Selam
Bu akşam sizlerle çok güzel, samimi ve akıcı bir dille yazılmış, özel bir hikaye paylaşmak istiyorum. Sevgili Yrd.Doç.Dr.Leyla Kaplan'ın Şevki dedesinin hikayesi...
"Geçmişini bilemeyen,geleceğine yön veremez."
Mustafa Kemal Atatürk
Sevgilerimle
Balkan
Savaşı yıllarında askerlik çağına gelen gençlerin çoğu yöreyi tanıdıkları için
Jandarma olarak orduda görev yapmışlar. Karabağ civarında bir karakolda görev
yaparken pusuya düşürülmüşler, arkadaşı şehit düşmüş, kendisi ise sol kolundan
yaralanmıştır. Olayı anlatırken Makedonca ve Sırpça konuştuğu için kendisi gibi
bu dilleri bilen arkadaşıyla erzaklarının bittiğinden dolayı civarda bulunan
Müslüman köyden ekmek almak için görevlendirildiklerini, kıyafet
değiştirerek köye gidip bir torba ekmek aldıkların, fakat bu sırada
karakolun Karadağlılarca baskına uğradığını, arkadaşlarının şehit edildiğini,
bundan kendilerinin haberleri olmadığı için rahat bir şekilde ekmekler torbalarda, torbalarda sırtlarında ve
kucaklarında karakola yaklaştıklarını anlatarak;
-Yaklaştık ama nöbetçi Ramadan
diye bir arkadaşımızın olması gerekiyordu parola belirlemiştik, birden
nöbetçinin tüfenginin süngüsü güneşten parladı, bizdeki silahlar eski süngüler
paslı fişekler bir türlü silahlara uymaz, ya büyük gelir ya da tüfenge küçük
fişengler gönderirler, takviye gecikir silah ve mühimmat gecikir, erzak
gecikir, gönderilen barutlarda kül karışımı vardır bu yüzden silahlar doğru dürüst ateş etmez, rezillik
anlıyacağınız...
-Bizde aman ne güzel parlatmışsın süngünü Ramadan diye
seslendik.
Onun bize parola sorması lazımdı çünkü yokuşu hemen hemen çıkmış
yaklaşmıştık ..Bir homurtuyu andıran ses duyunca biz yine şaka yapıyor diye
düşündük.
-parolayı söyle bakalım diye
seslendik
Daha sözümüzü bitirmeden üzerimize ateş açıldı .Vurulmuşsum. Allahtan
ekmek torbası olduğu için kolu delip geçmiş kurşunlar..... Arkadaşlarım şehit
düştüler.... yuvarlandığımız yerden kalkamadık. Bayılmışım.... ne olduğunu
hatırlamıyorum, silah seslerine köylüler koşmuş, baygın bir halde bulmuşlar. Bu
arada diğer karakoldan yardım gelmiş, beni Sıhhıye çadırına götürmüşler.
Kendime geldiğimde sıhhıyeci
-seni öldü, ölecek diye bekledik... maşallah kuvvetli
imişsin kurtuldun dedi.
Yaralarımı iltihaplanmasın diye kızgın demirle
dağlamışlar..İki ay kaldım oralarda sonra tekrar askerliğe başladım..Komutan
çağırıyor dediler gittim çadırına bir arkadaş daha vardı, bize bir mektup verdi
-bunu İhsan Paşa’ya götüreceksiniz, önemli bir mektup...kıyafet değiştirin, sizi
anlamasınlar yakalanırsanız bu mektubu imha edin... yutun, yakın bir şeyler yapın
ama mektup düşmanın eline geçmesin dedi.
Mühürlü mektubu aldık, odun kesmeye
giden köylü kılığına girdik, balta aldık, nacak aldık, çıktık yola.... gizlene
gizlene ağaç altlarında kaya diplerinde, kıvrıla kıvrıla yakalanmadan ulaştık
komutanlığa, mektubu verdik. Hazırolda
bekledik . Komutan mühürlü mektubu açtı..okudu..ağladı..ve bize dönerek
-artık size ihtiyaç kalmadı evlatlarım dedi..Gidin ve köyünüzü savunun... zor
günler kapınızda ..Size silah verdireyim..Silahlarınızı alın, giderken de
rastladığınız Müslümanlara kendilerini korumaları için tedbir almalarını
söyleyin dedi..
Karnımızı doyurduk, harçlık ve cephane verildi bize, döndük
geldik Florina’ya ...oradan da Jerveni’ye.... 2 sene geçmedi ki Dünya Savaşı çıktı.
Balkan Savaşından sonra Osmanlı bizim topraklarımızı Yunan tarafına bırakmış. Bulgar istemiş ama Yunan’a
kalmışsız, artık Yunanistan oldu buralar demişlerdi.... İşkodra, Florina’da
kaybedilmiş, Arnavut almış..Dünya Savaşında da Osmanlı’yı, Halifemiz efendimiz
Padişahımızı Alman gavuru İstanbul’da esir almış...Yunan’da güya İngiliz gavuru
ile onu kurtarmaya Anadolu’ya asker göndermiş..Kocaları, çocukları askerde olan Anadolu’da Yunan
ordusunda askerlik yapan Yunan kadınlardan böyle duymuştuk. Bana harmanını
kaldırmasına yardım edersem gündelik ücret vermeyi teklif etmişti..Bende kabul
ettim, yardım etmeye gittim..Ben harman yerinde beklerken atımı da salıverdim
otlansın diye ve uzandım gölgeye destelerin arasına dalmışım derken kulağıma sesler geldi:
-Mustafa Kemal diye biri çıkmış, Yunanla harp ediyormuş, perişan olmuş Yunan askerleri diye
konuşuyorlardı. Harmanı bırakıp atıma atladığım gibi köye döndüm, ücretimi
almadan..Bir süre sonra da haberler duymaya başladık Kesriye’ye indikçe.
Doğru-yanlış bilemiyorduk, konuşulanlardan bir şeyler çıkarmaya çalışıyorduk.
Sonra Anadolu’dan firar eden tanıdığımız bir Yunan geldi. Arkadaşının ahırına
saklanmış, yağmurlu bir akşam üzeri yakalandı, beni saklayın diye yalvardı. Yunan hükümeti firarileri idam ediyordu yakalandıklarında..... Sakladık bir
taraftan bize bir kötülük yapar diye korkuyorduk ...İhbar eder diye...Babasına
bir kaç gün sonra haber vermemizi isteyince gidip haber verdik, oğlun bizim
köyde gel al ne yapacaksan yap dedik..O arada da haberler aldık ki; Sakarya‘da bozguna uğratmış
bizimkiler Yunanı..Sevindik ve beklemeye başladık Osmanlıyı...Çocuğun el feneri vardı ahırı yakmaya geldi diye
korkmuştuk önceleri, sonra niyetinin sadece saklanmak olduğunu anlayınca
rahatladık..Bir süre sonra babası geldi kıyafet ve para getirdi ve oğluna
verip, Sırbıstan üzerinden Fransa’ya gitmesi için bazı kişilerle anlaşmaya
vardığını söyleyerek alıp gitti. Acaba ihbar ederler mi? diye o bizden, biz
onlardan korktuk..Neyse ki böyle birşey olmadı.
Bir
ara Fransızlara çalışan casuslar vardı etrafta;
Durmadan -eğer size sorarlarsa "biz Fransa mandasını istiyoruz" diye söyleyin diyorlardı..Sonra yok oldu
bunlar..Daha önce köyümüzden 35 kişiyi kesti çeteler... Çakota’nın adamları yaptı dediler. Baltayla
doğradılar akrabalarımızı..Sadece bir kişi kurtuldu bundan. Ne kıyametti sorma
gitsin..Yine köyümüzü bastı çeteler dayandık. Yuptiler (Çingeneler) bizi daha önceden uyarmıştı, tedbirliydik. Bu yüzden canımızı kurtardık. Kadınları, çocukları, ihtiyarları
sakladık . Daha öncede baskına uğramıştı köyümüz..... Bulgar Çakotanın adamları diye yayıldı kulaktan kulağa.
Köylüler saklanmış. savunmaya elverişli evde bu yerin erzak saklama yeri vardı.
Ayrıca içeride kör kuyu olarak bilinen birde kuyusu vardı..Yiyecek ve su
tükendi..Hastalananlar oldu..Dualarımız kabul oldu ..Baktık ki kör kuyu su
doldu, bu suyu içip hayatta kaldık..Teslim olmayıp, çatışınca giremediler köye..... bunun üzerine yaktılar köyü, "diri diri
yanın" diye bağırarak yaktılar....Camimizi
de ateşe verdiler..Cami yanarken ezan sesi duyuldu ve çok büyük bir siluet
göründü dumanların arasından..Duman da farklı idi.... mavi-yeşil gibi bir dumandı
dediler..Çetelerde korkmuş geri çekilmişler bunun üzerine..
Bizim
yaşadıklarımız ve anlatılanlar çok daha çeşitli şekillerde anlatıla
geldi. Bu olayla ilgili anlatılan diğer
bir bilgi de şu şekildedir ve olaya açıklık getirmektedir. “Karanfil’in evine
sığındık, Aslan köyde değildi, Yunan gavur arkadaşı ona köyüne gitme gidersen
seni öldürürler, annenin tek evladısın deyince, itiraz edip köye gitmekte ısrar eder. Arkadaşı da bunun
üzerine
-Al benim kıyafetlerimi giy, ismini değiştirelim öyle gir köyüne" der.
Aslan ise;
-ben ölürüm de gavur kıyafetleri giymem gavur ismi kullanamam
diye
dirense de;
-köylüleri sığındıkları evde yakacaklar bunu onlara ancak sen haber
verebilirsin tedbirli olsunlar diyen Yunanlı onu sonunda ikna eder. Yunan
arkadaşının verdiği kıyafetleri ve onun isminin yazılı olduğu kağıdı alan Aslan
çeteci olarak köyüne gelir. Bir fırsatını bulup gece yarısı köylülerinin
sığındığı eve gelir. Bu evin üst odasında dayısı bulunmaktadır ..Seslenir evin
kapısını açtıramaz sen gavursun bizi kandırıyorsun cevabını alır. Epeyce
uğraştıktan sonra kendisini tanırlar. Kapıyı açıp içeri alırlar Aslan'ı...Evin
her tarafına küçük ateş etmeye uygun delikler açılmıştır. Buradan eve yaklaşan
çeteciler geri püskürtülmekte. Evin kuyusundan su ihtiyacı karşılanmaktadır.
Düşmanın kalleşçe saldırarak evi ateşe vereceğini söyleyen Aslan yanına aldığı
kişilerle Kastoraya giderek yardım
getirme fikrini kabul ettirir. Gizlice köyden ayrılıp Kostur’a
(Kastorya-kesriye) gider. Oradaki yetkililerden yardım ister. Jerveni Köyünün
çeteler tarafından kuşatıldığını, köylülerin yakılacağını duyunca yardım için
asker ve gönüllülerle yola çıkarlar. Kısa sürede köye ulaşır ve çetelerle
çatışarak püskürtür ve yanmakta olan köyü ve köylüleri kurtarırlar. Evlerin
çoğu yandığı için köylüler toplanır ve varlıklı ailelerin yanında bir süre
kalırlar.Köylerinden hayatlarını sürdürmeleri için göç ettirilirler. Selanik‘e doğru yola
çıkılır..Bu sırada hamile olan Hasaniça’nın (Hasanın hanımı anlamındadır) doğum
sancıları tutar. Borazanlar çalınıp, göç kafilesi durdurulur. Doğum gerçekleşir.
Kundaklanan çocuk ve anne bir at arabasına konulur kafile yola devam eder.
Doğan çocuğa Demiran (erkek olsaydı DemirHAN olacaktı muhtemel) adı
verilmiştir. Üç yaşından itibaren
gözleri çiçekten görmez olan ve sadece sesleri algılayan KIYMET hala seslerini
duyduğu kurtarıcı komutanlara minnet duygularını; Çocuklarım olursa bizi
kurtaranların ismilerini koyacağım der. Ama hiç evlenmediği için bu isimleri
kardeşlerinin çocuklarına koyar. “Ethem, Vecil, Mintaz, Selim” ve bu isimleri
neden bu kadar istediğini büyüdüklerinde yeğenlerine anlatır.
-Allahım kıyamet günü mü bu günler.... nereye gidiyoruz acı çektirme
bizlere, kıyma çocuklarımıza yakarışlarıyla yürüdük..
Soroviç (Florina) istasyonuna ulaştık, şimendöfere bindik,
oradan da Selanik’e geldik.Bu arada gitmeyin demeye başladılar. Yunan
hükümetinin adamları ama kanmadık.... bunda bir iş var diye konuşup devam etmeyi
kararlaştırdık..Eh yola çıktık bir kere..Kalsa idik, güvenemedik Yunan hükümetine.."Gavur olun diye
tuttururlar neme lazım biz müslümanız öyle de öleceğiz" dedik...Özellikle Anadolu’dan
gelmiş gözünü kan bürümüş hain Rumlarla bir arada yaşamak çok mümkün
gözükmüyor. Evlenip kalmak isteyen biri vardı gençlerden, Yunan kızıyla
anlaşmış dediler..İşin doğrusu varlıklı bir müslümanın çobanı idi.. Zengin bir
adam olan bey;
-Gitme burada kal, ben burada kalıyorum senden de memnunum yine
çobanlığa devam et, evlen barklan burada ..Anadolu’ya gidip ne yapacaksın
bırakma buraları..deyince aklına yatmış ben gelmeyeceğim burada kalacağım diye
tutturunca.. bir kolundan (kulağından)
amcası, diğer kolundan (kulağından) babası tutup getiriyorlardı. Öylece
bindirdiler vapura...O genç daha sonra Türkiye’de yani Ürgüp’te Rum
kadınlarıyla evli olanları görünce çok kızardı:
-beni zorla getirdiniz buraya
alışamadım, sevdiğimden ayırdınız derdi.Gençlik işte..
Biz Jervenililerin Yunanlılarla
evlenmesi yasaktı zaten... sadece Yunanla değil hatta Müslüman olan diğer
topluluklarla da kız alışverişi
yapmazdık. (Kesriye,Zaberdeni-Vişeni,Noyan-ı Bala,…….köylerinden kız alıp
verilirdi) Jerveni deresinin karşısındaki köylerden yetim veya şehit kızlarıyla evlenirsek devlet vergi almazdı bir
müddet..Florina ve Kesriye ve çevredeki
Türklerle evlilik yapardık..
Dedem Şevki KAPLAN’dan başka annemin babası yani diğer dedem Mümin ve
anneannem Selime PİŞKİN ‘de aynı olayları anlatıyorlardı ağız birliği
etmişcesine...
Selanik sokaklarında yürürken
üzerimize pis sular atanlar mı istersiniz ?,Her türlü hakareti yapanlar mı?
Açlık, susuzluk, hastalık vardı her tarafta.. Bazen Hilal-i Ahmer çadırlarında, yeni gelen muhtaçlar geldiği zamanda dışarıda kaldık vapur
gelinceye kadar.. Hırsızlık yapan Yunanlılar soyup sovana çevirdiler bizi....Bir
parça simit, benzeri ekmek satan Yunan bebesi fazla para alınca biraz kızıp
tartakladılar..Bizi gidip polise şikayet etti, beni dövdüler diye ..Dövenler
çarşaf giyip saklandılar. Çocukla gelen polisler beni ve arkadaşı
dövdüler..Biz ele vermedik arkadaşları ama çok sopa yedik. Günlerce morartılarla
ağrılarla dolandık durduk..Dayaktan sonra geldi vapur..Bizim vapurun adı
Gülcemal’di .
Bindik istifleme demek doğru olur. Ağlayanlar , sızlayanlar
kızılca kıyamet ağlayarak doluştuk..Hela desen deniz üstünde.... düşeceğiz korkusu, batacağız korkusu hakim.... her sallanışta vapurda korku hakim...Çocuk düştü
dediler denize... kadıncağız oğlunu helaya koymuş kendisi de bekliyor kapıda... vapur sallanıyor, deniz dalgalı... epey bir zaman
geçiyor aradan çocuk çıkmayınca açıp kapıyı bakmışlar, çocuk yok.... denize düşüp
kayboldu gitti zağrovota..Çok ağladık hepimiz, ölenlerimize çok ağladık.... hastalarımıza, kendimize, çektiklerimize ama ne yapalım..Korkuyla girip çıktık
çoğu kez en son çare deyip gittik helaya…
Açtık açıktık zaten.... ne yedik ki? ne yapacağız ki? olmuyor yinede insan
dayanamıyor ihtiyaç diyerek.. (Asmışlar, lalettayn bir kalın örtü , birkaç
tahta ile desteklenmiş bir yerdi hela denilen yer.... konuşturmayın bizi bu kadar
kötü günleri hatırımıza getirtmeyin..) Bundan başka kızamık mı desem.. çicek mi ?kızıl mı? hastalık yayıldı dediler
yanaştırmadılar, hastalananların yakınına.. ama aynı yerdeydik, yine de çok az ekmek
peynir veriyorlardı. Bir gelincağızın küçük bebeği kucağında öldü çiçektendi galiba
veya sütü azdı ondan da olabilir. diye konuşuyorlardı kadınlar.....Zağrovota gelin
bebeği denize atılmasın diye kucağında tutup emziriyormuş gibi yapıyordu. Sırf
karada bir mezarı olsun, karaya gömülsün diye.(Anneannemden dilediğim bu ve
benzeri olayları Cevdet Gümüşsoy amcadan da aynen dinledim)
Köyden pazara (Kesriye’ya) giden
erkeklerden 35 kişinin yollarını kesip silahsızdılar hepsi baltalarla
doğradılar bir kişi kurtulmuş gelip köye haber vermişti yaralı kurtulmuştu o da
vapurda öldü.
B- ANADOLU’YA SELAM:
Önce İzmir- Urla’ya vardık bir kaç
gün oyalandı vapur burada. Konuştuğumuz kişiler bize para verin şu karşı köy
boş gidin işgal edin, biz size bir dilekçe yazalım kabul edilir sizde buralara
yerleşirsiniz dedilerse de kabul etmedik. (Şevki dedemden) İzmir’den Mersin’e
çıktık. Yolculuk bitti diye sevinirken yürüyün dediler tekrar hareket ettik.
Ulukışlaya geldik orada yine bekledik (Trene bindirdiler şansımıza tren bozuldu
indirdiler..) Oradan at ve katırlarla ve yayan Niğde’ye geldik. Sizi Ürgüp’e gönderiyoruz
dediler ..Yapacak bir şey yok okuma yazma bilmiyoruz. Türkçemiz de kıt derdimizi
anlatamıyoruz, biz hayvan besleriz, çiftçilik yaparız yeşillik bir yer olsun
dedik ..Tamam sizi öyle bir yere yerleştireceğiz diyorlar..Yürüyün..Orası
olmaz, burası olmaz, şurası..... Eylül oldu ancak geldik Sineson’a..
Kara kış
kapıda..Elimizdeki belgeleri aldılar ev ve toprak dağıtımında rüşvet istiyorlar, verirsen istediğin yere yerleşiyorsun.Elimizde avcumuzdaki eridi, yollarda herşey ateş pahası..
Ekmek ve yiyecek hep para ile...evler - tarlalar kalmadı. Sineson’daki evler yetmiyor size aranızda anlaşın, bir kısmınızı Cemil
Köyüne göndereceğiz dediler. Fazlı ve çocukları yani kardeşim kaldı. Ben ve
Mevlüt amcan, Mümin deden, Ramazan, İdris, Besim, Mehmet dayın çocuklar ve kardeşler
Cevdet’in babası, Ahmet-Kasım. Yakınlar
toplanıp geldik Cemil Köyüne... yerleştik evlerimize ,ev tahsisinde zorluk
çıkardılar para istediler,verdik....Beğenmediler, onun için istediğimiz beğendiğimiz evi alamadık, verdiğimizi azımsadılar ..Ne yapalım buna da şükür dedik. Çok zahmetli geçmişti
Anadolu’ya yolculuk..Yorulmuş, tükenmiş idik, iyi kötü bir an önce düzenimizi
kuralım yerleşelim,ne var ne yok nemiz eksik bakıp ona göre tedariklenelim
..Tarlaları keşif yapalım, satın alacak hayvan bulalım.Açlığımızı, susuzluğumuzu
giderelim. Şartlar ne olacak, gelecek günler neler getirecek görelim
..Anlayacağın rahat bir uyku uyuyup kendimize gelmeye ihtiyacımız vardı..Daha
sonra sakin bir kafa ile düşünüp ne yapacağımıza bakalım diyorduk.Hatta çok
kalmayız biz döneriz Rumeli’ne gideriz. Jerveni’ye, denklerinizi çözmeyin, fazla
yerleşmeyip gideriz diyenler bile
vardı. İşte birazda bu yüzden işin ciddiyetini kavrayamadık…Verilenlere razı
olduk..Öyle ya! karşımızdakiler Yunan değildi kendi kardeşlerimizdi, kendi
devletimizin memurlarıydılar. Tartışmaya gerek yok fazla uzatmayalım diye karar
aldık..Zaten yerlilerin bizim gelişimizden memnun olmadığını çok açıkça
görüyorduk.Cumaya bile grup gitmeye başladık. Çünkü laf atan zaman zaman
gençlerimize saldırıp olmadık bahanelerle
tartaklamaya çalışanlar vardı..Bizim Türkçemiz kıt idi dediklerini anlamaz
idik.Derdimizi de anlatamazdık.Müslüman olmamıza rağmen Müslüman değilsiniz
deyip camilerine kabul etmediler..Camileri ayırdık. Kahveleri ayırdık. Daha da
ileri gidenler sünnetli miyiz ? değil miyiz?ona bile bakmaya
kalkıştılar.Kavgalar çıktı..Çok pahalıya aldık her bir yiyeceği, giyeceği,
hayvanlar çok bakımsızdı ,mecbur fazla fazla ödeyip aldık.Kış gelmişti, biran
önce ahırları düzeltmek, onların yiyeceğini tedarik etmek, onlarla birlikte
kendi yiyecek ve giyeceğimizi sağlamalıydık..Hayvanlar iyi bakılırsa süt,
peynir, yoğurt,et, yün ,velhasıl pek çok fayda verir insana bilesin..Hayvan
aldım 70 koyun, 7-8 inek Jerveni’de ot boldu, öyle zannettim ama bir süre sonra
yem bulmakta zorlandım.Ben iyi bakarım hayvanlara yaza doğru besili oldu
hayvanların bir iki tanesini başka köyden gelenler istedi sattım. 2 ay sonra baktık ki
bir gün hayvanlar gelmiş ahırın önünde duruyor şaşırdım.Biraz yem,su
verdim..Öğle olmadan geldi sattığım adamlar, ben teşekkür beklerken hayvanları
çaldınız diye suçladılar..Evde yalnız değildik konu komşu şahit bir yere
gitmedik..Neyse aldılar gittiler hayvanları.Biraz daha vakit geçti yine bir
gün hayvanlar çıka geldi. Peşlerinden
sahipleri tartıştık,sen bu hayvanları alıştırmışsın kaçmaya ondan kaçıp, kaçıp
geliyorlar diyince, bende kızdım yarı Türkçe yarı Makedonca bağırmaya başladım
hayvanları aç bırakırsan az yem verirsen tabii ki on senede geçse karınlarının
doyduğu yere tekrar, tekrar gelirler..Ya doğru dürüst bu hayvancağızları doyur
ya da kes gitsin sen de ben de bunlar da kurtulsun dedim ..Elimde nacakla
yürüdüm tuttular..Alıp gittiler ..Sonradan öğrendik ki birisini kesmişler, ötekisi kalmış bir süre daha.. Hayvancağızlar aç kalınca doğru Cemil’le, Şevko’nun evine gelmişlerdi.
Vergi
toplamak için köye gelen tahsildarlar günahlarını almayayım amma!!! Sanki MUHACİRLER’i hiç sevmiyorlardı.
Harmanı sürdük. Samanı ayırdık. Buğdayı
harmanın bir tarafına güzelce
yığdık. Tahsildar geldi. Birkaç kişiyle birlikte buğdayı kırmızı boya ile çarpı koyarak
işaretlediler. İşaret sebebi ne imiş
bilirmisiniz, öğrendik mal sahibi kendi buğdayını çalmasın devlet daha
fazla vergi alsın diye. Günlerce bekledik diğer yerlerden dönsünler de buğdayı
ambara kaldıralım diye. Aksilik bu ya çevrede gezinip saman artıklarını yiyen
eşek buğday yığınına doğru yürüdü, ayağı
ile yığına dokundu ve buğday yığını biraz aşağı doğru aktı, boya azıcık
bozuldu. Ertesi gün tahsildarlar geldi..Yanlarında Jandarma ile ne söyledik ise
inandıramadık..Siz buğdaydan çaldınız dediler ve dipçikle bize vurdular..Dünya
başımıza yıkıldı..Yunan gavurundan böyle muamele görmedik diye ağladık. Haksız
yere aşağılandık. Dayak yedik..
Yine
vergi borcunuz var dediler çıka geldiler tahsildarlar... bir gün yine kasıp kavurdular
köyü ne varsa işe yarar topladılar..Tabi ki biz muhacirlerde fazlasıyla aldık
nasibimizi. (Tahsine anne) yeni matka
vurmuştum, ayranı kazana boşaltmış, yağı topluyordum geldiklerinde…Para ver
dediler..Yok ki ne vereyim dedim, bunun üzerine hiç acımadan ayranı bir tekme
savurarak hayata döktü, kazanı eline alıp yürüdü.Kalakaldım
biz şimdi ne yiyeceğiz diye düşünerek..Ayrandan çukalik yapacaktım dediğimi
hayal meyal hatırlıyorum..Ahıra yöneldi acımasız adam ve sarı süt veren ineği çözüp götürmeye
başladı..Buna el koydum..Vergi borcunuzu ödeyin diye bağırarak. Peşinden koşup
yalvardım ne yer, ne içeriz.. Sarı ineği alma Kara ineği al dedim..O ineğimiz
daha az süt veriyordu..Kabul etmedi..Alıp gitti köy önüne..Kalakaldık
çaresizce..Sonra ne mi oldu? İçkicinin rüşvetcinin biriydi..Köylü akşama
bağrına taş basıp ziyafet verdi tahsildarın şerefine para toplayıp bol bol
içirip sarhoş ettiler. Sarı ineği çözdük yerine kara ineği bağladık..Diğer
mağdurlarda aldılar hayvanlarının ve eşyalarının bir kısmını..Sabah olunca
iyice ayılmasına fırsat vermeden, bindirdiler atına yolladılar başka köye.
Zor günlermiş...
YanıtlaSilHemde çok zor :(
SilNe diyelim. Muhacirlerin kaderi. Benim dedeme de yaşlılığında bile "gavur" demişlerdi.
YanıtlaSilhep bir aşağılanma maalesef Tülin birgün şimdi her yayınladığım listeye "niye baktığını bilemediğin" dedenin isminin arkasından sana seslendiğini duyacaksın..Umudunu kaybetme sevgilerimle
SilÜrgüpteki Yeni Camii mahallesinde yerleşen muhacirler acaba onlarda mı Yerveniden gelmeler?
YanıtlaSil