23 Ocak 2018 Salı

126 YILLIK BİR VERESİYE HİKAYESİ.......






Selam herkese
Bu akşam burada  biraz gülümseten, biraz hüzünlendiren  farklı bir veresiye defteri hikayesi var.
                                                                                  Sevgilerimle    



-Marika 4 kilo pirzola aldı ama parasını getirmedi........
bu bir duvar yazısı...Bakkal Mihalis efendi borcunu tahsil edemeden gitti. 
Kırklareli-Demirköy'e bağlı Hamdibey köyü, mübadeleden önce 1900'lü yıllarda zengin bir Rum kasabasıydı. O zamanlar buraya "üç manastır arası yer" anlamına gelen "Trulya" derlerdi. Bu üç manastır Büyük Manastır, Küçük Manastır ve Demirköy manastırı idi. Trulya'da çok büyük bir kilise ve iki su değirmeni bulunuyordu. Yaptıkları kanallarla  değirmenlerin suyu boşa harcamayarak  köyün içine sevk ediyorlardı. Kadınlar köyün içine doğru akan minik derede çamaşırını, yatağını, yorganını yıkardı. Yollar arnavut kaldırımı idi. Sığır, domuz, koyun, keçi ve hatta kanatlı hayvanlar bile köyün içine sokulmaz, köyün dışındaki ahırlarda bakılırdı. O yüzden Trulya'da ne sivrisinek ne de karasinek vardı. Yollar tertemizdi. Haliyle ahalinin işleri yolunda, keyfi yerindeydi. Köylülerin geçim kaynakları ise;başta hayvancılık, balcılık, kilimcilik, ipekçilik, şarapçılıktı. Ahalinin kereste ve odun kömürü ihtiyacını,  Istranca ormanları karşılıyordu. Kasabada her evin alt tarafı mağaza idi. Üst katta yaşanır, alt katta para kazanılırdı.

Trulya esnafının çok hoş bir adeti vardı. Alacaklarını, vereceklerini duvara yazıyorlardı. Muhasebe defterleri dükkanlarının kapıları ve sıvalarıydı. Bu sayede kimin borçlu kimin alacaklı olduğunu herkes bilirdi. Büyük bir tesadüf eseri olarak bu yazılardan birkaç satır günümüze kadar ulaştı. Birgün eğer yolunuz bu kuş uçmaz kervan geçmez köye düşerse, orada Bakkal Mihalis Efendi'nin duvarında 126 yıllık "çetele defterini görebilirsiniz.

"Nikos canın çıkmasın, süt yine eksik......."
"Vasiliki bir çeki un aldı, çeyreğini ödedi...."

Evin ön cephesinde iki pencere arasında ise daha özenli olarak şu yazı vardır:
"Mihalis'in evi, Bay Nikola İ.Yannuka usta sayesinde, pazar günü 29 Haziran 1891'de tamam oldu."

1924'de Trulya'nın Rum, birazda Bulgar'dan oluşan halkı gittikten sonra, buraya önce Arnavutluk'tan, Sırbistan'dan, Romanya'dan gelen muhacirler yerleştirildi. Böylece 1000 hanelik kasaba, 200 hanelik köye dönüşmüş duruma geldi.

                                        Ümit BAYAZOĞLU yazısından alıntıdır.




13 Ocak 2018 Cumartesi

CAFE AMANLAR ve REMBETİKO



Fotoğrafa tıklayarak, Gülbahar yumuşak yumuşak çalarken  yazıyı okuyun bence :))))


-Rembetiko kültürünün doğuşu-

Anadolu'daki Yunan yenilgisinden sonra, Büyük Helen İmparatorluğu- Megali İdea hayali ve din kardeşliği nedeniyle, Yunanlılara sempati ile bakan  Rumlar,  Türklerin kendilerinden intikam alacağından korkarak kitleler halinde Yunanistan'a göç ettiler. O zamanki nüfusu 4-5 milyon olan yerli halka, birde Anadolu'dan gelen yaklaşık 1.500.000 göçmen eklenince Yunanistan çok ciddi ekonomik ve siyasal sorunlarla karşı karşıya kaldı. Ticari dengeleri alt-üst olan Yunanistan, ihtiyaçlarının çoğunu ithal etmek zorunda kalmıştı. Açlık sınırındaki ülkede salgın hastalıklar artmış, mübadillerin yaşadığı çadır kentlerde tifo, tifüs, çiçek  salgını baş göstermişti.

Yerli Yunanlılar ise; şaşkın vaziyette bir yıl önce Megali İdea hayali ile zafere ve Anadolu'nun işgaline umut bağlamışken, yaşanan bu büyük hezimetten, Anadolu'dan gelen mübadilleri sorumlu tutuyorlardı.  Dindaşları olan Rumları ötekileştiriyorlar ve dışlıyorlardı. Dışlanan ve ciddi bir husumete maruz kalan mübadiller, yalnızlıktan ve anavatanlarından kopmanın hiçbir yere ait olamamanın acısı ile giderek kriminalize olmaya devam ediyorlar, kurdukları gettolarda Anadolu'dan getirdikleri kendi gelenek ve kültürlerini yaşatarak dayanışma içinde varlıklarını sürdürmeye çalışıyorlardı.

Savaş ve siyasi çalkantılar sonucu başka bir ülkeye mülteci olarak sığınanlarda ya da zorunlu göçe tabi tutulanlarda sıklıkla görülen "Sıla hasreti" şeklinde kendisini gösteren "Kökten kopma sendromu" Rembetçi mübadillerde ziyadesi ile ortaya çıkmıştır. Göç literatüründe  "Hayata Küsme Bozukluğu" olarak tanımlanan sinsi ve kronik çaresizlikle baş etmekte zorlanan ve varoşlarda birbirine kenetlenerek asgari yaşam koşullarında yaşama tutunmaya çalışan bu marjinal gruplarda suça yönelik davranışlar alkol,esrar başta olmak üzere madde bağımlılıkları yoğun şekilde olduğundan, kolluk güçleri tarafından sıkı kontrol altında tutulmuşlardır.

Ezilmişlik, dışlanmışlık, hor görülme sonucu gelişen narsistlik incinmişlikler bu grubun ortak hüznü haline gelmiş altta yatan kronik depresif ruh halini ancak bu söz konusu suç mahallerinde (Cafe amman'larda) bir nebze olsun dindirmişlerdi.

Yaşadıkları topraklardan sökülüp atılan mübadil göçmenlerin birinci kuşağında yaşanan sayısız sosyal travma ve acılar kuşaktan kuşağa özellikle sözlü kültür aracılığı ile aktarılırken, acılı yaşam öyküleri Anadolu kökenli çalgıcıların ve yine Anadolu ezgilerinin karıştığı bir tür özgün müzik (Rembetiko) ile "kolektif kimliklerini" yıllar içinde inşa ediyorlardı.Onlar için  Rembetiko sadece bir müzik değil aynı zamanda bir yaşam biçimiydi. 

Bu "yaralı kimlik bilinci" onlara yeni bir yaratıcılık olanağı sunmuş ve özellikle 1950'lerden sonra özellikle Amerika'ya açılmakla ünlenen Rembet müziği Afroamerikalıların  yarattığı Blues ve Caz ile aynı kalitede özgün müzik olarak dünyaya yayılmıştır.

Prof.Dr. Cengiz Güleç'in "Büyük mübadele'nin yarattığı sosyopsikolojik sorunlar ve rembetiko kültürünün doğuşu" adlı makalesinden alıntıdır.

Racon gereği Cafe Ammanlara gidip, müzisyenlerden şarkı isteyen külhanbeyi (bi mangaslar)  o şarkı çalmaya başladığında   tek başına  dans etme hakkına sahip olurmuş.
Yani Rembetiko'nun yazılmamış ama herkes tarafından bilinen belli kuralları varmış.

                                                                 Sevgilerimle

6 Ocak 2018 Cumartesi

LOZAN'IN ÇOCUKLARI ETKİNLİK DUYURUSU



Lozan Mübadilleri Vakfı & Ankara Lozan Mübadilleri Derneği Etkinlik Duyurusu







Lozan'ın Çocukları Türk-Yunan Nüfus Mübadelesinin 95. Yılında Anma
Etkinlikleri Düzenliyor.

7 Ocak-1 Şubat 2018 tarihleri arasında Kadıköy Belediyesi Barış Manço Kültür
Merkezinde mübadil aileler, bir dizi etkinlik ile geçmişlerini anlatacaklar.

7 Ocak 2018 Pazar akşamı saat 18.00'de Kadıköy Belediyesi Barış Manço
Kültür Merkezinde "MÜBADİL İNSANLAR-Hasretin İki Yakasından Mübadele
Öyküleri, Portreler, Anı Eşyaları Sergisi " Anma programlarının ilk
etkinliği olacak. 
        
Toplumlar için göç kavramı 21. Yüzyılı yaşadığımız şu günlerde hala çok büyük önem taşımaktadır. Göç olgusu tarihimizde önemli bir yer tutar. Bu göçler 19.yüzyıldan itibaren kaybedilen topraklardan Anadolu'ya, Anadolu'dan da dış ülkelere doğru olmuştur. Ülkemizin yaşadığı en büyük göç dalgası, bundan tam 95 yıl önce Türkiye ve Yunanistan Devleti arasında yapılan nüfus mübadelesi ile gerçekleşmiştir.


 Türkiye ve Yunanistan, 30 Ocak 1923 tarihinde Lozan Barış Antlaşmasına ek olarak bir mübadele sözleşmesi imzaladılar. Sözleşmeye göre Türk topraklarına yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk uyruklularla, Yunan topraklarına yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyruklu olanların zorunlu mübadelesine karar verildi. Kısaca mübadele "din esaslı"olarak yapıldı.


 Yunanistan'ın Balkan Savaşına katıldığı tarih olan 18 Ekim 1912

tarihinden itibaren yurtlarını terk etmiş olanları da kapsamına alan bu sözleşme ile yaklaşık 2.000.000 insan doğdukları toprakları terk etmek zorunda kaldı.


Yunanistan doğumlu ilk mübadiller artık 95 yaşın üzerinde. Sayıları bir elin parmakları kadar az kaldı. Hatırladıkları bile kendilerine çok uzakta......2.kuşak mübadiller ise büyüklerinden duydukları kadarını biliyorlar. 



2.kuşak mübadiller ise büyüklerinden duydukları kadarını biliyorlar. 1.kuşak mübadiller memleket hasreti ile bu dünyadan sessizce göçüp gitti. Torunları ise, kendi özel tarihlerine ve kültürlerine ait izleri sürmeye çalışıyor.

"MÜBADİL İNSANLAR" sergisinde 1.kuşak mübadillerin göç öyküleri ve yanlarında getirebildikleri çocukları ve torunları için  
anlamı ve yanlarında getirebildikleri, çocukları ve  torunları için anlamı manevi değeri büyük olan anı eşyaları sergilenecek.

Peki her iki toplumda da bu kadar baskı, zulüm ve acıya rağmen Türk ve Yunan toplumları birbirinden ayrılabilmiş mi? Hâlâ aynı denize bakıp hüzünlenen, aynı şarkılarla ağlayan, kültürleri birbirlerine çok benzeyen her iki toplumda da sevinç, üzüntü, kaygı, nefret, acı, mutluluk hepsi bir arada yaşanıyor. Türklere ait milli bayramlarda, Yunanlılar ağıtlar yakıp yas tutarken, Yunanlılara ait milli bayramlarda Türkler hüzünleniyor. 
Ekonomik ve jeopolitik durumlarından dolayı "Arap Baharı" olarak adlandırılan özgürleşme ve demokrasi getirmek adına Irak, Suriye ve Libya'ya savaş açılması binlerce insanın ölmesi, göçlerle ülkelerinden uzaklaştırılmaları tarihin 21.yüzyılda da tekerrür ettiğini bize göstermektedir. Kısaca acının milliyeti, cinsiyeti, dili, dini, etnik kökeni yoktur. Acılarımız ortaktır.


Diliyoruz ki "Çekilen Acıların Bir Daha Yaşanmasın"

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.




BU BİR MÜBADELE HİKAYESİNİN ANLATILDIĞI RADYO HİKAYESİ

KOZANA HATIRALARI......

Selam Mübadil insanların fotoğraflarıyla birlikte bir mübadele hikayesi anlatımı burada....Bakalım kimlerle ortak hikayelerimiz var?...