusundan mı bilinmez konuyu bir türlü Tedra'nın babasına anlatacak cesareti gösteremez. Bir gece Tedra ile Ali gizlice buluşur. Tedra artık evlenme çağına geldiğini, babasının kendisini başka birine vermeden Ali'nin gelip konuşmasını ister. Cumhuriyet yeni kurulmuş ve köye mübadele ile ilgili haberler gelse de kimse pek bir şey bilememektedir. Ali o gece kararını verir. Tedra'nın babası ile konuşmak için sabahı beklemeye başlar. Ali için saatler geçmek bilmez. Nihayet sabah olur olur da Ankara'dan gelen haberler hiç iyi değildir. Yapılan antlaşmaya göre Türkiye'de yaşayan Rumlar Yunanistan'a, Yunanistan'da yaşayan Türkler Türkiye'ye dönecektir.



 Bu aşka şahit olan tüm halkı bir keder sarar. Ali ve Tedra'yı ise tarifsiz bir keder kuşatır. Yaşayacakları evin hayalini kuran genç aşıklar bu haberle adeta yıkılır. Tedra babasının çok katı bir adam olduğunu ve asla burada kalmasına izin vermeyeceğini çok iyi bilmektedir. Ali'nin ise kimsesi olmadığı için Tedra'yı kaçırmak aklına gelmez. Hele ki böyle karışık bir dönemde Tedra'yı oradan oraya sürüklemek ona eziyetlerin en büyüğü olacağını düşünür. Çünkü Uzun Ali'nin gönlü de tutkunun, yaşama sevincinin yeri bambaşkadır. Konağın sahibi papaz efendinin evi satacağı haberi yayılır. Tedra babasını günlerce süren ısrarları neticesinde konağı almaya ikna eder. Konak Ali için alınmıştır. Tedra ve Ali son kez buluşurlar. Heyecanları doruklardadır. Sevmenin ne kadar güçlü ve derin olduğunu da iki aşık bilmektedir. Tedra heyecan dolu bakışlarla sevdiğine bakar. Meramını anlatmakta güçlük çeker. Sevgisi artık Ali'nin eline verdiği bir mendildedir. Mendilde dünyanın en güzel kokan çiçeklerinin kokusu vardır. Ali'ye mahzunca bakar. Yüzleri ay gibi parlamaktadır. Ağzından sadece "ben gitmeden bu mendili açma !" sözleri çıkar.


Ne hazindir ki aşk her zaman mutluluğun en yücesinde dolanmaz. Yüreklerde kor bırakır. Hayatın en garip tecellisi ayrılıklardır. Tedra ve ailesi bir gece  gizlice ayrılırlar köyden......Ali ise sevgilisini son bir kez görebilmenin sevinciyle mendili açar. Bir anahtar ve bir not çıkar içerisinden kağıtta "madem benimle evlenemeyeceksin, evleneceğin kadınla hayalini kurduğumuz o evde mutlu yaşadığını bileyim" yazmaktadır. Bu söz Ali'ye hüzünlerin en zapt edilemez elemini yaşatır. Ali uzun bir süre ne eve girer, ne de Tedra'dan bir haber alabilir. Yazdığı mektuplara cevap alamaz. Sevgilisinin hayali artık gece gündüz hayalindedir. Aradan biraz zaman geçer, köye bir haber gelir. Tedra gemide veba salgınına yakalanmış ve ölmüş. Ali bu habere inanmaz. Yıllar çok şeyi geride bırakır ancak yine de insanın bütün ümitleri hayalleri hatıraların izbe yerlerinde yaşamaya devam eder. ne çare ki hayat devam etmektedir. Yıllar sonra Ali Tedra'nın vasiyeti olarak gördüğü o evde bir yuva kurar.





Bu topraklarda onlarca Tedra-Ali hikâyeleri yaşandı. Acıyla yoğrulan yürekler, yeni doğan güneşin umut dolu çocukları oldu hep.........


29 Mayıs 2021 Cumartesi

AKSAKLILI HAYDAR GİBİ SESSİZLİK YEMİNİ EDENLERİN HİKAYESİDİR BU.......




Haydar..... Aksaklılı Haydar...1912 Yunanistan Kozana doğumlu....
Baba adı Mustafa, anne adı Ayşe...Köyün isminin halk arasında birçok söyleniş şekli vardı.İsaklı, Ağsaklı, Aksakallı...şimdiki ismi ise Lefkara.....Rumeli'de huzursuzluk başlamadan önce tek katlı, iki odalı, iki ara hayatı, dört ara saman hanesi, iki ara ahırı olan, iki merkebi, üç keçisi, bir koyunu ile 34 dönüm arazisinde çavdar, mısır,arpa ve 4 dönüm bağında her çeşit üzümü yetiştiren bir çiftçi......
Vatanları Rumeli'yi terk etmeyi hiçbir zaman düşünmemişler.  Taa ki yüzyıllardır birlikte yaşadıkları Osmanlı tebaası Yunan-Bulgar-Arnavut çeteler onları öldürmeye başlayana kadar....
Bu huzursuz dönemde Haydar'ın babası Mustafa; köyde ki diğer aranan erkeklerle birlikte dağlara çıkar. Yaklaşık 10 yıl dağlarda çetelere karşı savaşır. Bir gece karısı Ayşe ve oğlu Haydar'ı görmek için köye indiği sırada, yakın akrabası tarafından Yunan çetecilere ihbar edilir, tuzağa düşürülüp öldürülür.
Bu olaydan birkaç yıl sonra annesi Ayşe'de ölür.
Bu kargaşa durumu 1912 Balkan Savaşları ile başlayıp, 1923 yılında imzalanan Lozan Barış Antlaşmasına kadar sürdü. Ondan sonra sancılı yıllar...
Büyük göç mübadele.....



Haydar hem öksüz, hem yetim tek başına kalakalır.
Bu sırada 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Barış Antlaşması imzalanır. Din esaslı olarak yapılan mübadele antlaşma kurallarına göre; Batı Trakya hariç, Yunanistan sınırları içerisinde kalan Müslüman Türklerle, İstanbul hariç Anadolu'da yaşayan Ortodoks Rumların yer değiştirmesine karar verilir.
Mayıs 1924'de tasfiye talepnameleri kişilerin beyanlarına göre doldurulmaya başlanır ve Temmuz 1924'de Rumeli'de Anadolu'ya göç başlar. 
Mübadelenin ne olduğunu bilmeden -Gazi Paşa çağırmış diyerek yola çıkarlar.
Bir hafta boyunca sefalet içinde yürüyerek Selaniğe varırlar. Yaklaşık  bir ay Selanik'te  Beyaz (Kanlı) Kule'nin orada kendilerini Anadolu'ya götürecek gemiyi beklerler. On gün süren gemi yolculuğundan sonra Haydar; Aliye ile Samsun'a ayak basar. 
Mübadele başladığında Haydar 12 yaşında ve kimsesiz....
O zamanlar kimsesiz çocukları aynı veya yakın köyden yalnız bir kadının yanına vererek Türkiye'ye göndermişler. Haydar'ı da  Aliye isimli bir kadınla birlikte Türkiye'ye göndermişler. Burada Nevşehir-Derin kuyu-Su vermez köyüne yerleştirmişler. Aile de hiç kimse Aliye'yi tanımıyor. Ama Su vermez köyü muhtarlığında Haydar'ın annesi olarak kayıtlı....Daha sonra Haydar Adana'ya, sonra da Ceyhan'a gidiyor. 17 yaşında askere alınıyor. Üç kez askere çağrılıyor ve toplamda 7 yıl askerlik yapıyor. Bu arada Fatma ile evleniyor, dört çocukları oluyor. Yıllarca yokluk içinde göç yollarında hayata tutunmaya çalışırlar. Tam her şey yoluna girdi derken Haydar ortağı tarafından sırtından bıçaklanarak öldürülür.
Bundan sonrası ise dört çocukla kalakalan Fatma için tam bir felaket...Yıl 1945 dul kalan genç bir kadın....kadınların çalışmasını ayıplayan bir zihniyet....başında durulması gereken ama durulamayan bir otel....elinden kayıp giden malları, sahte altınlarla ellerinden alınan mübadil tapuları....arkasından gelen derin fakirlik ve tekrar küllerinden doğmaya çalışma hikayesi.....

Yunanistan'da doldurulan tasfiye talepnameleri mübadil çocukları için çok değerli... Karanlıkta kalan geçmişlerinin belgeleri.... Dört suret olarak doldurulmuş. Suretler  Yunanistan'a,  Türkiye'ye, Mübadele Komisyonuna (büyük ihtimalle Lozan'da) ve mübadillere verilmiş.
Mübadele sırasında mübadillerin taşınması için Yunan hükümeti gemiler tahsis etmiş, seyahat için bir değer biçmiş ama bunu kabul etmeyen Türk mübadillere Türk Hükümeti kendi vapurlarını göndereceğini bildirmiş. Bu yolla zaten yoksul olan Türkiye Cumhuriyetinin parasını içerde tutmayı istemişler. İstanbul ve çevresine getirilecek göçmenler için kişi başı 300 kuruş, Karadeniz,Mersin ve çevresi için kişi başı 600 kuruş bedel alınmış. Bu parayı ödeyemeyeceğini belirten mübadillerin parasını Vapurcular Birliği öder. Haydar'ın tasfiye talepnamesinde ücretli yolculuk yazıyor.

Nesiller boyu kulaktan kulağa aktarılan hikayeler tasfiye talepnameleri ile belgelenir. Dedeler, nineler, lakapları, babalarının isimleri, geldikleri köyler, yaptıkları işler, evlerinin özelliği gibi birçok bilgi tasfiye talepnamelerinin okunması ile torunlarının eline geçmiş oluyor.

İşte böyle....Annanem Fatma ile Dedem Haydar'ın hikayesi.....

Bu hikaye, tasfiye talepnamesinin çevirisi sonucu orta çıkmıştır. Haydar dedeme ait çevirisi yapılmış orijinal tasfiye talepnameleri küçük bir güncelleme yazımı okuduktan sonra aşağıda...


GÜNCELLEME




4 yıllık emeğimin sonucu olan kitabımı 2018 yılında yayınladım. Vefa örneği olmasını istediğim için ; doğduğu toprakları bir daha göremeyen buğulu,elâ gözlü tüm mübadillere ithâf ettim. 
Umarım birçok mübadile faydası olur. Kitabı almak isterseniz eğer sertaccihan01@gmail.com adresinden veya 05386748294 nolu whatsapp hattından bana  ulaşmanız  yeterlidir. 

Memleketten-Vatana Sessizlerin Hikâyesi
1915 Yunanistan Kozana seçmen kayıtlarında Türk ve müslüman nüfusa ait bilgiler ve mübadele
adlı kitabımın arka kapak yazısıdır. 

"Kimlik arayışına girdiğimde karşıma çıkan mübadele ve mübadillik idi. Konuyu araştırmaya başladıkça "mübadele bağlamında" tarihin sunulma ve anlaşılma biçimindeki yanlışlığı görmeye başladım. Çoğu mübadil torunu atalarının isimlerini bilmedikleri gibi, nereden geldiklerini, niçin geldiklerini de bilmiyorlar. Bu durum çocuklarımıza kültür aktarımı yapamadığımızın çok net bir kanıtı olarak karşımızda duruyor.
Bir toplumun mensubu olmak, o toplumun oluşma sürecinde ortaya çıkan kültürünü taşımak yükümlülüğünü de beraberinde getirir. Bireyler arasındaki zincir koptukça kültürsüz toplumlar ve kültürsüzleşme ortaya çıkmaktadır.
Bu kitapta kaybedilen Balkan savaşlarından sonra Yunanistan devleti sınırları içinde kaldığı için Yunan vatandaşı sayılan ve bu nedenle 1915 yılında yapılan Yunanistan genel seçimlerinde oy kullanan, Selanik Kozana eyaletine bağlı 61 köyde yaşayan 16 yaş üstü toplam 5140 Türk-erkek-müslüman nüfusa ait bilgiler ve lâkapları bulunmaktadır. Birçok Türk ailenin soyadlarının kaynağı bu lâkaplardır.

24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması kapsamında 30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan "Yunan ve Türk Halklarının Mübadelesine ilişkin sözleşme ve protokol" gereği Rumeli'den Anadolu'ya gelen Türkiye'nin Yunanistan doğumlu yeni vatandaşları ülkelerinin ekonomik,siyasi ve kültürel biçimlendirilmesinde kilit taşı oldular"



















12 Haziran 2019 Çarşamba

SELANİK AKSAKLI'DAN - NEVŞEHİR SUVERMEZ KÖYÜNE.....



Suvermez köyünde iki minare ......

Bir gün bana; hatırlamıyorum ki babamı hiç dedi ......sever miydi beni acaba? Ne diye hitap ederdi? Kızım yavrum diye seslenir miydi? Kucağına alıp sevdi mi?

hayali bile yok aklımda, getirmeye çalışırım yüzünü bazen aklıma, yok olmaz, ne gördüm ki ne hatırlayayım!

 O fotoğrafı var ya; duvarda asılı olan... babamın yüzü odur işte! gülüşü, hüznü... mimikleri yoktur babamın...
 Tek bir bakışı vardır hafızamda, utangaç bir gülüşle verilen bir poz....fişekli ceket sırtında başında kalpak....işte bu kadar duvardaki bir fotoğraf benim babam........
Ama diye ekledi sonra uzaklara dalarak;
-Yunanistan'a gittiğimizde yıkıntılar arasındaki köyden çıkıp otobüse bindiğimizde, babasının elinden tutup otobüse doğru koşan,  kısa pantolonlu, başında küçücük fesi olan bir çocuk gördüm. Dedi.
-Babası iri yarıydı, dimdikti. İzzet dedemdi işte o..ilk defa o gün gördüm onu...... elinden tuttuğu, yamalı kısa pantolonlu küçük çocuk ise, babam Haydar'dı dedi bana.
-bakın işte oradalar! diye seslendi bize..
 Islak gözlerle baktık, ne  gördük, ne de  hayal edebildik...ama annemin gördüğünü hiç birimiz görmedik. 5-6  yıl geçti hâlâ anlatır. 
-orada gördüm ben onları, otobüsün yanına  geldiler, bize el salladılar, yolcu ettiler diye.......

O sene Yunanistan'a gittiğimizde yani annem tam 75 yaşında gördü babasının doğduğu evi....hepimizin duyguları çok karışıktı.....inanamıyorduk yaşadıklarımıza.... yüreğimizin yarısı orada kaldı ve memleketten-vatana döndük.

O zaman bilmiyorduk ama yeni başlamıştık aslında.... Selanik İsaklı/Aksaklı'da başlayan hikâye, Nevşehir Suvermez köyünde devam edecekti.




Bizde  bu bayramda kök saldığımız topraklara kalktık gittik.




İki taraflı ağaçlı bir yolun ardından köye girdik. Asfalt yolun biitiği yerden, taş döşeli cadde bizi karşıladı.Biraz ilerledikten sonra köy meydanına vardık. Kahvenin önünde durduk, meraklı gözlerle bize bakan köylülere muhtarı sorduk. Muhtar bugün yok ama dedi bir bey ben size yardımcı olayım adım Mimar Kara..

Kısa bir tanışma faslından sonra 
-Dedem, Selanik'ten gelip, bu köye iskan edilmiş. O yüzden muhtar kayıt defterlerini görmek istiyorum mümkün mü dedim? --hay hay dediler gelin muhtarlığa geçelim size o defterleri gösterelim. 
Hep beraber muhtarlığa geçtik, muhtarlık eski belediye binası.....hani bir kanun çıkartıp tüm belediyeleri merkez belediyeye bağlayıp, köyleri de mahalle haline getirdiler ya, işte o kanunla belediye kapatılıp muhtarlığa dönüştürülmüş.

Oturduk çaylar geldi, sohbete başladık. O sırada Mimar bey defterleri verdi, Gürkan soyadını aramaya başladık. Defterlerdeki sıralama alfabetik olmadığından defterlere sayfa sayfa bakmak gerekiyordu. Hepimiz birer defter aldık, başladık aramaya....biraz sonra Mustafa buldum dedi "Gürkanlar" burada......

NEVŞEHİR





Telaşla geldim defterin başına baktım bizimkilerin adlarını görünce gözyaşlarıma hâkim olamadım tabii, aktı gitti yanaklarımdan.....
(Ben yaş aldıkça bana bir haller oluyor, bir duygusallık, sürekli bir ağlama durumları....burada da beni buldu, televizyonda haber seyredemiyorum.Gözümün yaşı dinmez oldu vallahi.....)

Hem deftere baktım, hem ağladım, hem anlattım....bütün duygular ortada......ardından sağolsun Mimar bey, köy okulunun yetkilisini çağırdı, okulu açtırdı. Defterden fotokopi çekmek  üzere okula doğru yola çıktık.




Okul biraz ilerdeydi. Bahçesinde eski okul ile yeni okul karşı karşıyaydı. 4 derslikli   taş okulda ana sınıfları için sınıflar oluşturulmuştu.Zeka sınıfı, teknoloji sınıfı vardı. Sınıflar rengarenkti. Öğretmenlerini tebrik ediyorum buradan....sınıfların herşeyi düşünülmüştü. Çoğu büyükşehirde olmayan bu ana sınıflarını Suvermez köyünde görünce inanın şaşırdım. Zeka sınıfındaki masayı da öğretmenleri  yapmış. Emeği geçen herkesi tebrik ediyorum. Bu ülkenin tuttuğunu koparan idealist öğretmenlere ihtiyacı var.



Taş mektebin arka kapısı......


Taş mektebin girişi.....


Fotokopi işimiz bitince köyün sokaklarını gezmeye başladık. Buram buram tarih kokuyordu sokakları...eski düz çatılı süslü Rum evleri mübadelede gelen Türklere verilmişti.




Evlerin bazıları çok iyi korunmuş ama bazıları da yıkık döküktü. Aynı yukarıdaki kemerli ev gibi.....













Suvermez sokakları arka mahalle, kiliseye doğru giderken 






köşk tipi eski minare


Eski minarenin  kapısının üzerindeki süslerin her birinin ayrı anlamı var. Ayrıca birlikte kullanılmasının da anlamları varmış. Yukarıda kapı üzerindeki semboller  dini mimarilerde kullanılan sembollermiş. Deniz Gümüş-Gamze Uray-Kudret Safa Gümüş tarafından hazırlanan ve 
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisinde yer alan sosyo-ekonomik kalkınmada sanat eserleri: Aksaray ili Güzelyurt (Gelveri) ilçesinde mimari yapılarda görülen bitkisel figürlü taş bezemeler ve anlamları adlı makalede; 





 Çarkıfelek- Papatya Tekeri 
Kapının üzerinde sağ ve sol en baş çarkıfelek, sağdan üçüncü sembol papatya tekeri, 
ile ortadaki kırmızı güneş haçı sembolü sol taraf üçüncü sembol ise gelveri gelini sembolü


Gamze Uray'ın hazırladığı  "Mimari Yapılarda Görülen Taş Kabartma Süslemelerin Din ve
Sanat İlişkisi Açısından Değerlendirilmesi" (Aksaray İli
Güzelyurt Örneği) makalesinde 

"Güzelyurt’ta çarkıfelek ya da çiçek motifi olarak bilinen daha çok sivil ve dini mimari yapılarda karşımıza çıkan figür, Hıristiyan inancında sıklıkla kullanılan “Papatya Tekeri” figürüdür. “Papatya Tekeri” Hristiyan inancında, cadı işareti, altıgen pusula, apotropik (kötülüğe karşı koruyucu) bir sembol olduğu bilinmektedir (Uray ve Gümüş, 2017, s. 216-220). Güneşi temsil etmesinden dolayı bazı tarihçiler ve din adamları arasında kötülüğe karşı koruyucu ve engelleyici olduğu da düşünülmektedir. Genellikle savunmasız olduğu düşünülen kapı girişlerinde görülen bu sembol, kötülüğe karşı bir savunma olarak görülmektedir" (Emerson, 2014, s. 161).




 Gelveri Gelini -Tanrıça Tanit 

Tanrıça Tanit, Batı Akdeniz’den Malta’ya hatta Helenistik dönemlere kadar ibadet edilen bir tanrıçadır (Smith ve Gal, 2014, s. 338). Güneş, ay ve yıldıza hâkim olduğu düşünülen ve “Gökyüzü Tanrıçası” olarak isimlendirilen Tanit tasvirinin doğurganlığı temsil ettiği söylenmektedir (Cintas, 1948, s. 234
Vücut üçgen şeklinde olup pile görünümü verilmiş bir elbiseyi andırmaktadır. Kollar iki yana doğru uzanan, içe doğru kıvrılmış spiral şekilde tasvir edilmiştir (Uray ve Gümüş, 2017, s. 525)
Güzelyurt’ta yaşayan Alman araştırmacı-yazar Udo Hirsc ile yapılan görüşmede, bu figürün koruyucu bir tanrıça figürü olduğunu, doğum yapan kadınların bebeklerini kötülüklerden korumak için evlerinin giriş kapısına ya da pencere üstlerine bu figürü yaptırdıklarını belirtmiştir. Ayrıca hasta doğan bebeklerin ya da hastalanan çocukların şifa bulmasını isteyen ailelerin tanrıça figürünün şifa veren ve koruyucu bir gücü olduğuna inandıklarını söylemiştir (Udo Hirsc ile 02.01.2017 tarihinde yapılan görüşmeden, Güzelyurt)

Aşağıdaki piliseli pencere süsleri yukarıdaki tanıma uyduğu için sanırım "gelveri gelini" sembolleri


SU VERMEZ



Genellikle savunmasız olduğu düşünülen kapı girişlerinde görülen bu sembol, kötülüğe karşı bir savunma olarak görülmektedir (Pritchard, 1967:64-67).   















Suvermez köyünü görmekle köklerime yolculuk yaptım.İlk defa gördüğüm yerler olmasına rağmen hiç yabancılık çekmedim. Bilim son zamanlarda bu hasret, özlemin göçü yaşamayan nesillerde neden bu  kadar yoğun yaşandığını araştırıyormuş. Bence genlerle aktarılan bir durum....Çünkü neden bu kadar içselleştirdiğimi  bazen ben bile anlayamıyorum.
Sevgilerimle



4 yıllık emeğimin sonucu olan kitabımı 2018 yılında yayınladım. Vefa örneği olmasını istediğim için ; doğduğu toprakları bir daha göremeyen buğulu,elâ gözlü tüm mübadillere ithâf ettim. 
Umarım birçok mübadile faydası olur. Kitapta Kozana'ya bağlı 61 köyde yaşayan 5140 Türk-Müslüman-Erkek nüfusa ait bilgiler bulunmaktadır. Kitabımın içindeki köylerden biri de Aksaklı'dır. Kitabı almak isterseniz eğer sertaccihan@hotmail.com adresinden veya 05386748294 nolu whatsapp hattından  ulaşmanız  yeterlidir. 


BU BİR MÜBADELE HİKAYESİNİN ANLATILDIĞI RADYO HİKAYESİ

KOZANA HATIRALARI......

Selam Mübadil insanların fotoğraflarıyla birlikte bir mübadele hikayesi anlatımı burada....Bakalım kimlerle ortak hikayelerimiz var?...