HİSTORY etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
HİSTORY etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Haziran 2021 Salı

SELANİK KOZANA TOROSLAR- KÖYÜ 1915 YILI SEÇMEN KAYITLARI ile ZÜLFİKÂR BEY'E AĞIT


"Bu ovanın bir geçmişi var bunu bileceksin."
                                                         "Susuz yaz"
                                                       Necati Cumalı


MÜBADİL

Selam
 Osmanlı zamanında Küçük Matlı'ya bağlı Toroslar mahallesinin seçmen kayıtları aşağıda...Küçük Matlı'ya ait yayınım ve seçmen listeleri tık tık BURADA
 Küçük Matlı'nın şimdi adı Nea Nikopoli ...Nikopolis, Şebinkarahisarın eski ismi.."nea" yeni anlamında Anadolu'dan gelen Rum mübadillerin Şebinkarahisar'ı hatırlamak için, adını değiştirdiği köy  "Yeni Nikopoli"

Necati Cumalı'da mübadil bir aileye mensup..Cumaköylü..

 ödüllü kitabı Viran Dağlar'da Rumeli beyi Zülfikâr beyin hikayesini anlatır. O kadar yalın ve akıcı bir dille anlatır ki; kitabı yaşarsınız....
Zülfikâr bey; Birinci Dünya Savaşında Batı Trakya'yı işgal eden düşman kuvvetlerine karşı dağa çıkmış, savaşın sona ereceği günlerde bir gece evinde konakladığı eski kâhyası Uçanalı İsmail tarafından uykusunda mavzerle öldürülmüş.

Bir de "Zülfikâr beye ağıt" yazar.. Dokunaklı bir şiir...Okudukça yüreğinize dokunur, hissedersiniz...Necati Cumalı sizi dizeleriyle sarıp sarmalar.
 Hiçbir iyiliğin cezasız kalmayacağını bir kez daha anlarsınız.

SABRİ ÖZTEPE MÜBADELE

Zülfikâr beye ağıt

Sağlığında yüzüne gülenler
Sofrasında ekmeğini yiyenler
Uykusunda pusu kurdular
Zülfikâr beyi vurdular.

Zülfikâr beyi vuran Uçanalı İsmail
Cellat olmasına cellat, çingene değil

Zülfikâr bey mertti,yiğitti
Fakir ağlatmadı, mazlum ezmedi
Hile nedir, kuşku nedir bilmezdi
Korkusuz uyudu, korkusuz gezdi


Var git İsmail var git namert kişisin
Hem sen düşün, hemde sana yol gösteren düşünsün

Varmayın üstüme yeter beni söyletmeyin
Ben bilirim dost kim düşman kim
Bilirim kim sinsi adımlarla peşimizde gezerde
Gözgöze gelince başını eğer

Nolaydın Zülfikâr bey nolaydın
İsmaile güvenmeyip teslim olaydın

Bu dağlar Uçana dağlarıdır
Manastır'dan Florina'ya kadar uzanır
Uçana dağlarında akan sular, uçan kuşlar
Zülfikâr bey diye ağlaşır.
Gayri İsmail netse neylese
İçine korku düşmüştür, yüzü karadır.
Uçana dağlarına gözü pek, yüreği pek
Zülfikâr bey gibi adam yaraşır.

Toroslar 26 kişilik çiftçilik yapılan küçük bir mahalle...
                                                                 Sevgilerimle

GÜNCELLEME




4 yıllık emeğimin sonucu olan kitabımı 2018 yılında yayınladım. Vefa örneği olmasını istediğim için ; doğduğu toprakları bir daha göremeyen buğulu,elâ gözlü tüm mübadillere ithâf ettim. 
Umarım birçok mübadile faydası olur. Kitapta Kozana'ya bağlı 61 köyde yaşayan 5140 Türk-Müslüman-Erkek nüfusa ait bilgiler bulunmaktadır. O köylerden biri de Toroslar.......Kitabı almak isterseniz eğer sertaccihan@hotmail.com adresinden veya 05386748294 nolu whatsapp hattından bana  ulaşmanız  yeterlidir. 

Kitapta ayrıca Küçükmatlı Toroslar mahallesine ait kayıtlarda bulunmaktadır.

Memleketten-Vatana Sessizlerin Hikâyesi
1915 Yunanistan Kozana seçmen kayıtlarında Türk ve müslüman nüfusa ait bilgiler ve mübadele
adlı kitabımın arka kapak yazısıdır.

"Kimlik arayışına girdiğimde karşıma çıkan mübadele ve mübadillik idi. Konuyu araştırmaya başladıkça "mübadele bağlamında" tarihin sunulma ve anlaşılma biçimindeki yanlışlığı görmeye başladım. Çoğu mübadil torunu atalarının isimlerini bilmedikleri gibi, nereden geldiklerini, niçin geldiklerini de bilmiyorlar. Bu durum çocuklarımıza kültür aktarımı yapamadığımızın çok net bir kanıtı olarak karşımızda duruyor.
Bir toplumun mensubu olmak, o toplumun oluşma sürecinde ortaya çıkan kültürünü taşımak yükümlülüğünü de beraberinde getirir. Bireyler arasındaki zincir koptukça kültürsüz toplumlar ve kültürsüzleşme ortaya çıkmaktadır.
Bu kitapta kaybedilen Balkan savaşlarından sonra Yunanistan devleti sınırları içinde kaldığı için Yunan vatandaşı sayılan ve bu nedenle 1915 yılında yapılan Yunanistan genel seçimlerinde oy kullanan, Selanik Kozana eyaletine bağlı 61 köyde yaşayan 16 yaş üstü toplam 5140 Türk-erkek-müslüman nüfusa ait bilgiler ve lâkapları bulunmaktadır. Birçok Türk ailenin soyadlarının kaynağı bu lâkaplardır.

24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması kapsamında 30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan "Yunan ve Türk Halklarının Mübadelesine ilişkin sözleşme ve protokol" gereği Rumeli'den Anadolu'ya gelen Türkiye'nin Yunanistan doğumlu yeni vatandaşları ülkelerinin ekonomik,siyasi ve kültürel biçimlendirilmesinde kilit taşı oldular"










TOROSLAR
SIRA NO
ADI
LAKABI
BABA ADI
DOĞUM TARİHİ
İŞİ
7464
Aziz
Sali Oğlu
Sali
1892
Çiftçi
7465
Ali
Pabor Oğlu
Mimin
1892
Çiftçi
7466
Ahmet
Sinan Oğlu
Amet
1843
Çiftçi
7467
Abedin
Küçük Oğlu
Elias
1876
Çiftçi
7468
Arslan
Kustu Oğlu
Elias
1843
Çiftçi
7469
Emurla
Zinel Oğları
İsuin
1869
Çiftçi
7470
Zekirya
Koca Sali Oğlu
Amza
1879
Çiftçi
7471
İbraim
Sinan Oğlu
Alil
1871
Çiftçi
7472
İbraim
Koca Omer Oğlu
Veli
1864
Çiftçi
7473
İzuir
Koca Omer Oğlu
İbraim
1892
Çiftçi
7474
Kerim
Moslah Oğlu
Asan
1851
Çiftçi
7475
Mımun
Koca Omer Oğlu
Elmas
1879
Çiftçi
7476
Mımun
Sinan Oğlu
Alil
1886
Çiftçi
7477
Mımun
Pabor Oğlu
Ali
1875
Çiftçi
7478
Mımun
Sinan Oğlu
Amet
1893
Çiftçi
7479
Murat
Omer Oğlu
Halil
1849
Öğretmen
7480
Bairam
Sinan Oğlu
Ali
1876
Çiftçi
7481
Bezat
Sinan Oğlu
Alil
1872
Çiftçi
7482
Osman
Pamisor Oğlu
Amet
1879
Jandarma
7483
Rusen
Zinel Oğları
Sulüman
1888
Çiftçi
7484
Sali
Bustanci Oğlu
Asan
1852
Çiftçi
7485
Sabedin
Zinel Oğları
Musa
1892
Çiftçi
7486
Sabedin
Sinan Oğlu
Alil
1892
Çiftçi
7487
Sadet
Kustu Oğlu
Memetali
1876
Muhtar
7488
Salim
Sinan Oğlu
Amet
1875
Çiftçi
7489
Serfidin
Sali Oğlu
İsmail
1888
Jandarma
7490
Suliman
Zinel Oğları
Rusen
1888
Çiftçi





7 Mayıs 2021 Cuma

FATME KADININ HİKAYESİ..........




Anılarını hiç yitirme kızım,

en acılarını bile........ 

*Mübadil insanlar kitabının önsözü


1924'de Kesriye ve köylerinde yaşayan mübadele de Türkiye'ye gelen  kadınların adlarının tasnifini yaparken,  içlerinde çok ilginç isimlere de rastladım. Mesela Zilkade diğer şehirlerde de olan sıkça rastladığım bir ad..  Demirhan,Taçşah,Timurhan, Rupşah, İnciko, Anber, Arzuhan  en  beğendiğim isimlerden  oldu. 

Han ünvanı, ailesinde Moğol dışında başka topluluktan insan olan Devlet Başkanı tarafından kullanılamazdı. Bunun en büyük örneği Timur'dur. Türk olan Timur -Emir- ünvanı almıştır. Türk toplumundaki karşılığı Hakan veya Kağan'dır. Moğolca da Han kelimesi Gök anlamını da içerir.*

*Vikipedia

Şimdi düşünüyorum da; Demirhan, Timurhan, Arzuhan böyle bir değerlendirmenin sonucu olarak mı  konulmuş isimlerdi?

Demirhan; Kamcı (Şamanist) gelenekte Maden Tanrısı, 

Türk- Altay mitolojisinde de Demir Tanrısı olarak geçiyor.

İçlerinde çok entresan isimlerde mevcut....Anuşe, Havvace, Sünbüle,Latofçe, Zanbako gibi

Nesilden nesile aktarılan isimlerde mevcut Şerife, Kamile, Sabriye, Fatma gibi

Sayfanın sonuna, tasfiye talepnamelerinden tasnif ettiğim, Kesriye ve köylerinde yaşayan mübadele de Türkiye'ye gelen Kadın mübadillerin listesini ekledim. 

Kimlerin büyük ninesinin ismi acaba?

Çoğu mübadil Fatma'yı Fatme olarak söyler. Şimdi size içinde hepimizin hayatından birer kesit barındıran acıklı bir Fatme Kadın hikayesi yazacağım.*

*Hikaye; Lozan Mübadilleri Vakfı yayını olan H.İlhami Gülcan tarafından kaleme alınan Mübadil İnsanlar adlı kitapta geçiyor.

................

Fatme kadın, İngiliz Bahçesinin üstündeki iki katlı büyük bir Rum evinden bölünmüş, iki gözlü evlerinden gün ağarırken yola koyulmuştu. Karataş'ın ancak merdivenli olursa geçit veren dimdik yokuşlarından yüyürken kayıpta aşağıya yuvarlanmamaya çalışarak Konak Meydanına indi. Akşamdan beri çiseleyen yağmurla ıslanmış, yer yer gölcükler oluşmuş, arnavut kaldırımı döşeli yolda Saat Kulesinin yanından geçerken saate bir göz attı.

-Amanın! neredeyse yedi buçuk olmuş.Bizimki uyanmadan çayını demleyeyim de laf işitmeyeyim derken oyalandım" dedim kendi kendime...gene işe geç kalacağım, bu kez de patrondan azar işiteceğim.


Tam meydanın sonundan sağa çalıştığı fırça atölyesinin bulunduğu Hisarönü'ne yönelecekken birden dondu kaldı.Gözlerine inanamıyordu. Solda Pasaport iskelesine bağlı gemi o değil miydi? Evet evet ta kendisiydi. Bu Gülcemal'di....

............

Ayakları onu iskelenin kapısına götürdü. Resmi giysili adam asık bir suratla

-Nereye hanım? Giremezsin yasak! diyerek hafiften önüne dikildi. Fatme kadın bir an için "yalvarsam yakarsam kardeş bu bizim Gülcemal...biz tanırız birbirimizi, nice anılarımız vardır onunla....bırak bir bineyim de görüp görüneyim, helalleşeyim anılarımla, hemencecik inerim.Sakın altı üstü iki haftalıktır senin o anıların deme bana, yüzyıllık ömre bedeldir.Ne olu bir dakikacık desem diye geçirdi içinden....ama görevlinin sert bakışını, asık suratını görünce anladı ki yaklaşamaz Gülcemal'e......

Aslında, hala geceleri rüyalarına giren yaşadığı o korkunç şeylerin değil, aradan geçen otuz yılda kimseye sözünü etmediği, başını kessen yine de kimselere anlatmayacağı, onunla mezara gidecek o sımsıcak, andıkça yüreğini kabartan anısının peşindeydi Fatme Kadıncık. Bazen aklına düştükçe kendisinin bile şaştığı,

''Bir rüya olmaya?'' dediği olurdu. Peki, çeyiz sandığının dibinde duran, incinir diye çıkartıp dokunmaya çekindiği o kehribar tesbih de mi rüyaydı!

On yedi yaşında, gür siyah saçlarının örgüsü belini döven, kara gözlü, kara kaşlı, alımlı, dünyalar güzeli bir genç kızdı Fatme, on gündür Kavala rıhtımında, sefalet içinde Gülcemal'i beklerken. Genç kız, yaşadıkları tüm o yokluğa, yoksunluğa karşın, rıhtımda bekleşen insan-hayvan kalabalığı içinde, endamıyla, güzelliğiyle hemen göze çarpıyor, hemen öbür kızlardan ayırt ediliyordu. Sanki, günlerdir rıhtımda o sefillik içinde değillermiş de Kavala' da Mehmet Ali Paşa Caddesi'nde gezintideymiş gibi ortalıkta dolaşan pek çok delikanlının gözleri Fatme nerdeyse oraya dönüyor, ayakları onları oraya götürüyordu. Elbette Fatme de, sürekli kendisini izleyen o anlamlı bakışların, nereye gitse hemen yanında yöresinde bitiverenlerin farkındaydı. Olan bitenden hoşnutluk duymuyor değildi de, ana babasının, ağabeylerinin, tanıdıkların anlamasından korkuyordu. Onu çevreleyen delikanlılarla yakın düşmemeye çabalıyor, hemen oradan uzaklaşıyordu. Hatta hiç göz göze bile gelmemeye çalışıyor, başını öne eğip neredeyse çenesini göğsüne yapıştırıyordu... Niyazi dışında!

Niyazi'dense değil uzaklaşmak, gözlerini kaçırmak, rıhtımın her yerinde onunla karşılaşmayı özlüyor, yanında yöresinde göremeyince telaşlanıyor, gözleri onun gür kaşlarının altında parlayan deniz mavisi gözlerini arıyordu. O delikanlıyı görünce neden yüreğinin daha bir hızlı atmaya başladığını, neden boynundan yukarı yüzünü bir sıcak bastığını bilmiyordu. Bir keresinde, çeşmeye su doldurmaya giderken ona gülümsemiş, sonra yaptığından korkuya kapılıp suyu doldurmadan gerisi geri kaçmıştı.

Fatme, ancak denizde geçirdikleri birinci haftanın sonunda, o sevecen bakışlı delikanlının adını öğrenebilmiş ve ona kendi adını söyleyebilmişti. O gece denizde hiç dalga, havada tek bir bulut bile yoktu. Tepsi gibi bir dolunay, kızın başörtüsünden taşan kuzgun siyahi saçlarından pırıltılar yaratıyordu. Fatme, bir saatten çok sıra beklediği, tam da makine dairesinin üstündeki cehennem gibi sıcak heladan çıkmış, ailesinin yanına, üst güverteye çıkmak için merdivene yöneldiğinde, birden merdivenin altından bir karaltı çıktı önüne. Oydu. Bileğinden tuttuğu gibi loş merdiven altına çekti kızı. Hızlı hızlı konuşuyordu: ''Ne olur sesini çıkarma. Az dinle beni. Kavala rıhtımından ilk gördüğümde vuruldum sana. O günden beri ne yemek gelir aklıma, ne içmek, gözüme uyku girmez, düşte gezer oldum. Rıhtımda, gemide, gece gündüz, bir an aklımdan çıkmaz oldun. Gittiğimiz yerde isteteceğim, alacağım seni. Unutma ben Kavalalı, Şaban oğlu, on beşli Niyazi. Sen kimsin, kimin nesisin?''






Korkudan, heyecandan boğazı kuruyan, gözleri kararan Fatme, Niyazi'nin sorusuna yanıt vermek şöyle dursun, güçlükle soluk alıyordu. Oğlanın elinden kurtardığı elini arkasına saklamaya çalıştı, başından kaydığını fark ettiği örtüsünü düzeltmeye çabaladı, sonra da örtüsünün ucunu parmağına dolamaya başladı. Biraz soluğu yerine gelip çarpıntısı azaldığında, başını yerden kaldırdı, oğlanın ışıl ışıl yüzüne baktı, kara gözleri deniz mavisi gözlere sarıldı kaldı. ''Fatme'' dedi zor duyulur bir sesle. ''Kavala'dan, Osman kızı, yirmi birli Fatme'' diye ekledi. Sözünü bitirir bitirmez de merdivenin altından çıkıp gitmeye yekindi. Niyazi, bu kez, yalnızca bileğini tutmakla yetinmemiş, önüne geçerek yolunu kesmişti: ''Söz ver bana Fatme, her gece bu saatte buraya geleceksin, bu merdivenin altına. Sana daha çok diyeceklerim var.''

Biraz sakinleşen Fatme: ''Ya bir gören olursa?'' diye olumsuzladı. ''Korkma kimse görmez. Ananlara 'ayakyoluna gideceğim' dersin. Hem, görürlerse görsünler. Temiz yüreğiyle bakıp gören insan ne diyecek ki bize? Sevda ayıp mıdır, günah mıdır? Yarın gece bekliyorum, unutma. İyi geceler Fatmem. Rüyanda beni göresin, e mi? Bilesin ki benim rüyalarımda zaten (h)ep sen varsın.''

Fatme, anne babasının, kardeşlerinin, üst güvertede, yere serili battaniyeler üstünde oturmuş dağıtılan tayınları yedikleri köşeye vardığında, ona hiçbir şey sorulmadan; '' Hela önünde bir kuyruk vardı, bir kuyruk ki sormayın.'' dedi. Bir tayın ve bir soğan uzatan annesine '' Benim canım yemek istemiyor. Aç değilim'' diyerek hemen kenardaki yatak örtüsünün altına girdi, örtüyü başına çekti. Hiç kimsenin bilmediği gizli bir sığınakta kendisiyle baş başa kalmak, yöneltilecek sorulardan kurtulmak, yaşadığı olağanüstü olayı ve bunu yaşatan Niyazi'nin tuttuğu eli yanıyor, göğsünden boynuna, boynundan yüzüne bir ateş basıyordu. Tüm vücudunu karnından yükselen bir titreme sardı. 



Zaten yanlarından geldiğinde kızında bir değişiklik sezmiş olan annesi, Fatme'nin örtü altında tir tir titrediğini gördü. Örtüyü araladı, kızının pençe pençe kızarmış yüzü ortaya çıktığında, büyük bir telaşa kapıldı. Gemide salgınlar kol geziyor, her gece ölenler denize atılıyordu. Genç kadın: ''Amanın, yetişin! Kızım çok hasta. Benim gül yüzüm, ceylan gözlüm ölüyor! Yok mudur bir hekim, Allah rızası için yardım edin! Ne oldu sana, neyi var, maralım?'' diye dövünüyordu. Fatme, anasının telaşı, feryadı karşısında ne yapacağını şaşırdı. Karışık duygular içindeydi. Hasta olduğu düşüncesini pekiştirecek bir şey yapsa, hastaymış gibi davransa ya da söylese olmazdı. Çünkü, aslında hasta olmadığı, hastalananlara geç de olsa bakan gemi hekimi gelince şıp diye ortaya çıkacaktı. '

Hasta değilim, yok bir şeyim' dese, durumunu açıklayamayacak, kendini ele vermiş olacak, yaptıkları anlaşılacaktı. Hiç birini yapmadı, yapamadı. Artık korkudan mı, yoksa düşleri kesintiye kesintiye uğradığı için mi bilinmez, az sonra ateşi düştü, titremesi durdu, al yüzü aklandı. Hatta kalkıp istekle tayınını yedi. Ne ailesi, ne de çevrede kümelenmiş tanıdıklar, akrabalar, mahalleliler, olup bitene bir anlam veremediler. Yalnızca, uzaktan akraba bir nine, bilmiş bilmiş başını iki yana sallayarak; ''Genç kızlarda olur böyle. Kendiliğinden geçer. Telaşlanmayın.'' diyerek konuya noktayı koydu. Başını elindeki oyaya eğmiş kıs kıs gülüyordu.

Sonraki günlerde, nereye giderse gitsin; ister helaya, tayınlarını almaya, su doldurmaya, ister komşu kızlarıyla kıç güvertesinden geminin ardında bıraktığı köpükleri izlemeye, hep yanında aileden bir oldu. ''Ne olur ne olmaz, kızın başı döner, bayılır, denize düşer maazallah!'' diye.

Yaşadıkları Fatme'nin aklından hiç çıkmıyor; nereye gitse, ne yapıyor olsa hep Niyazi'yi düşünüyor; her gece o saat geldiğinde ne yapıp edip hela yolundaki merdiven altına tek başına gitmenin çaresini bulmaya çalışıyordu. Olmadı. Hiç yalnız bırakmadılar.

Fatme'yi, Pasaport rıhtımında, geminin pruva palamarının bağlandığı, ıslak, soğuk babanın üzerinde, gözleri kapalı, soğuktan mı, zihnine üşüşerek tüm benliğini sarıveren anılarının yoğunluğundan mı bilemediği nedenden tir tir titreyerek otururken en çok sarsan, yeniden görülen bir rüya gibi, ama capcanlı gördükleriydi;

... Aynı bugünkü gibi, yağmurun bardaktan boşanırcasına yağdığı, soğuk, bir 1340 yılı kasım sabahı, o ağızsız dilsiz, o canım Gülcemal, yine bu rıhtıma yanaşmıştı. Görevliler bas bas bağırıyorlardı; ''İzmir'e geldiiik. Herkes acele toparlansın. Buradan dağıtım olacaksınız. Acele edin.'' Herkes çarçabuk bir kaç eşyasını, topladı, denkler sırtlara vuruldu. Hayvanlarının iplerini, tavuk kafeslerini aldılar ellerine. Fatme'nin payına, kıyamayıp bir aylık oğlağıyla yanlarına aldıkları maltız keçisi düşmüştü. Çoluk çocuk, genç yaşlı kalabalık, inim inim inleyen, gıcırdayan bucurgatlarla rıhtıma indirilen merdivene yönlendirildi.

Ellerinden sımsıkı tutulan küçüklerle birlikte ağabeyleri ablaları en önde, onların arkasında ana babası, en arkada da yürümeye direnen keçiyle oğlağın iplerini çekiştiren Fatme yürüyor, aslında yürümüyor da kalabalıkta sürükleniyorlardı. Herkes gibi onlar da, dirsek dirseğe, omuz omuza yürümeye çalışarak, insan yığınının başları üzerinden geldikleri yeri görmeye, bilinmezi bilinir kılmaya çalışıyorlardı. Fatme, böyle çevreye bakınıp her ayrıntıyı belleğine yazmaya çabalar görünürken, aslında, gözleriyle değil yüreğiyle bakarak başka bir şeyler görmeye çabalıyordu. Sonunda aradığını sağ omuz başında buldu: Niyazi birden ortaya çıkmış, omzuna dokunarak, alçak sesle: ''Fatme'' demiş, bileğinden tuttuğu gibi yandaki bir kapı aralığına çekmişti. İkisi içeride, Fatme'nin sıkıca iplerini tuttuğu keçi ve oğlak dışarıda kalmıştı. O daracık aralıkta, Niyazi birden omuzlarından yakalayıp Fatme'yi kendine çekti, öpüverdi. Otuz üçlük kehribar tespih uzatarak; ''Gittiğimiz yerde, tez zamanda bulacağım seni. Mutlaka bulacağım. Al, bununla beni anarsın, rahmetli dedemindi'' dedi. Fatme, sımsıkı tuttuğu iplerin elinden kayıverdiğini duyumsadı. Başı dönen gözleri kararan kız, yanan dudakları arasından yalnızca, ''Keçi Uğlak!'' diyebildi.. Kendini toplayıp kapıya yekindi. Arkadan iten insan yığınının baskısıyla, keçiyle, oğlağın peşi sıra o da hızla ileri aktı. Dönüp dönüp arkasına bakarak ilerledi merdivene doğru.

      Niyazi'nin yüzünü en son, kalabalıkta getirildiği merdiven başında, yaşlarla ıslanmış gür kirpikleri arasından gördü: Niyazi, elini yumruk yapmış, gözünü ovuşturuyordu. Aralarında yalnızca üç dört kişi vardı. Ama, öyle uzaktı ki!...
Fatme Kadın, ''Sen ne yapıyorsun burada, bu yağmur altında, bir saattir, be kadın? Deli misin, nesin?'' diyen üniformalı bir
pasaport görevlisinin sesiyle, kendine geldi. Rıhtım babasının üzerindeki ıslak, soğuk dünyaya, 1954 yılının o kasım sabahına döndü. Telaşla ayağa fırladı, örtüsünü düzeltti. İşine doğru bir koşu tutturdu. Hayrettin Bey bugün mutlaka kovacaktı onu.
Rıhtıma bağlı Çanakkale Vapuru, arkasından önce kapkara bir duman salıverdi bacasından. Sonra kaptan düdüğe asıldı.
                                                                         Ekim 2008, İstanbul
                                                                       Sevgilerimle


Başka bir Fatme'nin kızı Nurten ile Güngör'ün nikah töreni





15 Nisan 2020 Çarşamba

SELANİK KAYALAR'A BAĞLI DURGUTLAR KÖYÜ İSİM LİSTESİ



Benden Durgutlar köyüne ait isim listelerini, köyün şimdiki sakini  Sevgili Panagiotis Stavretes istemişti. Bu yayın onun için.......

Durgutlar köyüne ait eski ve yeni fotoğraf yine ona ait....Teşekkürler Panagiotis....





İnsanların arkalarında görülen evler mübadele Anadolu'ya dönen Türklere ait.....








Mübadillerin Türkiye'ye gelişlerinden, geçimlerini temin edecek güce ulaşıncaya kadar çözülmesi gereken en önemli konu beslenme sorunu idi. Göçmenlerin iaşesi ilk önce 15 Haziran 1921 tarihli Muhacirin Nizamnâmesine göre düzenleniyordu. Bu nizamnâmeye göre göçmenlere gıda yardımı olarak üç ay süresince on yaşından büyük olanlara yarım okka ve on yaşından küçük olanlara 250 gram ekmek bedeli mahali rayice göre yevmiye olarak verilmekteydi. Bu ise göçmenlerin iaşe ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaktı. Beslenme sorununu çözümlemek amacıyla 25 Kasım 1923 tarihinde İaşe Talimatnamesi yayınlandı. Bu talimatname ile yardıma muhtaç göçmenlerin beslenme süresi verilecek gıda maddelerinin cinsi ve miktarı belirleniyordu.Buna göre, iskân edilmek üzere Türkiye'ye getirilen göçmenlere tahaffuzhanelerde sabahları ekmek ve çay,akşamları ise etli ekmek verilecekti. Aydınlatma ve yakacak malzemesi olarak misafirhanelerde nüfus başına 30 gram gaz ve bir kg.odun verilecekti. İhraç iskelesinden iskân mahaline varıncaya kadar yaptığı yolculuk esnasında ekmek ve katık, nihayet iskân mıntıkalarında iki ay süreyle yalnız ekmek veya un veyahut bunların bedelleri verilecekti. Emzikli kadınlara ve üç yaşına kadar çocuklara iki günde bir bir kutu teksif edilmiş şekerli süt verilecekti.Göçmenlere verilecek gıdanın cinsi ve miktarı ise şu şekildeydi;
Ekmek : Yemeksiz ve katıksız olarak verildiği zaman büyükler için 900 gram, on yaşından küçükler için 450 gram; sıcak yemek ile çay verildiği zaman büyükler için 500 gram, küçükler için 250 gramdır.
Katık: Nüfus başına 160 gram zeytindir.
Sıcak yemek : Nüfus başına 100 gram et, 10 gram fasulye ve benzeri kuru yiyecekler, 5 gram sade yağ, 8 gram tuz, 1 gram çay, 10 gram şeker, 700 gram taam odunu olarak hesaplanıyordu.



Aşağıdaki 40 aileye ait liste Manastır vilayeti Kozana Livası Kayalar kazasına bağlı Durgutlar köyünden gelen 40 kişiye ait. Göçle birlikte gelen  açlıkla imtihan.....
İşte yukarıdaki satırları bizzat yaşayanların adları 

Sevgilerimle




1-Manastır vilayeti Kozana livası Kayalar kazası Durgutlar köyünden gelen çiftçi Hocazade Zennun oğlu Mehmet

2-Manastır vilayeti Kozana livası Kayalar kazası Durgutlar köyünden gelen çiftçi Yusuf oğlu Mahmut
3- Durgutlar köyünden gelen çiftçi Ali Behzat oğlu Mürüvvet
4-Durgutlar köyünden gelen çiftçi İbrahim oğlu Seyfettin
5-Durgutlar köyünden gelen çiftçi Veli oğlu Abdurrahman
6-Durgutlar köyünden gelen çiftçi Bayram oğlu Kerim
7-Durgutlar köyünden gelen çiftçi Yahya oğlu Osman
8-Durgutlar köyünden gelen çiftçi Yahya oğlu Mustafa
9-Durgutlar köyünden gelen çiftçi Abdül oğlu Mustafa
10-Durgutlar köyünden gelen çiftçi Mustafa oğlu Hasan
11-Durgutlar köyünden gelen çiftçi Mürüvvet oğlu Süleyman
12-Durgutlar köyünden gelen çiftçi İbrahim oğlu Abidin
13-Durgutlar köyünden gelen çiftçi İsmail oğlu Kazım
14-Durgutlar köyünden gelen çiftçi Halil oğlu Süleyman
15-Durgutlar köyünden gelen imam Bayram oğlu Saldin
16-Durgutlar köyünden gelen çiftçi Halim oğlu Bekir
17-Durgutlar köyünden gelen çiftçi Bekir oğlu Salim
18-Durgutlar köyünden gelen çiftçi Salih oğlu Hayrettin
19-Durgutlar köyünden gelen çiftçi Bayram oğlu Hasan Ali
20-Durgutlar köyünden gelen çiftçi Abdurrahman oğlu Salim
21-Durgutlar köyünden gelen çiftçi Salih oğlu Abdurrahman
22-Durgutlar köyünden gelen çiftçi İbrahim oğlu Necip
23-Durgutlar köyünden gelen çiftçi Cemal oğlu Zekman
24-Durgutlar köyünden gelen çiftçi Abdullah oğlu Hacı Hüseyin
25-Durgutlar köyünden gelen çiftçi Hacı Hüseyin oğlu Hayrettin
26-Durgutlar köyünden gelen çiftçi Hacı Hüseyin oğlu İdris
27-Durgutlar köyünden gelen çiftçi İbrahim oğlu Nurettin
28-Durgutlar köyünden gelen çiftçi Salih oğlu Bayram
29-Durgutlar köyünden gelen çiftçi Salih oğlu Mahmut
30-Durgutlar köyünden gelen İsmail oğlu Muslih
31-Durgutlar köyünden gelen çiftçi Abdullah oğlu Sadullah
32-Durgutlar köyünden gelen çiftçi Zekeriya oğlu Demir
33-Durgutlar köyünden gelen çiftçi Abdurrahman oğlu Kasım
34-Durgutlar köyünden gelen çiftçi Salih oğlu Şahin
35-Durgutlar köyünden gelen çiftçi Veli oğlu Mustafa
36-Durgutlar köyünden gelen çiftçi Mustafa oğlu Süleyman
37-Durgutlar köyünden gelip, Sivas ili Tenos (Şarkışla) kazası Lisanlı köyünde iskan edilen çiftçi Muhtaroğullarından Cemal oğlu Zekman
38-Durgutlar köyünden gelip, Sivas ili Hafik kazası Çimenyenice köyünde iskan edilen Bayram oğlu Emin
39-Durgutlar köyünden gelip, Sivas ili Hafik kazası Çimenyenice köyünde iskan edilen Zeki oğlu Salih
40-Durgutlar köyünden gelip, Sivas ili Hafik kazası Tuzhisar köyünde iskan edilen Elizoğullarından Süleyman oğlu Yusuf

BU BİR MÜBADELE HİKAYESİNİN ANLATILDIĞI RADYO HİKAYESİ

KOZANA HATIRALARI......

Selam Mübadil insanların fotoğraflarıyla birlikte bir mübadele hikayesi anlatımı burada....Bakalım kimlerle ortak hikayelerimiz var?...