7 Aralık 2021 Salı

LANGAZALI HATAY GAZİSİ MIZRAKLI SÜVARİ ÇAVUŞU RECEP

 

Merhaba

Uzun zamandır blog yazıyorum. Yazmaya ilk başladığım yıllarda Ne yedim? Ne içtim? Nerelerde gezdim? Ne kadar hamaratım? bloggerı iken, aileme ait tasfiye talepnamelerine ulaşmamla birlikte kendi kişisel tarihime doğru çok keyifli ama bir o kadar da hüzünlü yolculuğum başladı. Öğrendikçe daha çok merak etmeye başladım. Zamanla yelpaze genişledi ve aslında bir çok ailenin kendi aile tarihleri konusunda oldukça az bilgi sahibi olduklarını gördüm. Çoğu aile büyükleri konuşmuyor ve anlatmıyor. Bir sonraki nesil ise; umursamıyor ve hafızasına güvenip not almıyor, yazmıyor. Maalesef  bu durum gelecek nesillere aktarabileceğimiz değerli bilgileri, Türk benliğini  kaybettiğimiz anlamına geliyor bence....

Bu nedenle kalıcı bir iz bırakmak için zaman zaman blogumda sizlere ait aile hikayelerinizi paylaşıyorum. Bundan sonra daha da çok bu konuyu paylaşmak istiyorum. Çocuklarımıza, gençlerimize buradan seslenelim

Selanik mübadilleri... siz yazın, ben paylaşayım.

Aşağıdaki kendinizden birşeyler bulabileceğiniz aile hikâyesi, Sayın  Nail Topal'ın Langaza'dan göç eden ailesine ait...

Değerli öğretmenim, yazarım çok teşekkür ediyorum.

Sevgilerimle



Uzun süredir iki fotoğraf gözlerimin önünden gitmiyor. Arada bir onlara bakıyorum dosyadan çıkarıp. Her baktığımda yazayım diyorum belleğim yerindeyken.




 

Birinci resim 26.11.1938 tarihli, Mızraklı Süvari Çavuşu Recep’in anasına yolladığı ve arkasında şunlar yazılı: “Şerefli Validem, Bunu yazan bir arif rüzgâr kendi gitti, resmi kaldı yadigar. Bayram-ı şeriflerinizi tebrik ederim.” Hatay’da Atatürk büstünün önünde çekilmiş bir fotoğraf. Çakı gibi bir asker, bir eliyle tabancasını tutuyor. Atatürk büstü çok yüksek ve çiçeklerle süslenmiş. Ayrıca meşale direkleri de çok yukarıdan yapılmış. Bu genç asker, benim babam. Hatay’a ilk giren askerler arasında. Hatay’ın anavatan Türkiye’ye kavuşturulması sırasında, Ulu Önder Atatürk’ün “ On bin yıllık Türk Yurdu yabancı ellere bırakılamaz!” buyruğunu uygulayan askerlerden biri de o. Babam olarak O’na duyduğum saygı ve sevgiyi katmerli hale getiren bir görev.





İkinci fotoğraf çok daha sonraları Ortaklar’da çekilmiş. Arkasında tarih ve yazı yok ama 1952 yılında olma olasılığı yüksek. Babam kasketli, yeleğinin üstünden bir mendil sarkıyor. Aynı yıllarda açıldığını bildiğim kahvehanemizin yanında. Fotoğrafın arkasında Delgen Kardeşlere ait bir benzinliğin pompası görünüyor. O yıllarda Ortaklar- İzmir karayolu kentin ortasından geçiyordu. Önde üç oğlu, arkada babam. Ağabeyim Ali, küçük kardeşimiz Nafiz’in başından tutmuş, ortanca çocuk Nail 6 yaşlarında ve kendini göstermek istercesine sol elini kaldırmış. O, artık üç çocuk sahibi bir adamdır ve ailesini geçindirmek için kahve işletiyor. Kahvehanenin adı Ferah Kahvesi’dir ve halkın O’nu çağırdığı bildiği adıyla Recep Ağa’dır o.



Babam ve ailesi, Balkan savaşı sonrası, Osmanlı’nın yenilgisi ve Balkanlarda Yunan komitacılarının Türklere yaptıkları eziyetler üzerine, yaşadıkları Selanik Langaza’dan, altı aylık bebekken Türkiye’ye göç ederler. Babası Topal Ali, anası Osman Hoca’nın kızı Hamide Nene’mle. Bindikleri gemi, onları önce Muğla kıyılarına götürür. Daha sonra Ortaklar’a gelirler.

Ortaklar, geldiklerinde, tren istasyonu çevresinde kurulan yeni bir yerleşim yeridir. Bir süre yerli Rumlarla birlikte yaşanır. Önce Balatçık iskelesi diye anılır. Sonraları Reşadiye olur adı, Sultan Reşat döneminde kurulduğu için. Çok sonraları Cumhuriyet döneminde, Ulu Önder Atatürk Ortaklar diye adını koyacaktır.

Yunan, Ortaklar’ı tümüyle işgal edince, Balatçık’a, Dağyeniköy’e ve oradan Tire’ye kadar çekilirler. Babam dokuz yaşlarında bir çocuktur o sıralar. Düşmandan nasıl kaçtıklarını, tanıdıkları bir yabancı kişinin onları nasıl uyardığını, Yunanlılara görünmeden, evlerinden gizlice nasıl yiyecek alıp kaçtığını, babamdan çok dinledim. Ne yazık ki bunları yazılı hale getirmediğim için ayrıntıların çoğu unutuldu gitti.

Babası, üvey Ninem Fatma -çok konuştuğu için olacak Çakılafka Fatma diye tanınırdı - ile evlenir. Dedem Topal Ali, Hamide Ninemi, talâk-ı selase ile boşar. Belli bir tazminat verir. Onu da Rum çeteleri, Balatçık’a kaçarken çalarlar. Bu evlilikten sırasıyla Salim, Fevzi, Firdevs, Mukaddes ve Muammer adlı çocukları olur. Dedem Topal Ali, celeplik ve kasaplık yapmaktaymış. Üvey annesi Fatma, babamı diğer çocuklarından dışlamaktaymış. Yeni doğan koyunların kuzuları, hep küçük kardeşlerine verilirken, ona hiç kuzu verilmezmiş. Bir gün ona yapılanlar, canına tak demiş, evden kaçmış ve anasının yanına gitmiş. Ana oğul birlikte yaşamışlar. Bir daha baba ocağına dönmemiş. Bu yüzden Topal Ali Dedem, oğluna darılır. Oğlu askere giderken, öpmesi için elini bile vermez. Dedem Selanik Langaza’da yaşarken, bir av kazasında ayağından sakatlanır. Bu yüzden çevresinde Topal Ali diye tanınırmış. Soyadı yasası çıkınca Topal soyadını almış. Benim Topal’lığım buradan kaynaklanıyor.

Babam, mızraklı süvari alayında Hatay’da üç yıl askerlik yapmış. Gaziantep Nizip’ten Hatay’a nasıl geldiklerini, Ordu komutanları İzzetin Çalışlar Paşa’yı ve Alay komutanları Şükrü Kanatlı’yı, onların yaptıkları çalışmaları ballandıra ballandıra anlatırdı. Arkadaşlarına askerlik anılarını anlatırken ben de kulak kesilir dinlerdim. Hele Hatay’ın en zengin adamının, “Buraya ordumuz girerse, oğlumu kurban edeceğim” diyerek yemin etmesini ve yeminini tutmak için oğlunu kesmeye kalkışmasını, onu Alay Komutanı Şükrü Kanatlı’nın engellemesini hiç unutmadım. Bu zengin adam, yemininin kefaretini ödemek isteyince, kahraman Albayımız der ki: ” Ordumuz aç ve yorgundur. Onları doyurur ve barındırırsan yemininin kefaretini ödemiş olursun.” Böylece hem kurban edilecek çocuk kurtulmuş hem de askerimiz doyurulmuş olur.

Babam askerden gelince değişik işlerde çalışmış, incir, zeytin, pamuk gibi tarım alanlarında ve demiryolunda işçi olarak yaşamını kazanmaya çabalamış. En sonunda da kahvecilikte karar kılmış. 1942 yılında evlenmiş annemle. Annemin adı Melek. İslamköylü, İmamoğlu Mustafa’nın kızı. Mustafa Dedemin dedesi, büyük dedem Ramazan, İsparta İslamköy’den, Ortaklar’ın Balatçık köyüne imam olarak gelmiş, uzun süre ramazan imamı olarak çalışmış ve bahçe sahibi de olmuş orada. Dedemin babası, Ethem dedem, 1. Dünya savaşında Yemen’de şehit olmuş. Bu yüzden Mustafa dedemin lakabı İslamköy’de farklıdır. Ona Zennelerin Hacı derler. Mustafa dedemin bir adı da Hacı’dır. Herhalde babası kutsal topraklarda şehit olduğu için.

Dedem, annem ve dayım iki çocuğu varken, Müzeyyen Anneannemi kaybeder. Yeni bir evlilik yapar. İsparta’dan ayrılır, dedesinin topraklarını işletmek üzere Ortaklar’a göçer. Hatun ninemle Mustafa dedemin evliliğinden sırasıyla Sevim, Nevin ve Neriman teyzelerim doğar. Kader, Selanik göçmeni babamla, ailesiyle İsparta’dan buraya göç eden annemi, Ortaklar’da buluşturur. 

Annem, küçükken ağır bir rahatsızlık geçirmiş. Nüfus kayıtlarında annemin adı Emine Dudu. Dönemin inanışına göre, adı ağır geldi, taşıyamadı demişler büyükleri ve adını Melek olarak değiştirmişler. Ad değişimi ve gerekçesi, bana çok eğlenceli gelmişti öğrendiğimde.......

Babam ve annem bir de yanlarındaki Hamide Nenemle, 2. Dünya savaşı yıllarında, ekonomik sıkıntıyı, açlığı, kıtlığı, yokluk ve yoksulluğu yakından yaşamışlar. Karı koca gündeliğe giderek, çocuklarını yetiştirmeye çabalamışlar. 1952 yılında babam kahvehanesini açmış. Ferah Kahvesi- Recep Topal yazardı levhada. Önce Belediyenin kiracısıydık. İşyerimizin eski bir Yunan kilisesi olduğu söylenirdi, şimdi Çocuk Kütüphanesi olan yer. Kahvemiz Demokrat Partinin Ocak kahvesiydi. Demokrat Parti’nin ağır toplarından Ethem Menderes ve Namık Gedik’in kahvemize geldiğini hayal meyal hatırlarım. Kahvemiz bir süre de Gençlik Spor Kulübünün lokali oldu. Ben de yedi yaşında burada Fenerbahçeli oldum. Cumartesi günleri, Ortaklar’ın pazarıydı. Müşterilere hizmet için babamla birlikte üç garson çalışırdı. Ağabeyim, küçük kardeşim Nafiz ve ben de onlara yardımcı olurduk. Askı ya da terazi adı verilen bir araçla, pazarcılara çay kahve taşıdığımı hatırlarım.

Evimizde annemin yayıkta hazırladığı ayranlar, taş dibekte dövdüğümüz kahveler, kahve kıtlığı nedeniyle, arpa, çıtlık ve nohuttan yapılan tahmis kahveleri de unutamadıklarım arasındadır. Çay ve kahvenin 7,5 kuruşa satıldığı günlerdi. Kahvemiz iyi çalışıyordu. Altı yıl içinde evimizin yanındaki arsaya kendi işyerimizi ve üzerine de evimizi yaptık.

Çocukluğumdan kalan unutamadıklarım arasında, yazları incir bahçemize göç ettiğimiz gelir. Gece kahveyi kapatınca, babam lüks lambasını yakar, bahçenin yolunu tutardık. Babamın bir elinde lüks lambası, bir elinde köpeklerden korunmak için koca bir sopa, bahçemize giderdik. Bizi Arap adlı köpeğimiz yolda karşılardı.

Rumeli göçmenleri, sevdikleri, değer verdikleri, akıl danıştıkları kişilere Aga derler. Babam çevresine, yakınlarına yardımcı olmaya çalışan bir insandı. Onu 37 yıl önce 15 Ocak 1984’te kaybettik. Annemi kaybedeli de 15 yıl oluyor. Onu da 26 Haziran 2006’da kaybettik. Sevgili yeğenim Aslı’yı 24 Ekim 1997’de bir trafik cinayetinde kaybettik. Niğde’den Aydın’a dönerken, Konya Karapınar’da, otobüs ve tanker çarpışmasında. İçimizde hiç dinmeyen bir acıdır. Ağabeyim Ali Topal’ı 5 Nisan 2017’de, küçük kardeşim Nafiz Topal’ı da 2 Temmuz 2018’de kaybettik. Sizlere anlattığım iki fotoğraf, beni alıp geçmişin sisli anılarına götürdü. Sevgili babamı, annemi, sevgili yeğenim Aslı’yı, sevgili kardeşlerim Ali ve Nafiz’i, saygıyla minnetle ve rahmetle anıyorum. Işıklar içinde yatsınlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

YORUMLARINIZ BENİM İÇİN ÇOK DEĞERLİ....
HEPİNİZE ÇOKK TEŞEKKÜRLER...

BU BİR MÜBADELE HİKAYESİNİN ANLATILDIĞI RADYO HİKAYESİ

KOZANA HATIRALARI......

Selam Mübadil insanların fotoğraflarıyla birlikte bir mübadele hikayesi anlatımı burada....Bakalım kimlerle ortak hikayelerimiz var?...