21 Mart 2019 Perşembe

MARTİNKA - MART KUTLAMASI-NEVRUZ



                                                                                     Alıntıdır.

Güneş yılı esasına göre, Ömer Hayyam'ın başkanlığında hazırlanan Hicri Şemsi veya Celali takvimi (bir yılı 385 gün, 6 saat olarak kabul eder) Milâdi 15 Mart 1079 (Hicri 9 Ramazan 471) gününü yeni yılın başlangıcı "Nevruz" olarak belirlemiştir. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah döneminde kullanılmıştır. Bu takvim ekonomi ve tarım işlerinde kullanılırken, ay yılına göre yapılan Hicri takvimde (1 yıl 354 gün,8 saat 48 dakika olarak Hz. Muhammed'in Mekke'den Medine'ye göç ettiği 622 yılı -0- olarak hesaplanmıştır) kullanılmaya devam edilmiştir.
Osmanlı Devleti'nin mali işlerini düzenleyen Rûmi takvim;Hicri 1205(1790) yılından itibaren mali işleri düzenlemek için kullanılmıştır. 13 Mart Rûmi takvimde, Şubat ayının bitişi, Mart ayının (baharın) ilk günü olarak belirlenmiştir.

Jerveni köyünde 13 Mart; Martinka (Mart kutlaması) adıyla, baharın gelişi olarak kabul edilir ve kutlanır. Hazırlıklar bir hafta önceden başlar. Evlerde temizlik yapılır. Yufkalar açılır,ekmekler pişirilir.


   O gün veya ertesi gün “Martinka” kutlaması yapılan evler başta
 olmak üzere gidilen her  eve, ellerine birkaç küçük kuru dal
 veya  odun parçası, çalı çırpı ile yeşil yapraklı dallar götürürler. Eski yılı kuru dallar, yeni yılı yeşillenmiş dallar temsil eder ve eve sağlık ve  huzur getireceğine inanılır.


                               Alıntıdır
13 Mart akşamı sofraya, evde ne varsa konur. Yumurtalar kırmızıya boyanır.
Yumurtaları boyamak için  soğan kabuğu konulan su kaynatılır. Beyaz yumurtalar bu suya konularak kaynatılır. Birkaç dakika sonra  yumurtalar kırmızıya yakın bir renk alır. Daha sonra yumurtalar kırmızı renklerle, şekiller verilerek boyanır. Yumurtalar paylaşılır ve tokuşturulur.Tokuşturulan yumurtalardan kırılmayan yumurtanın sahibinin çok güçlü ve sağlam bir yıl geçireceğine, bolluk bereketin artacağına  yorumlanır.
                                                         Alıntıdır


 Özel Mart mısırı kaynatılır. Bu Mısır küllenmiş mısırdır. Kaynatılarak hazırlanır Mısırın bolluk ve bereket getireceğine evin halkının çoğalacağına inanılır.
Çeşitli yiyeceklerden yedi çeşit (mısır, bal veya pekmez,lahana turşusu, sarımsak, ceviz, yumurta, börekten(maznik) oluşan sofralar hazırlanırdı..Sofrada bulunan her bir yiyeceğin, ayrı ayrı anlamı vardır; 
-Lahana turşusu, yıl boyunca sivrisinek, arı gibi böcekler ısırmasın diye yenilmektedir.
-Sarımsak,  yıl boyunca ağzın kötü kokmasını önleyeceğine ,sağlıklı olunacağına ve  sarımsağın büyülerden koruduğuna inanılır.
-Bir sepetin içine ceviz konulur ve aileden herkes sepetin içinden ikişer tane ceviz alır. Cevizler avuç içinde kırılır. İçi sağlam ise yıl boyunca sağlık problemi yaşanmayacak anlamına gelir, çürük çıkarsa sağlık sorunu olacağı düşünülür.
 -Pekmez veya bal ise; yıl boyunca ağzımızın tadı yerinde olsun,tatlı dilimiz olsun, tatlı tatlı konuşalım temennisi için yenilir.

 -“Maznik” kuru fasulye yemeğinin taneleri ve yufka ile yapılan börektir. Böreğin içindeki fasulyelerin anlamı, ailemiz geniş olsun, çoğalsın, bolluk olsun demektir.
                                                                                  Alıntıdır

-Beyaz ve kırmızı ip karıştırılarak adına “Martineçka” denilen özel ipler yapılır. Beyaz sağlık ve temizliği, kırmızı ise gücü simgeler. Yıl boyunca sağlıklı ve güçlü olma anlamını taşır. Bu ipler bileğe bağlanır. Bileğe bağlanan ip Kırlangıç kuşu görülünce çıkarılıp yüksek bir yerden havaya atılarak dilek dilenir. 

Kırlangıç kuşu görmeyen kişi bu ipi yüksek bir ağaç dalına asarak dileğini söyler. Marteniçkaların havaya atılması veya ağaç dalına gevşek olarak bağlanması “Rüzgar tarafında uçurulması , ağacın dalından düşerse güzel günler geçireceklerine,dileklerinin olacağına inanılmasından kaynaklanmaktadır.

Martinka gününde evde bulunan evin en büyüğü, eline iğne iplik alır önceden hazırlanmış küçük bez torbaların ağzını kırmızı beyaz iple diker. Genelikle kırmızı veya beyaz torbalar kullanılır.Torbayı dikerken evdekiler:
 -“Ne dikiyorsun?” diye sorar (Şopraş ta ka), O da  “Düşmanların ağzını dikiyorum! Yıl boyunca kötülük gelmesin, hakkımızda dedikodu yapılmasın. Yılanların, çıyanların, akreplerin, kötülerin, kötülüklerin ağzını dikiyorum bize zarar vermesinler…Kesemiz para dolsun. Evimizde, ambarlarımızda bolluk olsun, çuvallarımız dolsun” diye cevap verir.. Torba ağzı dikildikten sonra büzdürülür sıkıca bağlanır ve saklanır.


                                       Alıntıdır

 Ayrıca evdeki tüm eşyaların, mesela çömleklerin testilerin, kulplarına da kırmızı beyaz ve kırmızı ipler bağlanır. Yayığa (matka) bağlanır, yağımız bol güzel olsun.Un ve bulgur vs. torba ve çuvallarında ağzı aynı şekilde bağlanır.( Benzer uygulama “Marteniçkalar” hıdrellezde de yapılır ve gece yarısı gül dalına asılarak dilek dilenir ..)

Gece hayvanlara da, özel yiyecekler verilir. Saman ve ot bol tutulur, elma,armut gibi yiyeceklerde konulur. Hayvanların o gece kendi aralarında konuştuklarına inanılır. 
"Hayvanların sesleri dinlenerek yorumlar yapılır.." hayvanların kötülüklerden korunması için, ahırların önünde tütsüler yakılır,  sabah erkenden kül dolu bir testi evin dışarısında kırılır.  Etrafa dağılan kül ile evdeki bit, pire gibi haşaratın gideceğine inanılır. Ayrıca dağılan  külün büyü ve nazarı yok edeceğine inanılmaktadır. Sönen ocağın temizlenmesi ile bütün dertlerin evin dışına atılması anlamına da gelmektedir..
 Sabah çok erken kimse sokağa çıkmaz. Herkes pencereden bakar ve sokakta ilk gördükleri kişiye seslenerek;
"Selam  verir ve nereye gittiğini sorarlar sonra
 -Benim sorunlarım gitti artık. Onları sen alır mısın! diyerek seslenilir..Bu kişinin verdiği cevaba göre yorum yapılarak sorunlardan kurtulduklarına inanılır...
Örneğin güler yüzle(güleç) " aldım" veya "sorunlarımız artık geride kaldı üzülmeyin" veya "Allah büyüktür halleder" vs..şeklinde cevap verirse seslenilen kişi sevinir. Tepkisini farklı bir şekilde homurdanarak verirse dertlerin bir süre daha devam edeceğine inanılır(1)

Martinka'ya ait sözlü tarih çalışmasını bize aktaranlar
(1)Müzeyyen Güller,Münevver Güller, Kadime Aslan Emine Özbay

Martinkamız, Nevruz'umuz kutlu olsun. O kırmızı-beyaz iplerdeki dileklerimiz tüm dünyaya barış getirsin..
                                                                                    Sevgilerimle


11 Mart 2019 Pazartesi

KAYALAR SALPOVA KÖYLERİ LÂKAPLARI ve SOYADI KANUNU






Selam
21 Haziran 1934 yılında kabul edilen Soyadı kanunundan önce, aileler lâkapları ile tanınmaktaydı.Bu lâkaplar ailenin bağlı olduğu boyu temel aldığı gibi, bazen de aile reisinin mesleği, ailenin önceki yıllarda yaşadığı yerler veya aile reisinin bedensel durumu ile ilgili birtakım kıstaslar göz önüne alınarak oluşturulmuştur. Bunun dışında ayrıca  aile büyüğünün adı ile söylenen lâkaplarda bulunmaktaydı. 

Soyadı kanunu ile getirilen bu değişiklik ile insanlar arasındaki farklar ortadan kaldırıldı. Aşağıdaki listede Salpova / Sılpova  köyüne ait lâkapları göreceksiniz. Lâkapların her biri yukarıdaki anlatımı birebir yansıtıyor.

Bu arada fotoğraflar Sevgili Thanasis'in objektifinden...Nerayda Ali Akmanos barajına ve barajın kenarında bulunan Nerayda köyüne ait. Enteresan olan bu köyü şimdiye kadar bana kimse sormadı, gölden bahseden olmadı.Barajın adı da ayrıca çok ilginç....mutlaka bir hikayesi var, fakat bunu ben bilemiyorum maalesef...



Aşağıdaki paragraf, İhsan Tevfik'in  Mübadele adlı kitabında yer alan   Salpova / Sılpova'nın bağlı olduğu Kayalar ve Cumapazarı anlatımı  Mehmet Kırca'ya ait röportajından....... 

"Kayalardan önce Cuma kaza merkeziydi. Cumapazarı derlerdi.Tevfik amcamın hanımı Atike yengem Cuma köydendi.Beylerin köyüdür Cuma ve orada büyük bir pazar kurulurdu. Cerelli tekkesi vardı, bir Bektaşi tekkesiydi.Kazanların kaynadığı, sıcak aşın eksik olmadığı bir yerdi. Bahçesi rengarenk güllerle dolu....Tekkenin başında Kazım baba diye biri vardı. Tekkede devamlı aş kaynardı ve gelen yolcuları, yoksulları doyururlardı.
Çerkezlerde vardı Cuma'da...tütünü o civarda daha çok Çerkezler ekerdi. Onlara vermişler bu işi.Binbaşı Cemal bey Çerkezdir. Çerkez Ethem'in adamları önce Atatürk'le ters düşüp o bölgeye yerleştirildiler. Yani civarda Çerkez köyleri de vardı. Af çıktıktan sonra o bölgedeki köylüler daha çok İzmit, Adapazarı tarafına göç etmişler.
..............
Yine Kayalarlı Cemal bey vardı, intihar etti. Yunanlılar geldiği vakit eziyet etmişler. Caminin içinde bir mektup bırakmış ve intihar etmiş, öyle anlatırlardı. Cemal beyin iki oğlu vardı, bir tanesi Demokrat Parti döneminde Menderes'in has adamıydı, avukatlık yapardı. Şimdi adı aklıma gelmedi. (Söz ettiği Şeref Kayalar ve Mazlum Kayalar kardeşlerdi.)

Akif Bey Merzifon'a gelmişti. Oradan da sattı savdı malını, gitti İngiltere'ye...Rum mektebinden mezundu. Bir iki dönem orada milletvekilliği yaptı. Öyle bir dönemdi ki dalkavukluk yapanlarda çok oldu. Kendini bey diye tanıtanlar oldu ki ayaklar baş, başlar ayak oldu. Zülfikâr bey vardı.Arnavut cinsindendi. "Zülfo bey" derdi köylüler....Akif beyin yanında görürdüm onu...O da İngiltere'ye gitti. Bir de Kasım bey vardı....."

Salpova köyüne ait lâkaplar aşağıda.....
                                                                                     Sevgilerimle

Kara Latif oğulları
Koca Kadirler
Süleymanoğulları
Dede Hüseyin oğlu
Kara Mustafa oğlu
Biko oğlu
Fettah oğulları
Cihanoğulları
Topalzadeler
Şekeroğullarından
Karakoçoğulları
Hacı Salihoğulları
Hacı İsmail oğulları
Şahin oğulları
Siyami oğulları
Türk oğulları
Mustafa Hoca oğulları
Davutoğulları
Koca Selim oğulları
Sakaroğulları
Kalfa oğulları
Zeko oğulları
İsmail oğulları
Kuru oğulları
Sagır oğulları
Koca Selim oğullarından
Mısırlıoğulları
Kara Hasan oğulları
Kara Mustafalar
Zülfiye oğulları
Saferoğulları
Şehabettin bey oğulları
Kel Süleymanlar
Kalfalardan
Kara Abdullar
Kayalarlı İsmail oğulları
Paşaoğulları
Dede Veli oğulları
Kara Muminoğlu
Dede Salihlerden
Çaka oğulları
İslam bayrakdaroğulları
Hasan oğulları
Osmançe oğulları
Apuşlarzade
Çako oğulları
Matuşoğulları
Yakupoğulları
Kuruoğulları
Latif Hocalardan
Davutoğulları
Azizoğulları
Menafoğulları


GÜNCELLEME


4 yıllık emeğimin sonucu olan kitabımı 2018 yılında yayınladım. Vefa örneği olmasını istediğim için ; doğduğu toprakları bir daha göremeyen buğulu,elâ gözlü tüm mübadillere ithâf ettim. 
Umarım birçok mübadile faydası olur. Kitapta Kozana'ya bağlı 61 köyde yaşayan 5140 Türk-Müslüman-Erkek nüfusa ait bilgiler bulunmaktadır. Kitabı almak isterseniz eğer sertaccihan@hotmail.com adresinden bana mail atmanız yeterlidir. 


1 Mart 2019 Cuma

SİNESON'DAN HİKAYELER......ŞEHADET PARMAĞI KESİLEREK GÖMÜLEN PAPAZ

                         
MEZAR TAŞLARI
MEZAR TAŞLARI



Selam
Aşağıda sevgili Leyla Kaplan'ın araştırmalarının bir kısmı ile Sineson'da yaşanan  ilginç bir hikaye okuyacaksınız.
Keyifli okumalar, güzel geçen bir haftasonu diliyorum herkese...

Bugünkü adı Mustafapaşa olan Sineson köyü mübadele öncesi gayrimüslimlerin ve müslümanların birlikte yaşadıkları  Anadolu'nun eski köylerinden biridir. Konstantin Eleni kilisesi başta olmak üzere manastır ve kiliseleriyle, havyar ticaretiyle zengin olan Ortodokslarıyla ünlüdür. Köyün adını "Sin" ve "Asos" kelimelerinden geldiği ve anlamının "Güneşin Şehri" olduğu iddiası oldukça yaygındır. Bununla birlikte yerel bir Tanrı adından geldiği de iddia edilmektedir. "Asur ay" tanrısının adının "Sin" olması, köyün adının Asur Tanrısından geldiği iddiası daha doğru olacaktır. 

Başka bir iddia ise; eşkiya baskınlarına uğrayan diğer köylerden gelip yerleşmek isteyenleri bir araya getiren papazın adının "Sineson" olduğu yönündedir. Bu konu ile ilgili diğer bir araştırmada ise; sonu Sin, Sun, Sün ekleri ile biten yerleşim yerleri adlarına Uygurca'da rastlanıldığı ve bu köye  Uygur Türklerinin yerleşmiş olduğu ileri sürülmektedir.


Havyar ticareti, boyacılık, bakkaliye, gıda ticareti yaparak zenginleşen Sinesonlular, İstanbul ve Samsun Bafra'ya yerleşerek kendilerine özel topluluklar halinde, diğer topluluklardan ayrı olarak yaşamışlardır.


 Ulusal hayırsever Sineson'lu  Ioannis Varvakis'deki Psariano'dur. Zamanında, Rus çariçesi Katerina'dan havyar üretimi ve satışı iznini alarak, Astrahan'da kurduğu fabrikada ürettiği havyarı, Osmanlı ve Avrupa'ya ihraç etmiş, İstanbul'da yaşayan Sinesonlularla anlaşarak onlarında bu ticarete dahil olmalarını sağlamıştır.

Sineson'lu Ioannis Varvakis Psariano'nun, Osmanlı-Rus savaşı sırasında gemisi ile cephane yüklü gemiyi batırması üzerine, kendi gemisinin de batırıldığını, Rus gemiciler tarafından kurtarılarak Rusya'ya götürüldüğü rivayeti yanı sıra gemilerini Rus donanmasının hizmetine verdiği, gemilerinin Osman donanmasının baskınında yakılması üzerine kendisine gemi yapıp verme teklifini kabul etmeyip, havyar üretimi ve ticaretinin verilmesini istediğini, bunun kabul edilmesi üzerine havyar ticaretine başladığı ve İstanbul'daki havyar ticaretini buradaki Sinesonlular aracılığıyla geliştirdiği anlatılmaktadır.

Evangelia Balta ise; İstanbul'da iş aramaya giden Sinesonluların, Sakız adalı havyarcıların yanında çalışarak ticareti öğrendiği ve Sakız adasında başlayan isyanlar sonrasında adaya geri dönen Sakızlı tüccarların dükkanlarını yanlarında çalışan Sinesonlulara devrettiğini yazmaktadır.

Mustafapaşa (Sineson) köyü hakkında Tevfik Balta tarafından anlatılan ilginç olaylardan biri de; Eleni Konstantin kilisesi papazının şehadet parmağının kesilerek gömülmesidir. Köyün yaşlıları tarafından anlatılmış sözlü tarih çalışmalarından biridir ve çok ilginçtir.

"Sineson'daki Medrese müderrisi sesinin güzelliği ve sabahları Haşr suresini  okumasıyla ünlüymüş.  Eleni Konstantin Kilisesi papazı da her sabah kiliseye gitmek için Medresenin önünden geçerken okunan Kuranı dinler ve sonra kiliseye gidermiş. Papazın neden yürüyüp gitmediğini köylüler çok merak etmekle birlikte,sebebinin okunan Kuran'a saygısından kaynaklandığını düşünerek papazı takdir ederlermiş. Aradan geçen yıllar çeşitli söylentilere sebep olmuş. En yaygın olanı da Papazın Müslüman olduğu söylenti imiş. Papaz birgün kilisesini açmaya gidememiş. Merak eden görevliler, evine gittiğinde papazın öldüğünü görmüşler. Ertesi gün defin işlemleri başlamış. Meraklı görevliler Papazın evini araştırmışlar, evin gizli bir odasında "Kuran ve seccade" bulmuşlar ve papazın gizli müslüman olduğuna karar vermişler. Yapılan tartışmaların sonunda  papazın şehadet parmağını keserek Ortodoks adetlerine göre gömmüşler. (Papazın vücudunda inceleme yapılmış mıdır bilinmemek birlikte, yapılmış olma ihtimali çok yüksek)

Medrese müderrisleri ile samimi sohbetler yapan bir kişi olarak tanınan papazın bunca zaman Müslüman olmasını ve kendisini gizlemesine inanmayanlar bulunmasına rağmen şehadet parmağı kesilmesini papazın müslüman olduğunun bir kanıtı olarak kabul etmişlerdir. Bu olay dilden dile uzun yıllar anlatılmıştır.


-Bu ve benzeri cezalandırma şeklinin saygınlıklarını yitiren Hırıstiyan din adamlarına uygulandığı bilinmektedir. Mesela Katolik Papa Formosus'un öldükten sonra cezalandırılması oldukça ilginçtir. Papa Formosus (896)  öldükten 9 ay sonra, görevde bulunduğu süre içerisinde aşırı hırslı olduğu gerekçesiyle, Papa Stephen VI. tarafından 897'de cesedi çıkartılıp, Cadaver Synod'da kadavra yargılaması yapılmış ve haç işareti yaptığı sağ elinin üç parmağı kesilerek Tiber nehrine atılmıştır.

Nehirden çıkarılan cesed tekrar gömülmüşse de, birkaç yıl sonra bu seferde Papa Sergius III tarafından gömüldüğü yerden çıkartılan cesed yeniden yargılanmış ve sol elinin üç parmağı ile kafasının kopartılıp yeniden Tiber nehrine atılmasına karar verilmiştir-


SİNESON

Mustafapaşa’da(Sineson) Mehmet Şakir Paşa Medresesi (Kapadokya Üniversitesi)
 Mehmet Şakir Paşa Medresesi Kapadokya Üniversitesi olarak hizmet etmeye devam etmektedir.



SİNESON

Hacı Naim oğlu Hacı Hüseyin Efendi'nin mezarı


Papazın Müslüman olmasında etkili olan kişinin köydeki Mehmet Şakir Paşa Medresesinde müderrislik yapan "Hacı Hüseyin efendi" olduğu da anlatılmaktadır. Doğum tarihi bilinmeyen Hacı Hüseyin efendinin ölüm tarihi 1915'dir. (Mezar taşı kimliği belirsiz kişilerce çalınmıştır.) Kendisi hakkında "bilgili ve çeşitli hastalıkları tedavi eden kerametli bir eren olarak bahsedilirmiş. Karşısındaki kişinin aklından geçenleri okurmuş. 

Kuraklık sırasında  yağmur duası yaparken ayakları yerden kesilirmiş. İstanbul'da Hac duası yaparken, yine ayaklarının yerden kesilerek duasını tamamladığı da anlatılanlar arasındaymış. 

Öldükten sonra köye defnedilen Hacı Hüseyin'in mezarı yıllarca ziyaret yeri olmuş. Sadece Mustafapaşa köylüleri tarafından ziyaret edilmekle kalmaz diğer köylerden de Hacı Hüseyin Efendinin mezarı ziyaret edilirmiş. Özellikle hastalarına derman arayanların sık sık uğradığı bir yer haline gelmiş. Hastalar çocuk, büyük her kim olursa olsun mezarına getirilir, dualar edilir ve mezarından alınan toprak bir beze sarılır, şifa olsun diye hasta üzerinde bu minik keseyi taşırmış. Hasta çocuklar mezarın üzerine yatırılarak iyileşmesi için dua edilirmiş. Duadan sonra bazı kişilerce çocuk kantarla tartılırmış. Kantarın bir kefesine çocuk, diğer kefesine pamuk, yün veya yapraklar konularak tartılır, çocuğun konulduğu taraf ağır gelirse iyileşeceğine inanılırmış.

Aynı adetler gayrimüslimlerce Aziz Nikolas Manastırında da yapılmaktaymış. Manastır da yapılan dini törenlere Müslümanlarda katılır, bahçesinde namaz kılarlarmış. Manastırın bahçesindeki sarmaşık ve ağaçlara çaputlar bağlanıp, dilekler dilenirmiş. Günümüzde Anadolu'nun çeşitli yerlerinde buna benzer devam etmektedir.

Müslüman gözüken veya Müslüman kıyafetleri giyerek casusluk yapan Hıristiyan devletlerin casusları bir hayli fazladır. Sineson (Mustafapaşa) köyünde yaşandığı anlatılan bu olayla ilgili yaptığım araştırmalarda (istihbarat raporları hariç) böyle bir kayda rastlamadım.
Mustafapaşa'da (Sineson) anlatılan diğer bir olay ise; Medreseyi protesto ettiği söylenen papazın kendisini Medresenin parmaklıklarına asarak intihar etmesidir.




Aşağıdaki fotoğraflar  Nikolas Manastırının bahçesine taşınan  mezar taşları



SİNESON

 "Burda yatıyor Allah'ın kulu AnastasiosPARADİSOPULOS, 1855 doğumlu - 1909 ölümlü"
(Çeviri ThanasisPapanikolau)

NİKOLAS


MUSTAFAPAŞA

Burada yatıyor Allahın kulu Simeon……………..1876(ThanasisPapanikolau)

SİNESON MEZAR TAŞLARI

ΚυριάκοςΒλασιάδης Klimatianḗ kapasakáloglou;;1876



MUSTAFAPAŞA


MUSTAFAPAŞA





KAYNAKÇA

(1) Dilber İLİMLİ USUL İLHANLI DÖNEMİNDE UYGURLAR,DOKTORA TEZİ Danışman Prof. Dr. MUHİTTİN TUŞ, Konya-2016, Sh. 311)
(2) Fahri Çoşkun,888/1483 Tarihli Karaman Eyaleti Vakıf Tahrir Defteri, Vakıflar Dergisi, s.33 Mustafa Oflaz, 16.yüzyıl sonlarında Ürgüp Kazası, I. Uluslararası Nevşehir Tarih Ve Kültür Sempozyumu Bildirileri, Nevşehir 2011 s.322 (1530)Tarih ve 387 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Karaman Ve Rum Defteri, Ankara 1996, sh. 179,182)
(3)  Başbakanlık Osmanlı Arşivi




*Anadolu’da uzun süren kuraklık ve kıtlıkla ilgili yazışmalardan örnekler:
Osmanlı Arşivi,MV.,20-15-0,Yağmursuzluk nedeniyle Konya ve Niğde Sancaklarından harice zahire çıkarılmasının yasaklandığına, gelecek hasad mevsimine kadar ahaliye satılacak zahirenin belediyece satın alınması ve satıldıkça bedelini Malsandığına teslim etmek üzere, Ağnam Rüsûmundan bir miktar paranın belediye dairelerine borç verilmesine dâir.        H-25-08-1304/1887

*Osmanlı Arşivi,DH.İ.UM.EK.,14-99-0,Bu günlerde vilayet dahilinde yağmur yağıp yağmadığı, yağmış ise derecesinin bit-tahkik süratle bildirilmesi hakkında Aydın, Edirne, Konya, Kastamonu vilayetleriyle Kütahya, Menteşe, Karahisar, Niğde mutasarrıflıklarına tahrirat.                H-24-07-1334/1916
(4)  Tevfik Balta (Araştırmacı)

BU BİR MÜBADELE HİKAYESİNİN ANLATILDIĞI RADYO HİKAYESİ

KOZANA HATIRALARI......

Selam Mübadil insanların fotoğraflarıyla birlikte bir mübadele hikayesi anlatımı burada....Bakalım kimlerle ortak hikayelerimiz var?...