13 Şubat 2019 Çarşamba

KAYALAR-ÇOR KÖYÜ LÂKAPLARI ve BİR ÇOR KÖYÜ HİKAYESİ


Selam
Yunanistan Türk köyleri yazılarıma Çor köyü ile devam ediyoruz. Ataları  Çor köyünden gelen Sevgili Suzan'ın köyünü ilk kez gördüğünde yaşadıklarını okuyacaksınız. Yazının sonunda  Çor köyünden gelen ailelere ait lâkapları bulabilirsiniz. Çor köyünden anavatana toplam 332 aile gelmiş. Ailelerin yerleştirildiği yerler ise maalesef  yazılmamış.  


KAYALAR ÇOR

.....................................
"Daha sonra bu köyden de ayrılarak, benim dedem ve babaannemin geldiği topraklar olan Çor köyüne, bugünkü adı Galatai olan köye doğru yola koyulduk. Şimdi babam, ben, kardeşim, kızım ve eşimdeydi heyecan sırası..... Çünkü babaannemin anlattıkları dışında hiçbir şey bilmiyorduk. Gerçi buralara gelmeden önce Arşivler Genel Müdürlüğünden belgeleri çıkarttırmıştım ama Osmalıca olduğu için tercüme ettirememiştim.


SELANİK ÇOR


 Köye geldiğimizde saat öğleden sonra üç civarındaydı. Köy meydanına geldiğimizde birkaç yaşlı Rum köylü köy kahvesinde oturmuş sohbet ediyorlardı. Onların siesta saatine rast geldiğimiz için etrafta başka köylü görülmüyordu. Kahve önünde gördüğümüz yaşlılara yıllardır babaannemden dinlediğimiz kadarı ile evimizi tarif etmeye başladık.


SELANİK ÇOR


 Ev köyün en büyük eviymiş o zamanlar..... üç katlı bir evmiş. Büyük dedem köyün ağasıymış çok büyük bir araziye sahipmiş. Bu araziyi daha iyi kontrol edebilmek için evin hemen yanına çok yüksek bir gözetleme kulesi yaptırmış. Buradan dürbünle arazisini kontrol ediyormuş. Evi tarif ederken yanında çok yüksek yuvarlak bir kule varmış dediğimizde hemen, gelin evinizin yeri burada dediler. Çok heyecanlandık çünkü tam olarak evimizin yerini bulabileceğimizi hiç ummuyorduk. Sadece köyü görüp döneceğimizi düşünüyorduk.


KAYALAR ÇOR


 Köyün eşrafından Yorgo amca, elinde bastonu ile bizi peşine takıp bir evin önüne getirdi. "İşte sizin araziniz ve evinizin yeri burası idi" dedi. 1995 yılında büyük bir deprem yaşanmış burada.... Ev o tarihe kadar sağlam bir şekilde ayaktaymış ancak depremde yıkılmış. Şu anda arazinin bir kısmı köy meydanına kalmış, bir köşesine küçük tek katlı müstakil bir ev yapılmış. Sahipleri ile görüşmek istedik, Kayalar’a göçmüşler ara sıra geliyorlarmış.


SELANİK ÇOR


Evin sol yanında arazimiz olduğu gibi duruyor. Deprem sonrası evimizin bir duvarı ayakta kalabilmiş. Kerpiç duvarın kerpiçlerinden hatıra olarak aldık birkaç parça...... Bahçede evin temel taşları hala duruyor. Bir su kuyusu var içinde suyu bile kurumamış, sadece sonradan ağzına bir bilezik yapılmış. Bahçenin bir köşesindeki üzüm bağı ve üzümleri o günden bu güne dayanabilmiş ve üzerinden ellerimizle üzüm kopardık. Yorgo amca bu asmaların Büyük dedemin diktiği asmalar olduğunu ancak bir kısmı yakılan bir anızdan sıçrayan kıvılcımlarla yandığını, ancak birkaç tanesinin kaldığını söyledi. Fotoğraflar çektik ailece çok duygu yüklendik. Babam, ben ve kardeşim ağlayarak gezdik ata topraklarımızı..... Kızım bile dördüncü kuşak olarak fazlası ile duygulandı. Eşim bizimle hissettiklerimizi ve duygu yoğunluğumuzu paylaştı. 




Bahçeden bir miktar toprak aldık, suyundan bir pet şişeye biraz doldurduk. Çünkü yola çıkmadan, dedemin ve babaannemin mezarlarını ziyaret ettim. Onlara hasret gittikleri topraklarından, bir parça toprak ve su getireceğime, mezarlarına serpeceğime söz vermiştim. Köydeki Rumlar Türkçe bilmedikleri halde telefon numaralarımızı aldılar. Bizlere kendi telefon numaralarını verdiler. “Bir daha ki sefere gelirken bizleri arayın, yemek hazırlayalım birlikte yemek yiyelim” dediler çok mutlu olduk. 



Köyde bir de; Galatai Mübadilleri Kültür ve Dayanışma Derneği varmış. Dernek başkanı genç bir Rum.... Bizim köye geldiğimizi duymuş, hemen geldi. Bizimle tanışmak istemiş. Bize kartını verdi ve bizleri ağırlamak istediğini söyledi. Biz evimizi, yerimizi ararken diğer arkadaşlarımıza köylüler ikramlarda bulunmuşlar.


 Artık buradan istemesek de ayrılma zamanımız gelmişti. Selanik’e geri dönmemiz gerekiyordu. 125 kilometre yolumuz vardı. Yola çıkmak üzere otobüsümüze tam binmek üzereydik, köylülerden birisi eşimi kolundan tutarak Rumca bir şeyler söyleyerek, bir adamı gösterdi. Tabii ne söylemek istediğini anlamadığımız için tercümanımıza ne demek istediğini sorduk. "Bak bu adam sizin evin yerinden dört teneke dolusu altın çıkardı” diyormuş. Hepimiz çok şaşırdık, çünkü yıllarca babaannem bize bu altınları anlatır; 
-şimdi gitsem kayınbabamla beraber gömdüğümüz yeri bulurum. derdi. Ancak biz köyde kimseye bundan bahsetmemiştik, fakat köylüler biliyorlarmış. Altınları çıkardığını iddia ettikleri kişi ile görüşmek istediğimizde adam bir anda ortadan kayboldu, biz oradan ayrılana kadar da görünmedi. 



İşte ayrılma zamanımız gelmişti. Büyükdedem, dedem ve babaannem mübadele ile topraklarından koparıldıklarında ne hissettiler ise şu anda bizde aynı şeyleri hissetmeye başlamıştık. Gözlerimizden akan yaşlar yanaklarımızdan süzülürken otobüsümüze bindik. Köy halkı arkamızdan el sallıyorlardı. Oradan ayrılırken, topraklarımızın, bahçemizin görüntüsünü hafızama kazıyarak, yola koyulduk. Selanik’e dönüş başladı"


                                                                             Sevgilerimle



Muharrem oğulları
Şabanoğulları
Emrullah oğulları
Hacı Yaşaroğulları
Yaşar oğulları
Timuroğulları
Ahmet oğulları
Macar Alioğulları
Balcı oğulları
Resul oğulları
Karaali oğulları
Emrullah oğulları
Alioğulları
Salih oğulları
Aliko oğulları
Balcılar
Yakupoğulları
Hayrullahoğulları
Hasanoğulları
Mısırlımehmetoğulları
Osmanoğulları
Mersinoğulları
Karaabdioğulları
Nuribeyoğulları
Nurioğulları
Halilağaoğulları
Mustafaoğulları
Delipaşaoğulları
Mahmutoğulları
Çavdaroğulları
Hacı Halimoğulları
Ayvazoğulları
Abdurrahmanoğulları
Galioğulları
Mısıroğulları
Şerifoğulları
Deli Hüseyinoğulları
Behzatoğulları
Kılıçoğulları
Fettah Osmanoğulları
Hacı Timuroğulları
Valçooğulları
Sadık ağaoğulları
Mustafa Ağaoğulları
Kerim Ağaoğulları
Emoş oğulları
Ahmetovaoğulları
Veyisoğulları
Mülazımoğulları
Halimoğulları
Abidinoğulları
İdrisvelioğulları
İdrisoğulları
Selim Mahmutoğulları
Selim Bayrakdaroğulları
Kılıçoğulları
Koca Hasanoğulları
Ahmedoğulları
Abdioğulları
Kara Abdioğulları
Timuroğulları
Mahmutoğulları
Karapaşaoğulları
Kör Ahmedoğulları
Ganioğulları
Hacı Velioğulları
Sinanoğulları




GÜNCELLEME

GÖÇ KİTAPLARI


4 yıllık emeğimin sonucu olan kitabımı 2018 yılında yayınladım. Vefa örneği olmasını istediğim için ; doğduğu toprakları bir daha göremeyen buğulu,elâ gözlü tüm mübadillere ithâf ettim. 
Umarım birçok mübadile faydası olur. Kitapta Kozana'ya bağlı 61 köyde yaşayan 5140 Türk-Müslüman-Erkek nüfusa ait bilgiler bulunmaktadır. Kitabı almak isterseniz eğer sertaccihan@hotmail.com adresinden bana mail atmanız yeterlidir. 


ÇOR



SELANİK ÇOR KÖYÜ


4 Şubat 2019 Pazartesi

MASUM DEĞİLDİNİZ SİZİN İHANETİNİZİN CEZASINI BİZE KESTİLER!!!!!!



Selam
Her insan, bir hikâye..bu hikâyeleri dinlemeyi, yazmayı ve yazılanları size aktarmayı  çok seviyorum. Kim olursa olsun yaşanmışlıkları, aile hikâyeleri beni çok etkiliyor. Anadolu ve Rumeli yüzyıllarca birçok halkın birlikte yaşadığı topraklar....ve Anadolulu olmak öyle birşey ki genlerine işliyor insanların....hiç görmeseler de Anadolulu olmakla gurur duyuyorlar. Sanırım nesilden nesile aktarılan  bir tür  kodlama yapılıyor. Topraklarımız çok kıymetli, keşke kıymetini daha çok bilsek, karış karış gezip, hafızalarımıza kaydedebilsek.....

Anadolu'da yaşayan halkların kaderinde hep bir entrika, etkilenme var. Sonrasında kışkırtılan  halklar birbirlerine düşman kesilir. Ardından  gelen ayaklanmalar, ihanetler, berbat kaderler, ağıtlar eşliğinde gözyaşı,kan,acı...

Acının dini, dili,milliyeti,etnik kökeni yoktur. Acı acıdır.


Aşağıdaki hikâye Sevgili Leyla Kaplan'ın kaleminden  çocukluğu.


30 Ocak 1923 tarihli Türkiye-Yunanistan arasında yapılan Mübadele(Ahali değişimi) antlaşması ile 1924 Ağustos yılı sonlarında, köydeki Türk Ortodokslar Yunanistan’a gönderilmiş.Yerlerine Yunanistan’dan gelen Müslümanlar yerleştirilmişlerdir. 
Bu köye yerleştirilenler, Manastır Vilayeti Florina Livası Kesriye Kazası Jerveni Köyü ile Zabereni(Zabordin) köylüleridir.
Mübadele ile Kesriye’nin(Kastorya) kazası - Jerveni köyünden Cemil Köyü’ne getirilerek yerleştirilenler arasında Babam Mustafa Kaplan’ın babası Şevki ve oğlu Mevlüt ve kızı Nevruze(KAPLAN), annemin(Münevver Kaplan Pişkin) babası(Mümin ve annesi(Selime) Pişkin’le diğer akrabalarım bulunmaktadır.



Yerleştirildikleri ev iki katlı olup, evin dışı ve odaları taş oymacılığının güzel süslemelerine sahipti. Odalar kemerli oda ve kaya odaları olarak yapılmıştı. Evin dışında taşların oyulması ile yapılmış bir sıra süsleme bulunmaktaydı. Evin üstünde lale motifi içinde Karamanlıca “Maşallah” ve 1853 yazısı bulunmaktaydı.

 Eski ev sahibinin İstanbul’da çiçekçi olduğu söylenmekteydi.






1964 yılı ya da sonrası olabilir.Cemil köyündeki evimize Yunanistan’a giden eski sahiplerinden iki kişinin geleceği haberi geldi.
 Bir kadın ve bir erkek yanlarında birkaç kişi ile geldiler.Hayatta (Avluda) komşular karşılamak üzere bekliyorlardı. Gelen mübadil misafirlerin çekinerek girdiği evin avlusunda sohbet başladı. (Kadının adını unuttuk! oğlundan bahsetmişti ve oğlunun adının Yanaki olduğundan bahsetmişti(anlatan:Cemil Kaplan) 
onun için Yanaki’nin annesi olarak kaldı ismi hafızalarda....




Gelenler gayet güzel  Türkçe  konuşmaktaydı.
Yanaki’nin annesi hüzünlü bir sesle anlatmaya başladı.

-Burası babamın evi....Ben bu evde doğdum, büyüdüm, bu evden aşağı mahalleye gelin oldum. dedi. Avluda  bulunanlar merakla bakıyor ve dinliyorlardı konuşmaları.... O durmadan anlatıyordu ailesiyle geçirdiği günleri.....

 Tayyör giymiş, saçını eşarpla bağlamıştı. Yanındaki erkeğin (Ağabeyim dediği söylendi) kıyafeti gayet güzeldi ve şapkasını elinde tutarak konuşmaktaydı.

Avluda  bulunan kadınlar, Yanaki’nin annesinin kıyafetini beğenmişlerdi. Kendi aralarında;
 "Kadın ne giymiş, daha önce görmedik, bacağındaki çorapsa nasıl bir çorap? parlıyor" diye konuşuyorlardı.
Merak ettim, kadının yanına gittim, eğildim ve iki parmağımla tutup çorabı çektim. Bunun üzerine bana dönerek;
-buna ince çorap diyorlar, yeni çıktı. Çok çekme kaçar. dedi.

Oradakilerden bunu yaptığım için iyi de  bir azar işittim. “Azarlamayın merak etmiş çocuk” dedi . 

Çantasını açıp içinden küçücük kutular çıkardı. Güzel süslü mika bu kutucuklardan bir tane bana ve bir tane ağabeyime (Turgut Kaplan) uzattı. Alıp almama arasında tereddüt ederken
-alın, alın daha var dedi....
 Orada bulunan çocuklara da dağıttı. Bu kutuların içinde dörder tane badem şekeri vardı..Sevindik …Yıllarca sakladık plastik süslü kutuları...
Evi gezmek istedi, avlunun alt kısımdan başladı gezmeye..... Aşağıdaki kemerli odayı gezdi, hüzünlü hüzünlü başını sallayarak..Merdiven boşluğundaki ambarçe dediğimiz un,nohut,bulgur vs koyduğumuz, dört bölümlü aşağı kısımlarında yukarı çekilen kapaklardan oluşan ahşap dolap ve su testisi koyulan içi oyuk yere baktı ve “Bizde testimizi buraya koyardık" diyerek, dört gözlü ahşap ambarçeye yöneldi. 
Eğilip kapaklardan birini yukarı çekti 
 -Siz un koymuşsunuz buraya.... 
Diğer gözleri açarak tek tek baktı.
- Buraya biz bakla koyardık, siz bulgur koymuşsunuz...dedi. 

 Merdivenlere yöneldi, merdivenlerden yukarıya çıktık ..Büyük odaya girdi, etrafa baktı.Gaz lambasını koyduğumuz duvardaki oyuk yere doğru yürüdü
 -bizde buraya koyardık lambamızı dedi. Odadaki diğer eşyalara dolaplara tek tek dolaşıp göz gezdirdi. İki ahşap kapıyla örtülü dolap tarzında yıkanma yeri ve annemin üzeri kuş motifleriyle süslü çeyiz sandığına, üzerindeki yüklüğü baktı.

"Çok güzel sandık....bizde çeyizimizi sandıkta saklardık”dedi. Oda ve çardak tandır ile ısıtılmaktaydı.. 
-Bunu hala kullanıyor musunuz ? Orada yok bundan... dedikten sonra odadan çıktı. Çardakta kara kovanlarımız vardı.
 -Biz burayı yazın yemek ve sohbet için kullanıyorduk geleni giden görürdük deyince, bizimkilerde; 
-bizde aynı şekilde kullanıyoruz arı kovanlarının zararı yok dediler..
Aşağıya inerken merdivene oturdu, ağlamaya başladı ve evde yaşadığı günleri anlatan"Türkçe" bir ağıt söylemeye başladı ...

"Ben burada doğdum,büyüdüm. Bu hayatta koştum,düştüm kalktım, oyun oynadım
Merdivenlerden koşarak indim. Gelenlere kapıyı ben açtım, soframızda yemek yedik.
Baba evimden, buradan gelin oldum. Bir rüzgar esti, fırtına oldu savrulduk.
Gidiyorsunuz haydi hazırlanın emri verildi. Ne yapacağımızı nereye gideceğimizi şaşırdık..
Kalmak istedik izin vermediler.Yola düzüldük hepimiz.. Çok eziyet çektik yolda, vapurda, iskelelerde..
Gittik doğmadığımız doymadığımız yerlere, doğduğumuz büyüdüğümüz topraklardan
Memleketsiz kaldık. Evsiz, aşşız susuz kaldık. Yağmurda çamurda kaldık. Memleketi özledik.
Ağladık günler, gecelerce derdimize derman aradık bulamadık..Kötü sözler dediler…
Attılar bizi dört bir yana....suçumuz ne idi anlamadık..
Mustafa Kemal – Venizelos karar kıldılar, sürüldük…
Sürdüler bizi…."

Herkes üzgün dinliyor ve gözyaşlarıyla"bizde bizde eziyet çektik" diyerek söylenenlere katılıyorlardı. (Türkçesi kıt olan yaşlılara, gençler konuşulanları Makedonca anlatıyorlardı .. )
Ağıt devam ederken üzgün, öfkeli bir ses; 
-suçunuz yok mu? doğduğunuz doyduğunuz topraklara, devletinize, komşularınıza ihanet ettiniz. Rahat durmadınız, kimseye huzur vermediniz. Siz bu cezayı hak ettiniz. Ama bizim suçumuz yoktu. Biz sizin yaptığınızı yapmadık.
Sizin yaptıklarınızın cezasını biz çektik. Niye şimdi ağlıyorsun.Sus artık....dedi.
Bunu söyleyen Mümin (Pişkin)dedemdi..
Onun da gözleri yaşlarla doluydu. Avludakiler "bırak Mümin söylesin yüreği yanıyor kadıncağızın”diye itiraz ettiler.
Dedemi kızdıran çektikleri acıyı tek taraflı anlatan sözleriydi. Devam etti dedem.....
"Bizim yüreğimiz daha çok yanıyor..Onların suçunu biz ödüyoruz. Biz sizden fazlasını çektik”dedi.
Bunun üzerine Yanaki’nin annesi;
"Karışanlar var idi..Ama biz karışmamış idik. Karışmayanı bıraksalar, karışanları gönderseler iyiydi"dedi ve sustu. Daha sonra konuşmalar çekilen eziyetlerin anlatılması şeklinde devam etti. Yaşadıkları zorlukları, kötü davranışlarla karşılaştıklarını, Türkçe konuştukları için hor görüldüklerini, Yunancayı hâlâ öğrenemediğini..... Evlerinde ve sokakta karşılaştıkları Anadolu’dan gidenlerle hemen Türkçe konuşmaya başladıklarından bahsederek
-Yine gelmek isteriz buraya, memlekete, büyüsün oğlumu da getireceğim dedi. 
Ayrılırken, kalın burada, misafir edelim sizi teklifi yapıldı ama; 

-Ablamlarla Kayseri’ye geldik. Ablamların köyünde kalacağız, biz evimizi görmeye  buraya geldik, şimdi Kayseri'ye  gideceğiz. Sonra da gönderildiğimiz yere, Yunanistan’a döneceğiz diyerek ayrıldılar..(Yıllar sonra oğlu ile gelip evi tekrar gezmiş)





YILLARA NOT
Bir ajanın belgeli hikâyesi

Yıllar önce arşiv kataloğunda ( O zamanlar daktilo sayfalı defterlerdi ) ”Cemil köyüne, aynı köyden Yovan oğlu Lazari’nin Selanik'ten gönderdiği mektup ile ilgili kaydı bulmuştum. Bu mektubun köy hasretini dile getiren bir mektup olduğunu düşünerek, mektubun peşine düştüm. Bir türlü mektuba ulaşmak mümkün olmadı..Nihayet iki yıl önce ulaştım. Düşündüğüm gibi değildi..


Emniyet Genel Müdürlüğü İkinci Şube (İstanbul) tarafından el konulmuş olan bu mektup”Karışanlar var idi” sözünü haklı çıkarmaktaydı..Daha doğrusu ön yüzünde "Yunan Efzun Alayının” askerinin resminin bulunduğu, arkada tarafında da Yunanca yazıların yer aldığı bir kartpostal ve soruşturma dosyası idi.
Selanik'ten, Ürgüp'ün Cemil köyüne gönderilen Rumca mektubun, aynı köy ahalisinden Yovan oğlu Lazari tarafından gönderildiği ve bu husustaki tahkikat evrakının takdimi. Emniyet-i Umumiye Dördüncü Şube Müdürü Doktor Ahmed Fuad Bey adına gelecek mektupların açılmadan gönderilmesi hususunun Sansür Müfettişliği'ne bildirilmesi.(3)Osmanlı.A.-DH.EUM.2.Şb-15-47-0-H-13-02-1334/21 Aralık 1915).(Selanik’ten Roştan imzasıyla Ürgüp’ün Cemil karyesi ahalisinden Pavlus Grafopulos adresiyle gönderilmiş kartpostal)




Niğde’nin Bakiz Roşnun imzasıyla Konya Vilayeti’nin Ürgüp kazasına mülhak Cemil karyesinde "Pavlus Grafopolos" namlı şahsa gönderilen merbut mektup da; Bakiz, Yunan
askerlerinden birinin resmi musavver bir kart mevcud olub, mezkur kartta yazılanların etbaı tercümesidir. Gönderilen kartın ön yüzünde Yunan Efzun askerinin resmi...



Kartpostalın arka yüzünde ise şu satırlar bulunmaktadır.

"Gönderdiğin adam buraya geldi. Eşkiya çeteleriyle görüştü. Sen hazırol…….Bizim eşkıya çeteleri Cemil karyesine doğru hareket edeceklerdir. Sen yalnız onların maişetini temini sarf edeceksin. Sana vaad ettiğimiz olacaktır. Yani Konya Valisi sen olacaksın. Sakın kimseye söyleme ve On bin drahmi de sende olacak. Osmanlı Balkan Muharebesinde yapmış oldukları
hizmetten dolayı size çok teşekkür ederiz. Gönderdiğiniz malumat ile Osmanlı ordusunun hallerini öğrendik. Demek ki perişan bir haldedir.”..




Osmanlı Arşivi: DH.EUM.2.Şb 15 47 H-13-02-1334

Ahmed Fuad Bey tarafından tercüme edilen ve ilgili makamlara yazdığı suret......
Yapılan soruşturma üzerine ifadeleri alınan şahıslar ise;
Papaz oğlu Yuvan ve oğulları Vasil ve Lazari’dir. Mektubun Selanik’ten köyün ahalisinden “Yuvan Grafopulos Pavlus”adresiyle gönderildiği, bu kişinin Selanik’e gittiğini, 60 yaşında öldüğü, İstanbul’da At pazarında ve Havyarcıda çalışan oğullarının bundan haberi olmadığı,Cemil köyünden bir ay önce Selanik’e Vasiliki adında bir kadın tarafından bir mektup gönderildiği, ayrıca başka birisi tarafından 3 lira bir paranın geldiği bununla çeşitli eşyalar alındığı. Diğer mektuptan haberlerinin olmadığı şeklinde cevapların verildiği ifade tutanağı yer almaktadır. 

Evrak dosyasında diğer bir yazı ise;

(1)Rafet METİN, XVI. YÜZYILDA NİĞDE SANCAĞINDA DEMOGRAFİK YAPI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME AN EVALUATION ON THE DEMOGRAPHIC STRUCTURE OF NIGDE PROVINCE IN XVI CENTURY, The Journal of Academic Social Science Studies International Journal of Social Science Doi number:http://dx.doi.org/10.9761/JASSS3402 Number: 45 , p. 35-52, Spring III .
(2)Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Osmanlı.A.İ..ŞD..-117-7032-0-H-23-09-1309
(3)Osmanlı.A.-DH.EUM.2.Şb-15-47-0-H-13-02-1334/21 Aralı


GÜNCELLEME

GÖÇ KİTAPLARI


4 yıllık emeğimin sonucu olan kitabımı 2018 yılında yayınladım. Vefa örneği olmasını istediğim için ; doğduğu toprakları bir daha göremeyen buğulu,elâ gözlü tüm mübadillere ithâf ettim. 
Umarım birçok mübadile faydası olur. Kitapta Kozana'ya bağlı 61 köyde yaşayan 5140 Türk-Müslüman-Erkek nüfusa ait bilgiler bulunmaktadır. Kitabı almak isterseniz eğer sertaccihan@hotmail.com adresinden bana mail atmanız yeterlidir. 


Aşağıdaki fotoğraflar Cemil köy eski Türk mezarları






KAYNAKÇA


-Konya Vilayeti - Niğde sancağı-Ürgüp kazasına bağlı Cemil köyünün eski adları:Zelil,Zalela(Τζαλέλα,Tzalela)-(Zeyl-i-islam;1871(1288)- 1872(1289) ve 1873 (1290)tarihli Konya Vilayet Salnamelerinde Zeyl-i islam) Cemal ve Cemil Köyü olarak yazılıdır.
Köyün adının Cemil olarak değiştirilmesi isteğinin köylüler tarafından teklif edildiğine dair yazı "Konya'nın Zelil köyünün isminin ahali tarafından değiştirilmesinin" talep edildiği (Osmanlı arşivleri -DH.MKT.-1903-66-0-H-18-05-1309) defterde 20 Aralık 1891 tarihli olarak kayıtlıdır.
Köyün adının değiştirilmesi hakkındaki diğer yazılar ise  -Niğde sancağına bağlı Zelil isimli köy adının Cemal olarak tebdil edildiği ile ilgili kayıt (Osmanlı.A.-H-18-08-1309/18 Mart 1892 )
ile
 Niğde sancağına bağlı Zelil adlı karyenin isminin köy ahalisinin talebi üzerine Cemil olarak değiştirilmesi...
( Osmanlı DH.MKT.-1948-37-0-H-14-10-1309/12 Mayıs 1892) 
Niğde sancağı muzafatından Zelil karyesinin Cemil namıyla yad olunması. (Dersaadet 12) (Osmanlı.A.ŞD.- 2592-27-0-H-08-09-1309/7 Şubat 1892)-Niğde sancağında Zelil karyesinin isminin Cemil namına tahvili.( Osmanlı.A.İ..ŞD..-117-7032-0-H-23-09-1309/21 Nisan 1892)-


Yazışmalar sonrası 1892 tarihinde köyün adı Cemil Köyü olarak yazılmıştır.
Anlaşılan yazışmalar 2 yıl boyunca sürmüş.


Türk Ortodoks ve Müslümanların birlikte yaşadığı köyün (1584) Niğde Sancağında : Ürgüp, Zelil karyesi :Müslim nefer:92- Gayrimüslim nefer:75 Tımar kaydı bulunmaktadır.

24 Aralık 2018 Pazartesi

KOZANA CİCİLER-PETRANA KÖYÜ FOTOĞRAFLARI ile SAKIZIN SERZENİŞİ.....

Selam
 "Mübadelenin 85.yılı öykü yarışması" kapsamında, Lozan Mübadilleri Vakfı tarafından yapılan etkinliğe katılan Büşra Akkuş'un  "Sakızın serzenişi" adlı öyküsü aşağıda.....

"-Sakız ağacı- sakız ağacıgiller familyasından bir ağaç türüdür. Sakız Adası ve Çeşme yöresinde yetişir. Dört-beş metre boyunda, her dem yeşil, ağaccık ve çalı şeklindedir. Dişi ve erkek çiçekler aynı bitki üzerindedir. Erkek bitkilerin sakız randımanı, dişillerden fazladır. Tek veya üç-dört kez gövde üzerinde terbiye edilir. Dekoratif görünümü ve hoş kokusu olan bu ağaç, bahçe düzenlemelerinde  sık kullanılır"


Şimdi oldu mu yani yazar kızım! Sen yıllarını ağaçlara,çiçeklere ver, geceni gündüzüne katıp araştır, sonra da benim için bu kırık dökük birkaç cümleyi yaz, bırak.
İlahi yazar hanım! bu bir paragraflık yazı yeter mi beni tanıtmaya? Benim varlığım sizin gözünüzde bundan mı ibaret? Tüm yaşantımı bir kalemde nasıl silersiniz?
Çeşme yöresinde yetişir demişsiniz ama adımı verdiğim Sakız adasından, Anadolu'ya nasıl geldiğimden hiç bahsetmemişsin. Yerden bitmedim ya! Evet efendim, yerden biterim,toprağımı reddedecek değilim. Amma Hacı Memiş Ağa'nın Sakız'dan Çeşme'ye çalışmaya getirdiği Rumlar olmasa, onlar tohumlarımı Anadolu'nun bağrına bırakmasa ben bu toprakları nereden tanıyıp, görecektim.
............

Sakın onu tanımam deme.....Türk kızı Papi......siz sakız ağaçlarına düşkünlüğü sebebiyle ona Sakız Hanım dediniz ama asıl ismi budur. Alaçatı'nın mübadil gelini ......Yastıklarına, nevresimlerine Gülcemal vapurunu işleyen Papi.......çocuklarını, torunlarını "to yelekaki" ninnisiyle uyutan, kahvaltıya kaymako, çaya bastarya pişiren, sakız cananlarını 'Karagözüm' diye seven Papi..... 
Ona Papi demem hoşunuza gitmedi galiba....tamam bende sizin gibi 'Sakız hanım' diyeyim. Tüm isimler gibi bunu da değiştirelim. Ama şunu da sormadan edemeyeceğim. 
Siz ki yazar hanım! söyleyin bana! güle başka bir isim verseniz, gül farklı mı kokar?
Yunan Kandiye'ye Heraklion, Araplı'ya Arapi Virisi  dedi diye, mübadilin  burnunda tütmez mi o toprağın kokusu?


Bahçıvanın kızı Sakız hanım....babası savaşa gitmiş, dönmemişti. Annesiyle birlikte Anadolu'ya gideceklerdi. Mübadelenin başladığı vakit o kadar hastaydı ki; yolda daha da ağırlaşır, kızına birşey olur endişesi ile annesi onu, kardeşi gibi sevdiği, güvendiği Rum komşularına emanet edip gitmişti. Selanik'teki kardeşi daha sonra geçecekti Anadolu'ya......o zaman kadar iyileşir, sonra getirirler kızımı yanıma demişti komşularına.........başta komşular sahip çıkmıştı kızcağıza ama sonra ortalık karışmış, herkes birer birer oradan taşınmaya başlayınca ortalıkta kalmıştı yavrucak.........
Bir zamanlar babasının bahçıvanlığını yaptığı evin müştemilatına sığınmıştı. Bir süre sonra eve Anadolu'dan gelen bir Rum aile yerleştirildi. Yaşlı bir adam, onun yaşlı karısı ve gözlerinde buğulu bir hüzünle, Sayfan.........
,

Sayfan hanım onu müştemilatta baygın halde bulmuştu. Onu evine almış,canına yoldaş etmişti. Alaçatı'yı anlatmıştı.Duvarları kireçle kaplı, pencereleri çivit mavi boyalı iki katlı taş evleri, arnavut kaldırımlı sokakları, çarşısı, Panagia kilisesi, zeytinliklerini, üzüm bağlarını, yel değirmenlerini ve oaralarda bırakmak zorunda kaldığı herşeyi, en çok da sakız ağaçlarını, onların mor-kırmızı-siyah karışımı renkteki ebruli sakız cananlarını...............
Sakız kız da ona bahçedeki çiçekleri tanıtmıştı bir bir.......balkonun kenarındaki  yasemin çiçeği, girişdeki saksılarda beyaz ve mor renkte  camgüzelleri, Anadolu'dan gelip bu topraklara kök salan ana kokusu çiçeği, erguvanlar, hercai menekşeler, mağrur orkideler, nazlı hanımelleri, boylu boyunca evin duvarına tırmanan begonviller.....


Birgün Selanik'ten bir mektup geldi ve ayrılık haberini verdi. Sakız kızın teyzesi onu almaya geliyordu.
Sayfan hanım, Sakız kızın gideceği gün sabah erkenden kalktı. Bahçede yeni doğan günü selamladıktan sonra her bir çiçekten bir tohum alıp işlemeli mendilin içine koyuverdi. Sakız kızı uğurlarken mendili ona verdi "bu çiçeklerin açtığı her toprak senindir!" diyerek onu biraz olsun avutmaya çalıştı.


Selanik'ten Çeşme'ye , Çeşme'den küçük bir kasabaya götürdüler.Gördüğü an tanıdı o kasabayı çocuk aklıyla....Sayfan hanımın  sokak sokak ezberlettiği yerdi......Sakız kız yerleştirildikleri evin bahçesine tek tek ekti tohumları......ilerde olacakları kim bilebilir ki, o nereden bilsin!........
Ama siz yazar hanım!
tüm bunları bile bile benimle ilgili bu sayfayı yarım bıraktınız!
Ne Sayfan hanımın azınlıktan göçmenliğe uzanan hikayesini anlattınız!
Ne de Sakız hanımın Alaçatı'da çektiği sıkıntılardan bahsettiniz!
Görmediniz belki Sakız hanımın kırık aynaya akseden endişeli yüzünü,
Çeşme'de kışın ayazında Rum kiliselerinde sabahlayan mübadilleri duymadınız!
Sakız hanımın teyzesine kan kusturan hastalık orada işlemişti ciğerlerine.......
.......

Ahhh yazar hanım!
Aslında hepsini bal gibi biliyorsunuz da....
Sayfan hanımı bulmak için ne kadar çabaladınız?
Annanemin son arzusu demiştiniz hani.....
Saksıda bodur bir sakız fidesinin Sayfan hanımın mezarına dikilmesini.....
Bu kadar basit değil.....
Anlatmalıydınız evlerinden, yurtlarından, topraklarından koparılan insanların hikâyesini,
oysa siz onları görmezden geldiniz.
Bir bitki kökünden koparıldığında ne olur bilirsiniz.
Peki ya bir insan toprağından, yerinden, yurdundan koparıldığında ona ne olur?
Bunu da bilir misiniz?

                                                                  Sevgilerimle


GÜNCELLEME


GÖÇ KİTAPLARI


4 yıllık emeğimin sonucu olan kitabımı 2018 yılında yayınladım. Vefa örneği olmasını istediğim için ; doğduğu toprakları bir daha göremeyen buğulu,elâ gözlü tüm mübadillere ithâf ettim. 
Umarım birçok mübadile faydası olur. Kitapta Kozana'ya bağlı 61 köyde yaşayan 5140 Türk-Müslüman-Erkek nüfusa ait bilgiler bulunmaktadır. Kitabı almak isterseniz eğer sertaccihan@hotmail.com adresinden veya 05386748294 nolu whatsapp hattından bana  ulaşmanız  yeterlidir. 

















BU BİR MÜBADELE HİKAYESİNİN ANLATILDIĞI RADYO HİKAYESİ

KOZANA HATIRALARI......

Selam Mübadil insanların fotoğraflarıyla birlikte bir mübadele hikayesi anlatımı burada....Bakalım kimlerle ortak hikayelerimiz var?...