Selanik'te bulunan Beyaz Kule'nin nadir fotoğraflarından biri.....Kalede Türk Bayrağı var.
Selam
Mübadele öyküleri acı, sonuçları daha da acı......Bugün size iki hikaye anlatmak istiyorum. İlk hikaye Selanik Beyaz Kule de geçiyor, ikincisi Girit'te....Türk ve Müslüman olarak doğan, Yunan ve Katolik olarak ölen iki insan....karar kendilerinin değil, şartlar onu gerektirdiği için......Kader-alın yazısı işte burada devreye giriyor. Hayatın kimi nereye sürükleyeceği hiç belli değil...Önemli olan İNSAN olabilmek, hayat sona erdiğinde arkadan bir hoş sâdâ bırakabilmek.
Sizi çok acıklı mübadele öyküleri ile başbaşa bırakıyorum.
Mübadele kararı çıkmış artık Türkler, yavaş yavaş köyleri boşaltmaya başlamışlardı. Uçana'nın saygın ailelerinden Manastırlı Feride ile Uçanalı Hamdi de, Uçana'da ki bereketli tarlalarını, güzelim evlerini, tahıl dolu ambarlarını bırakarak 2 yaşındaki kızları İffet'i alarak Anadolu'ya gitmek üzere yola çıkarlar. Feride o sırada ikinci çocuğuna hamiledir. Beyaz Kule'ye vardıklarında hamileliği yavaş yavaş ilerlemektedir. Ama günler geçer, kendilerini Anadolu'ya götürecek gemi bir türlü gelmez. Üç ayın sonunda gemi ufukta görünür. Feride'nin doğum sancıları aynı anda başlar. Çadırda çok zor bir doğum yapar.
O sırada limana yanaşan gemiye herkes binmeye çalışınca bir izdiham yaşanır, iki yaşındaki kızı İffet annesinin başucunda, Sevgili eşi Feride yeni doğum yapmış, perişan halde, 1-2 saatlik minicik-zayıf erkek bebeği kucağında kalakalan Hamdi hayatındaki en acı kararı vererek bu yolculuğa çıkarsa öleceğini bildiği bebeğini Selanik'de yoldan geçen bir papaza verir ve karısını küçük kızını alarak gemiye biner. Hamdi ve Feride bir daha bebeklerinden haber alamadan ölür. Ama hikayeyi çocuklarına ve torunlarına anlatırlar. Şimdi torunları ve torunlarının çocukları belki bulabiliriz umuduyla o bebeğin verildiği aileyi arıyorlar. Cılız da olsa bir umut ışığı her zaman var.....
Fotoğraf Osman Yatbağ
İkinci Hikayem Turko Lefteris
"Girit’te ortalık karışıktır. Binlerce Müslüman adayı terk etmiş ve binlercesi de terk
etmek üzeredir. Iraklion’un Haraki köyünde de Türkiye’ye gitmek üzere bir aile
toplar eşyalarını.... Evin reisi, 16 yaşındaki küçük oğlu Kadem’e öğütte bulunur:
-Biz
Türkiye’ye gideceğiz; sen burada kalacaksın. Eğer oraları iyiyse sana da diyeceğiz ki
gel! Yok, iyi değilse, biz de gerisin geri döneceğiz. Sen mallarımıza sahip çık. Dönersek
şayet, açıkta kalmayalım’
Aile, İzmir’e doğru yola çıkarken, akılları hem gittikleri topraklarda, hem doğup
büyüdükleri adalarında, hem de geride bıraktıkları çocuklarındadır.. Ailenin büyük oğlu
Mustafa, görev yaptığı Yunan ordusundan kaçarak Girit’e gelir. Amacı, kardeşini de
alarak bir an önce adayı terk etmektir. Fakat bu esnada yakalanıp cezaevine atılır. Rum
arkadaşlarının yardımıyla cezaevinden kaçar, ama aklı hâlâ adadaki kardeşindedir.
Kardeşini bulamayacağı ve kendi canından da olacağı telkinleriyle bir daha dönmemek
üzere, yüreğinde kardeşi, vücudunda ömrü boyunca taşıyacağı cezaevi dövmesiyle
adayı terk eder. Adadan gelip gidenler vasıtasıyla Kadem ile mektuplaşılır. Kimliği ortaya çıkmasın
diye gizli gizli haberleşilir. Sonra İzmir’de Yunan işgali ve Kurtuluş Savaşı patlak verir;
irtibat kesilir. Uzun bir sessizlik başlar.
“Halam, Kadem böyleydi, Kadem şöyleydi diye çok anlatırdı. Annem kahve
fallarına baktırırdı; ‘Yaşıyor bu kişi’ derlerdi. Kitap açardı mahalle komşumuz,
‘Yaşıyor’ derdi. Hep ümitliydiler.”
Aradan yıllar geçer. 1968 yılında, Girit doğumlu olduğu için Türkiye’den geçişine
izin verilmeyen Kadem’in eniştesi Zihni ve ablası, Fransa üzerinden Girit’e ulaşırlar.
Enişte, kendi evlerini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Eve buyur eder ve misafirlerine
evi gezmeleri için müsaade eder. Evin eski sahibinin oğlu olduğunu söylediğinde, kadın
Zihni’nin ağabeyini ismiyle beraber hatırlar. Bir zamanlar yanlarında ırgat olarak
çalıştıkları kişilerin evleri, onlara bedel olarak verilmiştir çünkü. Birlikte yemek yerler.
Abla, kendisinden Türkiye’de istendiği üzere, amcasını sorar. Yaşlı kadın, aşağıdaki
köylerde, Amuryales’te Turko Lefteri (Türk Lefter) isminde birinin bulunduğunu, ama
yaşayıp yaşamadığını bilmediğini söyler. Sene 1968’dir ve Girit’te yeterli vasıta yoktur.
Akşam da bastırınca, çift Turko Lefteri’yi soramadan köyden ayrılır.
- “Babam çok kızdı ablama. Her iki köyün ne derece birbirlerine yakın olduklarını da
bildiğinden, ‘oraya gittin de bulamadın’ diye söylendi.”
1968’deki bu olay bu şekilde noktalanır. Aradan yıllar geçer, Mustafa ve kız
kardeşi, Girit’teki erkek kardeşlerini göremeden gözlerini hayata yumarlar.
Mustafa’nın oğlu Bilal, baba memleketi Girit’i ziyaret eder. Orada kalıcı dostluklar
kurarak Söke’ye geri döner.
“Bir bayram günü, Hanya’dan tanıştığım arkadaş bayram kutlamak amacıyla beni
aradı. Annemin hatırlatmasıyla amcamı nasıl bulabileceğimizi sordum. O da, otuz altı
sene Girit’te arabasıyla toptan bakkaliyelik sattığını, her köyde mutlaka bir bakkal
tanıdığı olduğunu söyledi.
-Ben bulurum dedi.
Bilal’in arkadaşı, o köyden tanıdıkları ile Amuryades’e gider. Kime sorarlarsa öyle
birinin olmadığı yanıtını alırlar. Turko Lefteri’yi hiç kimse tanımamaktadır.
Tanıdıklar vasıtasıyla köye yakın bir yerde Türk kökenli birinin olduğunu
öğrenirler. Köylü, sırf Türk olduğu için türlü zorluklar çeken, yıllarca her bir kötülüğün
ondan arandığı, sürekli karakola götürülen Turko Lefteri’yi, bu yaşında artık acı
çekmemesi için korumuş, kimliğini gizlemiştir.
Derhal Türkiye’ye haber ulaştırılır. Köyün muhtarı olan Turko Lefteri’in damadı,
onu Bilal ile telefonda konuşturur.
“Kulağı ağır işitiyordu. ‘Mustafa, sen misin?’ dedi. Bana babamın ismiyle seslendi.
‘Gel’ dedim; ‘Gelemem, yaşlıyım’ dedi.”
Kadem, akrabalarıyla buluştuğu vakit başından geçenleri bir bir anlatır.... Aynı yaştaki
Hüseyin ile adada kaldıklarını, canlarını kurtarmak için dağlara saklandıklarını, sadece
incir yiyip dereden su içtiğini… Sonra, bir Rum kadınının onlara yardım edip, herkesin
inanması için kilisede halkın katılımıyla vaftiz edildiklerini…
“Dini inancı konusuna hiç girmedim. O yaşta bir insan Hıristiyan olsa ne olur,
Müslüman olsa ne olur!”
Kadem, ailesinin kendisine verdiği görevi yerine getirmiş ve mallarına sahip
çıkmıştır. Yıllarca tek başına, hiçbir akrabası olmaksızın hayatla mücadele eder.
Herkese yalnız olmadığını, akrabaları olduğunu, kardeşleri olduğunu söyler, ama
dinletemez. Yalancılıkla suçlanır, kendisiyle dalga geçilir.
Şimdi karşısında yeğeni durmaktadır. Yıllarla hesabı vardır.
Herkes duysun, duyun
lan!’ diye bağırır. ‘Bakın benim kardeşim var, herkes duysun, kardeşim var mıymış yok
muymuş?
1985’te gidince Girit’e, önce ağabeyini sordu:
- İda kan o Musafa’s? (Mustafa ne alemde?)
- Aftos epothene (Öldü), dedim.
Başını vurarak ‘Allah!’, dedi.
Sonra:
- Çi Zeynep ida kan? (Ya Zeynep ne yapıyor?) diye sordu.
- Öldü dedim.
Yine
‘Allah!’ diyerek başını vurdu.
Kadem ya da Turko Lefteri, hiçbir zaman Türkiye’ye gidemedi, hiçbir zaman
Türkçe konuşamadı, ama Türkiye’den, Kapadokya’dan, anadili Türkçe olan bir kızla
evlendi. Şu dünyada yalnız olmadığını herkese inandırmaya çalıştı, son nefesini
verirken de bunu başardı"
Bu hikâye Kaynak Kişi Bilal Türkoğlu’ndan alınmıştır.