Gidiyoruz bilinmeze, gidiyoruz, elveda köyüm, atalarım, evim......
Mübadele haberini; ilk önce Yunan
hükümetini ve Yunan ordusunu destekleyerek çeteler kuran, müslüman Türk
köylerine saldıran, Yunan ordusunun yenilgisi üzerine, yaptıklarının cezasız
kalmayacağını anlayarak Anadolu’dan kaçan ve Jerveni köyüne yerleşen Pontuşçu Rumlardan almışlardı.
-Buradan gideceksiniz, gitmezseniz sizi
keseceğiz. tehditlerine maruz kalan Jerveni köylüleri çaresiz Anadolu’dan
gelecek haberleri beklemeye başlamışlardır. Zor günler geçirmektedirler. Yunan hükümeti; Balkan Savaşı sonrasında
mallarının bir kısmına el koymuş, daha sonra gelen rumlarla evlerini mal
ve mülklerini paylaşmalarını istemiş, evleri geniş
olanların evlerini, diğerlerinin odalarını muhacirlere tahsis etmişti. Gelenleri ağır kış şartlarında doyurmak için seferber olan köy halkı, yemek
pişirme işini işbölümü yaparak hallederken, tarlalarının yarısını ekip dikmeleri
için rumlara bırakmışlardı. Bütün iyi niyetlerine rağmen Anadolu’dan gelenlerin
eşyalarını, tavuklarını çalmalarını ve tarlalarına gittiklerinde de;
-Buraya
giremezsiniz bizim bunlar siz gidin buradan diye üzerlerine saldıran
rumlarla çatışmaya başlamışlardı.
-Kuzum 15 tavuğum vardı 2 tanesini kesip muhacirlere yedirdim kalanından da 5
tanesini verdim, birkaç gün sonra sabah
kalktık ki hepsini çalmışlar tavuksuz kaldım. diyen Makbule kadından başka
-Bize bir anne-kız verdiler, odamızı verdik her gün odanın kapısına yemek koyduk
yediler-içtiler boş kaplarını kapının önüne koydular, bir gün olsun size yardım
edelim demediler diyen köylüler ağır geçen kış şartları yanında; çetelerin
baskınlarından korunmak amacıyla tarlalarını ekememiş, odun kesip
satamamışlardı. Bunu da
-Zaten elimizde yiyecek azdı, tohumluk ayırdığımız mısır
baklaları bile pişirdik, tavuk, koyun, dana kestik onları doyurduk kendimiz
bile yiyemedik, bizimkiler yine de en
zararsızlarıydı sözleriyle anlatmaktadır..
Nihayet zorunlu göç olacağı
anlaşılmıştı. Söylentiler gerçekleşmiş, tedirgin bekleyiş sona ermişti.
Herkes sahip oldukları mal ve mülk sayımnı yaptırmakta, köy ihtiyar heyeti
başkanı Bayram Himmet hoca ve azalar
mümkün mertebe köy halkını mübadele hakkında bilgilendirmekteydi.
Belgeleri incelediğimizde:
Anadolu’dan mübadele ile gidecek olan Rumlara, Yunan hükümeti ve Fener Rum
Patrikhanesi öncülüğünde zengin rumların katkılarıyla, mübadelede göçmenlerin
neler yapması gerektiği bir kılavuz kitapta anlatılmaktaydı. Çoğunluğu varlıklı ve eğitimli Rumlar
bilinçli hareket ederek taşıyabildikleri bütün taşınmazlarını çeşitli
şekillerde götürmeye veya paraya çevirmeye çalışmıştır. Yunanistan’daki
müslüman köylerinin çoğuna hala mübadelenin boyutlarını anlatacak heyetler
gidememekte, kulaktan dolma haberler söylentiler yayılmakta, müslümanların mallarını bedava üzerlerine
geçirmeye çalışanlar tarafından “yakında geri döneceksiniz geldiğinizde size
tekrar veririz” diyerek kandırılmaktaydılar. Eşyalar, hayvanlar, evler,
tarlalar çok ucuza ya Yunanlılara ya da Anadolu Rumlarına veya Makedonlara
satılmaktaydılar. Kesriye’ye gelen Uluslararası komisyon yetkilileri
tarafından; Jerveni köyünün ve köylülerinin mal beyanlarına dayalı tesbitler
yapılmış, günler süren yazılımlar bittikten sonra köyü terk etmeleri
bildirilmiştir. Çıkılacak yol ulaşım güçlükleriyle doludur. Yayan ve At
arabalarıyla yola çıkılacaktı, taşıma parası fazla hesaplanmaktaydı. Yunan
hükümeti vergi ve taşıma ücretini oldukça yükseltmiş gayri resmi yollardan
Anadolu’ya gideceklerin soyulmasına göz yummaktaydı.
Türk hükümetinin bütün itiraz ve
misilleme yapacakları açıklamasına rağmen; “Öküz, inek ve koyun-keçilerimizi
tavuk fiyatına satmak zorunda kaldık, yol paramızı denkleştirelim istedik. Hayvanları yollarda
beslemek, barındırmak, vapurla taşımak olmaz dediler. Ne yapalım telef olmasınlar
yollarda diye sattık. Bir şey almanıza gerek yok, acil ihtiyaçlarınızı alın
gideceğiniz yerlerde bıraktığınız eşyaların karşılığı var denildi, pişirdiğimiz
yemekleri, kap kacaklarımızı ambarımızda ne varsa onları bıraktık,
halılarımızı bıraktık, yastıklarımızı bıraktık…"
-Bunlar ne ki çupçe mezardaki
ölülerimizi, annemizi-babamızı, evlatlarımızı bıraktık, eşya nedir ki
geçmişimizi atalarımızı bıraktık..”
-Az biraz ekmek aldık yanımıza birde tava,
bir gömlek, akıl edenler yatak ve yorganlarını da aldılar yanlarına ,
almayanlar sonra çok zahmet çektiler ben bakla ve mısır tohumu aldım kuşağıma sardım.
Bilseydik tavukları da alırdık keser yerdik aç kalınca çok zahmet çektik
çok…Denkler sarıldı, eşyaların bir kısmı arabalara yüklendi. Komşu köylerden
arkadaşlarımızla helalleşildi, sıra mezarlarımızı ziyaret edip ayrılmaya geldi.
İşte o zaman bir kıyamet koptu ağıtlar, ağlamalar evladının,
annesinin-babasının mezarından ayrılmak
istemeyip hemen oracıkta ölmek için yakaranlar…Artık anladık gidiyoruz
…son ana dek bir mucize beklemiştik
olmadı. Tırnaklarımız kaldı mezarlarda öyle söküp aldılar bizi, yürüttüler.
Yunan askerleri bize saldırı olmasın ve de kafileden kaçanlar olmasın diye
önden ve yanımızdan yürüyorlardı.
Gidiyoruz bilinmeze, gidiyoruz, elveda köyüm, atalarım, evim......
Daha
düne kadar bahçesinde çocuklarımızın kahkahalarla oyunlar oynadığı evim,
saklandığımız orman, meşe ağaçlarım, gürül gürül akan dere, değirmen, cami,
mektebim, durmadan öten kuşlar elveda..
Dönecek miyiz sağ salim, görecek miyiz bir daha bilinmez!.. Bilinmeze
doğru çıktık yola.. Hastaları, çocukları, bebekli kadınları at arabalarıyla
taşımaya çalıştılar, kimini sırtında, kimini kucağında çocuğuyla.....
Kafile Jerveni’den yayan olarak
Florina (Soroviç) istasyonuna ulaşır. Buraya
diğer köylerden gelenlerle birlikte trene bindirilerek, hayvanlarla aynı
vagonlarda istif edilen mübadiller
Selanik şehrine taşınır.
Üstleri başları perişan, Selanik
şehrine ulaşan göç kafilesi; sokakta yürüyüp barınılacak yer olarak ayrılan
yere doğru giderken bazı evlerden Yunan ve Rum kadınları ”gidin gidin,
gittiğiniz yerde açlıktan öleceksiniz. Kendi pisliğinizi yiyeceksiniz” diye
bağırarak pis sular dökmektedir üzerlerine....
Kıyafetlerimiz, malka bağladığımız
örtülerimiz kir içerisinde kaldı üstümüz başımız sidik koktu..Korkumuz arttı, iyice sesimiz kesildi, sızlanmalarımız bitti.. Selanik’te Hilal-i Ahmer tarafından kurulan çadır ve barakalarda, açık alanlarda, güneş altında günlerce kendilerini
ANADOLU’YA GÖTÜRECEK GEMİYİ beklediler. Başarabilenler, hamile kadınlar
ile küçük çocuklar bir çadırın altına sığındılar.
Hilal-i Ahmer’in dağıttığı yiyeceği –yemeği alabilenler olduğu gibi alamayanlar
da oldu.
- Aşı olduk, yapabilenler banyo
yaptılar bu amaçla kurulan yerlerde.
Bu ve benzeri anlatımlar bütün
mübadillerin ortak anlatımıdır!.. Ayrıca aç kaldıkları için yıkıntılarda
yiyecek arayan Müslüman kadın ve erkeklere yapılan saldırılardan da
bahsedilmektedir. Saldırılar muhacirlere yapılmakla kalmamış onlara hizmet
etmek için Selanik ve diğer merkezlerde bulunan Hilal-i Ahmer görevlilerine de
yapılmıştır. Bu saldırılar dönemin
belgelerinde ve gazete haberlerinde yer almıştır.
Anadolu’ya gidecekleri günü beklerken, her yerde olduğu gibi Selanik’te de yiyecek fiyatları çok artmış, biraz olsun
açlıklarını bastırmak için pahalıda olsa satılan yiyecekleri almak zorunda
kalmışlardır..
-bir simit aldık 20 para
istediler geri vermek istedik almayıp Yunan polisi ile gelip zorla aldılar
parayı elimizden.... Sattıkları mal ve mülklerinin karşılığı olarak aldıkları üç
kuruş hızla erimekte, ellerindeki gittikçe azalan paranın bir kısmını taşıma parasını olarak muhafaza etmeye
çalışarak beklemektedirler kendilerini taşıyacak gemiyi.
Mübadeleden hemen sonra Selanik köylerinden biri arkada Türklerin evleri
Yunanlılar çeteler kurarak; Vapur
bekleyenleri polis kıyafetleriyle dolandırdıkları, tartaklayıp paralarını gasp
ettikleri şikayetleri kadar eşyaların aranarak değerli eşyaların alınması
şikayetleri dikkat çekicidir. “Bebeğin kundağına birikimlerimizi ve altın
saklamıştık kundağı açıp aldılar!.. Yorgana dikip sakladık altın ve paralarımızı
aldılar. üstümüzü ararken çaldılar paramızı… Sizi göndermeyeceğiz şu kadar para
vermezseniz gidemezsiniz dediler.. Şikayetler saymakla bitmiyor….
Çekilen acılar bir daha yaşanmasın diyerek noktalamak istiyorum. Sevgilerimle
Bu yazısını benimle paylaşan Sevgili Hocam Leyla Kaplan'a en kalbi duygularımla