15 Şubat 2018 Perşembe

KOZANA HATIRALARI......



Selam
Mübadil insanların fotoğraflarıyla birlikte bir mübadele hikayesi anlatımı burada....Bakalım kimlerle ortak hikayelerimiz var?



GÜNCELLEME

4 yıllık emeğimin sonucu olan kitabımı 2018 yılında yayınladım. Vefa örneği olmasını istediğim için ; doğduğu toprakları bir daha göremeyen buğulu,elâ gözlü tüm mübadillere ithâf ettim. 
Umarım birçok mübadile faydası olur. Kitapta Kozana'ya bağlı 61 köyde yaşayan 5140 Türk-Müslüman-Erkek nüfusa ait bilgiler bulunmaktadır. Kitabı almak isterseniz eğer sertaccihan@hotmail.com adresinden veya 05386748294 nolu whatsapp hattından bana  ulaşmanız  yeterlidir. 

7 Şubat 2018 Çarşamba

YA BENİ DE GÖTÜR, YA SENDE GİTME...........




En güzel Çorum türküsü.....


Bir gün köklerimi aramak için Çorum yollarına düşeceğim, kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi..

Annem; ananemin ailesiyle birlikte, Yunanistan'dan bindikleri geminin onları Samsun'a bıraktığını, oradan akrabaları ile birlikte Merzifon'a gönderildiklerini, bir kısmının orada kaldığını, diğerlerinin ananemlerde dahil,  Çorum Sungurlu'ya yürüyerek geldiklerini anlatırdı. Çorum Sungurlu mübadil listelerini arşivlerde bulduktan  sonra bizimkilerin  iskân edildikleri yerin o zamanlar Sungurlu'ya bağlı Çarşıdere  köyü olduğu netlik kazandı. O dakikadan itibaren içimde yeşeren "gidip görmeliyim" duygusu bütün benliğimi yavaş yavaş ele geçirdi. Birkaç hafta sonra bir pazar günü maceralı  Çorum seyahatimiz başladı. Çorum yol maceramızı BURADA (yazının üstüne tıklarsanız o yazımı okuyabilirsiniz.) anlatmıştım.



O gün bayağı maceralı bir seyahat sonrası 1640 rakımlı Aygar dağının zirvesinde bulunan  Çarşıdere'ye vardık. İnanın köye indiğimizde hepimizin başı yükseklikten fırıl fırıl dönüyordu. İlk izlenimimiz, iki vadi arasında  yemyeşil bir köy.....girişte terk edilmiş bir köy okulu ve yanı başında iki katlı bir bina bizi karşıladı.Geldik ama nereye gideceğimizi ne yapacağımızı bilemiyoruz. Perdeli giriş kattaki evin  kapısını çalmaya karar verdik.  Okul bahçesinde kocaman bir inek sakin sakin otluyor. Arada dönüp bize bakıyor, tekrar ot yemeye başlıyor. Biz yakından inek  görmemiş şehirliler, korka korka ineği göz hapsinde tutarak eve yanaştık ve  zilini çaldık.Evde kimse yok. Etrafa bakınırken biri bize doğru yanaştı ve
-hoş geldiniz dedi ben köyün imamıyım, burası da benim evim...Kim için geldiniz buraya?
Ben Ankara'dan geldiğimizi, Ananem ve ailesinin Selanik'ten bu köye geldiklerini, eğer köyde kaldıysa eski evlere bakmak, büyük ihtimal eski kilise olan camiyi gezmek ( ya kiliseler camiye ya da camiler kiliseye dönüşür. O toprakların kimin eline geçtiğine bağlı) köyü ve köylüleri  tanımak istediğimiz söyledim. Aklıma hiç gelmemişti o gün orada Yunanistan Selanik doğumlu, mübadeleyi 3-4 yaşlarında yaşayan ve geçmişe ait hiçbir anısını unutmayan Cemile nine ile karşılaşacağım........

-Tamam dedi imam, ben sizi gezdiririm. Burada yaşayan birkaç mübadil aile var. Sizi onlarla da tanıştırırım.


Arnavut kaldırımlı köyün içinde yürümeye başladık..Yemyeşil, köy evleri ağaçların arasında kaybolmuş, evlerinin önünden şırıl şırıl küçücük bir dere akan,  kuşların cıvıldadığı sakin- sakin- sakin bir köy.....İlk camiye uğradık. Bahçesinde top top  leylakların o mis gibi baygın kokusu, zaten temiz havadan serseme dönen bizi iyice sersemletti. Caminin, kilise olan  ilk halinden eser yok.Yenilenmiş. Sadece dış görüntüsü değişmemiş. İmama, o döneme ait hiçbir şey kalmadı mı? diye sordum. Yok dedi. Kalan hiçbir şey yok.

Ardından köyün içinde gezmeye başladık. İmam bize Selanik'ten gelenlerin zamanla buranın iklimine alışamayıp, köyü terk ettiklerini boşalan köyün, sonrasında Malatya'dan göçen vatandaşların  yerleştirildiğini anlattı. Mübadil bir ailenin evine gittik.Evdeki  büyük anne Yunanistan doğumlu fakat alzaymır hastası hiçbir şey hatırlamıyor.
-Biraz aşağıda bir de Cemile nine var dedi ona götüreyim sizi.....
tamam dedik, hadi gidelim..
köyün kıvrımlı yollarından aşağı doğru indik, kapısının önünden dere geçen bahçesi ağaçlıklı   iki katlı bir evin önünde durduk...
İmam içeri  size "Tanrı misafiri" getirdim diyerek seslendi..Balkona çıkan bir kadın yukarı gelsinler diye karşılık verdi. Tahta merdivenlerin gıcırtısı ile yukarı çıktık.
-Buyur ettiler oradaki yer minderlerini işaret ederek, dimdik oturan nenenin yanına sıra sıra oturduk.
 -neden geldiğimizi anlatan kısa bir girişten sonra, oğlu işte annem dedi. 96 yaşında Selanik-Cuma köy doğumlu, kulakları ağır işitir, bağırmanız lazım, fakat aklı zehir gibidir, en ufak bir olayı dahi hatırlar. Hatta Selanik gelirken ve geldikten sonra hikayelerini bize anlatırdı da biz anam yine başladı derdik,pek ciddiye alıp dinlemezdik. Şimdi sizi görünce biz naptık? dedim kendi kendime....koca bir tarihi dinlemeden büyüdük, farkına varamadık, değerini bilemedik şimdiye kadar  anamızın.....

Keşke geçen sene gelseydiniz, babam o da Selanik doğumluydu, o kadar çok anlatırdı ki oraları, arkasından da ağlamaya başlardı, sizi görse benim melmeketli  gelmiş diye o kadar çok sevinirdi ki! dedi ve dolu dolu olan gözlerini çevirdi.
Biz oğluyla konuşurken, dimdik oturan Cemile nine gözlerini dikmiş,  bize gülümsüyordu. Bu arada söylemek isterim; Rumeli kadını kaç yaşına gelirse gelsin bir duruşu vardır.  O yüzden "Rumeli kadını rütbe gibidir durup durup selam veresin gelir" derler. Öyle bir endamla yanımda oturuyordu 96'lık Cemile Nine.....  Kulağına doğru eğildim, bağırarak
-Cemile nine ben seni görmek için Ankara'dan geldim. Selanikliyim bende dedim....
Nine ağlamaya başladı, yemenisinin kenarıyla göz yaşlarını siliyordu bir taraftan da.... herkes bir anda sustu, hani herkes aynı anda susunca " biri daha öldü, bunun adı  ölüm sessizliği"  derler ya! işte öyle bir şey.....

-Neden daha önce gelmedin dedi? Hep söyledim benim çocuklara  birgün biri gelip, beni bulacak diye..inanmazlardı bana, gülerlerdi... Kocam vardı, görümcemler vardı..onlar hep sana anlatırdı oraları...benim bildiğim çok az, anamın anlattığı kadarını biliyorum, küçükmüşüm ben...ama onlar gençmiş her şeyi hatırlarız biz derlerdi.....

-Napalım nene? yetişedim onlara işte dedim, sen bana anlat neler biliyorsun?
Benim kaynatamlar diyerek başladı anlatmaya....  geldiklerinde  topraktan evlere yerleştirmişler, çimento katmamışlar evlere....yağmış yağmur , yağmış yağmur, toprak dam çökmüş üzerlerine,,,,,,,kaynatam çok hastalanmış o ara, ev denilen yerde bir tas yokmuş ki su içmeye...kaynanam çıkmış hayvanların su içtiği yalakları almış, getirmiş eve, kaldırarak su içirmiş hasta kocasına.....çok çileler çekmişler çok dedi..
O sırada gelini bize ayran yaptı getirdi.Köyün tamamı hayvancılıkla uğraşıyormuş. Süt, yoğurt,ayran bol bol....Gelini ayranı bana verirken, sor bakalım dedi cebinde niye kuru soğan taşırmış?
-Cemile nine dedim kulağına bağırarak
Cebinde niye soğan taşıyorsun?

Ah onu hiç sorma..Biz melmeketten (bizimkilerin dilinde memleket, melmekettir) gelirken,  yaşlı nenemi ve beni bir kağnıya bindirmişlerdi. Yolda acıktım soğan istiyorum  diye ağlamaya başladım
-Sus dedi babam....biz ekmek bulamıyoruz, sen soğan diye ağlıyorsun!
İçine oturmuş o minik kızın bu azarlanma....o gün bugündür yeleğinin cebine her gün küçük bir kuru soğan koyarmış...yani 93 yıldır...dile kolay...
Daha fazla yormak istemedik Cemile nine'yi....fotoğraflar çektirdik, tekrar geleceğimize dair söz vererek buğulu gözlerle yanından ayrıldık.
Merdivenlerden inerken; gitmeyin dedi ilk önce, sonra boğazı düğüm düğüm  tekrar gelin oldu mu? diye seslendi.
Bu sefer bizi gezdirme görevini Cemile Ninenin oğlu Mevlüt devraldı. Mezarlıkları görmek istediğimi söyledim ona....bizi alıp Rum Mezarlığına götürdü. Köy çeşmesinin arkasında hiçbir taşı olmayan dümdüz bir alan......
-Hiç mezar taşı yok muydu? dedim. Yeni yapılan evlere temel taşı oldu dedi.
Ardından küçük dereyi atlayarak müslüman mezarlığına giderken yolda yıkık dökük bir evin yanında durduk. Mevlüt bu ev bizim eski evimizdi dedi. Evin Rum olan sahibi 1970'li yıllarda bu köye gelmiş. Ev o sırada sağlammış Mevlüt'ün babasına bu evin eski sahibi olduğunu, evini görmek istediğini söylemiş çok yalvarmış. Bizimkiler eve sokmamış.
Keşke gösterseydiniz niye böyle yaptınız? dedim
Cahillik işte.... çok pişman oldu  dedem ama adam gitmişti bir kere dedi.....
Ben bu hikayeyi, Çarşıdere yazımda paylaştıktan birkaç ay sonra bir mail aldım. Yunanistan'dan geliyordu mail....Xatzi o anlattığın benim dedem diyordu...Dünya o kadar küçük ki... Aşağıdaki fotoğraftaki soldaki ev Xatzi'nin dedesinin evi....



Mezarlığa giderken bahçede  yaşlı bir amca gördük, yanına gittik. Nerden geldiniz buralara? diye seslendi. Ankara dedik inanamadı.. Selanikli misin? dedim yok dedi..yanından ayrılıp  belki bir mezar taşı buluruz  umudu ile eski Türk mezarlığına yürümeye başladık. Derenin kıyısında yemyeşil dümdüz bir alan..
-İşte burası dedi Cemile ninenin oğlu....yok Rum mezarlığından farkı yok buranın da, ne bir mezar taşı, ne de oranın eskiden mezarlık olduğunu gösteren bir emare.....oraya giderken içimde küçükte olsa bir umut vardı Annanemin babası İzzet ve annesi Mihriban'ın mezarının orada olduğunu düşünüyordum çünkü.....boynu bükük ayrıldım oradan da... Oysa benim içimde  Türk mezarlığında en azından bir taş bulabilirim umudu vardı. Dönüşte minik derenin üstünden atlarken, tezeği taş sanıp üstüne basınca da, (bazen bende ki öngörü bu kadar tekdüze olabiliyor yani, kahverengi gördüm ya....)ayak bileğime kadar tezek içinde kaldım. elimdeki ıpad havaya, ardından cumburlop  dereye düştü,çocuklar suyun içinden  hemen aldılar, Allahtan kabı vardı da bir şey olmadı. Olan bana oldu ve bundan sonraki köy gezimi ayak bileğime kadar battığım tezek içinde tamamladım.

Çarşıdere köyüne gitmeyi, baharda tekrar  düşünüyorum. Çünkü Cemile nineye söz verdim 100. yaşgününü kutlamaya gideceğim.
                                                                                     Sevgilerimle 







23 Ocak 2018 Salı

126 YILLIK BİR VERESİYE HİKAYESİ.......






Selam herkese
Bu akşam burada  biraz gülümseten, biraz hüzünlendiren  farklı bir veresiye defteri hikayesi var.
                                                                                  Sevgilerimle    



-Marika 4 kilo pirzola aldı ama parasını getirmedi........
bu bir duvar yazısı...Bakkal Mihalis efendi borcunu tahsil edemeden gitti. 
Kırklareli-Demirköy'e bağlı Hamdibey köyü, mübadeleden önce 1900'lü yıllarda zengin bir Rum kasabasıydı. O zamanlar buraya "üç manastır arası yer" anlamına gelen "Trulya" derlerdi. Bu üç manastır Büyük Manastır, Küçük Manastır ve Demirköy manastırı idi. Trulya'da çok büyük bir kilise ve iki su değirmeni bulunuyordu. Yaptıkları kanallarla  değirmenlerin suyu boşa harcamayarak  köyün içine sevk ediyorlardı. Kadınlar köyün içine doğru akan minik derede çamaşırını, yatağını, yorganını yıkardı. Yollar arnavut kaldırımı idi. Sığır, domuz, koyun, keçi ve hatta kanatlı hayvanlar bile köyün içine sokulmaz, köyün dışındaki ahırlarda bakılırdı. O yüzden Trulya'da ne sivrisinek ne de karasinek vardı. Yollar tertemizdi. Haliyle ahalinin işleri yolunda, keyfi yerindeydi. Köylülerin geçim kaynakları ise;başta hayvancılık, balcılık, kilimcilik, ipekçilik, şarapçılıktı. Ahalinin kereste ve odun kömürü ihtiyacını,  Istranca ormanları karşılıyordu. Kasabada her evin alt tarafı mağaza idi. Üst katta yaşanır, alt katta para kazanılırdı.

Trulya esnafının çok hoş bir adeti vardı. Alacaklarını, vereceklerini duvara yazıyorlardı. Muhasebe defterleri dükkanlarının kapıları ve sıvalarıydı. Bu sayede kimin borçlu kimin alacaklı olduğunu herkes bilirdi. Büyük bir tesadüf eseri olarak bu yazılardan birkaç satır günümüze kadar ulaştı. Birgün eğer yolunuz bu kuş uçmaz kervan geçmez köye düşerse, orada Bakkal Mihalis Efendi'nin duvarında 126 yıllık "çetele defterini görebilirsiniz.

"Nikos canın çıkmasın, süt yine eksik......."
"Vasiliki bir çeki un aldı, çeyreğini ödedi...."

Evin ön cephesinde iki pencere arasında ise daha özenli olarak şu yazı vardır:
"Mihalis'in evi, Bay Nikola İ.Yannuka usta sayesinde, pazar günü 29 Haziran 1891'de tamam oldu."

1924'de Trulya'nın Rum, birazda Bulgar'dan oluşan halkı gittikten sonra, buraya önce Arnavutluk'tan, Sırbistan'dan, Romanya'dan gelen muhacirler yerleştirildi. Böylece 1000 hanelik kasaba, 200 hanelik köye dönüşmüş duruma geldi.

                                        Ümit BAYAZOĞLU yazısından alıntıdır.




BU BİR MÜBADELE HİKAYESİNİN ANLATILDIĞI RADYO HİKAYESİ

KOZANA HATIRALARI......

Selam Mübadil insanların fotoğraflarıyla birlikte bir mübadele hikayesi anlatımı burada....Bakalım kimlerle ortak hikayelerimiz var?...