13 Aralık 2018 Perşembe

KOZANA SARTAKLI- SPARTO KÖYÜ FOTOĞRAFLARI EŞLİĞİNDE PAPA EFTİM ve ORTODOKS KARAMANLILAR

                                                        

KOZANA SARTAKLI

Saltıklı ya da Sartaklı'dan günümüze ulaşan cumbalı bir Türk evi...



Selam
Geçenlerde 2 dönem muhafazakâr sayılabilecek  bir partinin milletvekilliğini yapan ve vekili olduğu şehrin büyümesinde, gelişmesinde  çok büyük katkısı olan bir vekille tanıştım.
-Biz dedi 
En büyük hatayı Türk-İslâm sentezini savunarak yaptık. Şimdi anlıyorum ki yanlıştı yaptığımız......Hıristiyan Türklerin suçu neydi, dışlandı onlarda böylelikle..... Mesela Gagavuz Türkleri, mesela  Ortodoks Karamanlılar...."

papa eftim fotografı ile ilgili görsel sonucu

                                                         Alıntıdır.

Bir gün size Türk Papa Eftim'i yazmak istiyorum. Ben bu konuyu öğrendiğimde  çok şaşırmıştım. Türk Papa Eftim'in ölümünden sonra  yerine oğlu Turgut Erenerol geçmiş. Alparslan Türkeş'in desteğiyle Hırıstiyan Türk halklarını Türk Ortodoks Patrikhanesi çatısı altında toplamak istemiş. Bu konuda Gagavuzların Cumhurbaşkanı Stefal Topal ile görüşülmüş, olumlu adımlarda atılmış ancak nihai bir sonuca varılamamış.
2007 yılında Türk-Ortodoks Patrikhanesinin adı Ergenekon davasına karıştırılmış ve Patrikhane var olduğu iddia edilen Ergenekon Terör Örgütünün karargahı olmakla itham edilmiş. Patrikhane Basın Sözcüsü Sevgi Erenerol dava kapsamında tutuklanmış, müebbet hapis cezasına çarptırılmış, 17-25 Aralık sürecinin arkasından özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasının ardından serbest bırakılmış.
Sevgi Erenerol'ün Ergenekon hakimlerine söylemiş olduğu şu sözler ancak Türk Milliyetçisi, vatan, bayrak sevdalısı kişilerin cümleleri olabilir.

"Şayet Kurtuluş savaşı zaferle sonuçlanmamış olsaydı; sanık sandalyesinde Mustafa Kemal ve Papa Eftim yan yana olacaklardı. 91 yıl sonra bu operasyonla Türk ordusuna açılan savaşta Türk ordusunun Genel Kurmay Başkanı sanık sandalyesinde oturtulurken onun yanında Papa Eftim'in torunu Sevgi'nin oturtulması bir tesadüf müdür? Asla!
Türk ordusu nasıl ki; Mustafa Kemal'in deyimiyle Türk birliğinin çelikleşmiş iradesiyse, Türk Ortodoks Patrikhanesi de Mustafa Kemal düşüncesinin çelikleşmiş iradesidir. Tekrar ediyorum. Bugün bu salonda Genel Kurmay Başkanımızın yanında olmak benim için şereftir, onurdur, namustur!"
            Yukarıdaki yazı Ümit Doğan'ın Türk Papa adlı kitabından alıntıdır.

Aşağıdaki yazı ise  Sayın İskender Özsoy'un "Selanik'te Selâ Sesi" adlı kitabından ...... bir Ortodoks Karamanlı aileye ait hikâye.......

MÜBADELE ÖNCESİ KÖYLER

"Kaç geceyi uykusuz geçirmişti.
Sabahı olmayan kaç geceyi ezberlemişti ama bir türlü bitirememişti sabahsız geceleri....
Ah o geceler; katran karası, yürek yarası geceler..
ve hep aynı rüyalar....


Bir gece dedesi Dimitris, bir gece babannesi Evsevia
ama en çok da Evsenia..
Babannesi yalağının sol tarafında istavroz olan çeşmeden bakraçla su alıyor, bir koşu iniyor yokuşu göle boca ediyor suyu.....
Sonra kan ter içinde çıkıyor yokuşu, dolduruyor bakraca suyu, iniyor koşarak yokuşu, boca ediyor göle suyu.....
Bir daha
bir daha
En çok bu rüyayı görüyordu katran karası, yürek yarası sabahsız gecelerde.....rüyasından belki kan-ter içinde uyanmıyordu ama her görüşünde etkileniyordu.
"Ninem beni mi çağırıyor acaba?" diye düşünmüyor değildi hani.....



Niye babannesini görüyordu rüyasında ve niye çeşmeyle gölü?
Sırrını uzun gecelerin bir gecesinde ki rüyasından sonra çözdü.
Yine ninesini görmüştü ama bu kez konuşmuştu Evsevia.....
"Pamucak" demişti sayıklarcasına....."Ah vre toprağım" demişti. O geceden sonra Evsevialı rüyalara kendisi de girdi. Bu kez babaannesi yedi yaşının çocuksuluğu ile rüyalarındaydı Despoina'nın....hep gülüyor, oynuyordu.
Kendisi de o yaşlardaydı. Nine-torun Pamucak'ın tarlalarında kâh koşuyor, kâh ip atlıyordu.
Bazen ikisi, bir  dut ağacının dibinde kozasını delen kelebekler gibi İznik gölünün üstünde uçmanın hayalini kuruyordu.
"Söz yayam söz! memleketine, Türkiye'ye gideceğim, bulacağım Pamucak'ı!"
Dediğini de yaptı Despoina Sinanidou Matziari........
.......................
Derbent'in ara sokaklarında "ninem de bir zamanlar buralarda dolaşmış, arkadaşlarıyla oynamış!" diye gezen Despoina'nın köyün Kılkış'lı sakinleriyle buluşmasında hüzünlü anlar yaşanmış. Konuklarının, ninesinin çocukluk çağını bu köyde geçtiğini öğrenenler onunla kucaklaşırken gözyaşlarını tutamadı.
Savaşın getirdiği kaos ortamında çeteler tarafından yakılan Derbent'te, bugün Rumların yaşadığı dönemden kalan tek iz köyün o zamanki zenginlerinden olan Çeşmeci ailesinin yaptırdığı yalağı istavrozlu çeşme.......bu çeşme o kadar yer etmiş ki Pamucaklı Rumların belleğinde, köyden ayrılıp neredeyse üç yıl süren zorlu bir yolculuktan sonra Serez'e yedi kilometre uzaklıkta hiç yoktan kurdukları köye -memlekete- özlemin belki de bağlılığın bir nişanesi olarak Monovrisi yani Tekçeşme adını koymuşlar. 
Ayak bastıkları toprak o güne değin adını bile duymadıkları bir ülkenin toprağıdır.
Yunanistan......
Hiç duymadıkları bir kenttir: Serez.....


"Yayamlar Derbent'ten kaçmak istememişler. Çiftlikleri vardı, iratları vardı. O kadar zenginliği kim bırakmak ister? Köyden ayrılırken yanlarına hiçbir şey alamamışlar. "Döneceğiz!" umuduyla altınları ve bazı değerli eşyaları köyde bırakmak zorunda kalmışlar. Yanlarına aldıkları az miktardaki para ve altın yolda tükenmiş. Pamucak'ta ki o varlıklı aile Serez'de ve sonradan yerleştirildikleri Monovrisi'de çok fukaralık çekip yarı aç, yarı tok günler geçirmiş. Yıllar sonra ancak kendilerine bir ev kurabilmişler. O zor günlerde akıllarında sadece "memleket" dedikleri Pamucak varmış. Hatta dedem Dimitris'in annesi Sultana bohcası hazırda Türkiye'ye gitmeyi beklemiş hep......
Bir gün onu elinde bohçasıyla traktörün üstünde bulmuşlar.
"Türkiye'ye gideceğim!" diye tutturmuş Sultana...bohçasına sıkı sıkıya sarılmış.Onu traktörden zar zor indirmişler.


Bende aklımın ermeye başladığı günlerden itibaren hep bu hasrete tanık oldum. Yedi-sekiz  yaşıma kadar Monovrisi'de ninemin yanında kaldım. O yaşlarda Türkçe'yi iyi bilmiyordum. Ninem hergün defalarca "memleket" derdi, ben pek anlamazdım "memleket'in" ne demek olduğunu......benim Tükçem kıt, onun Yunancası kıt hiç anlaşamazdık. O zaman ninem kızar ve "Hadi vre çekiç kafalı çocuk........" diye yarı Türkçe yarı Yunanca bağırırdı.
..........

Evlendikten sonra yeniden ninemle buluştuk. O zaman daha iyi anladım onu...Artık ikimizde Türkçe konuşuyor, Türkçe anlaşıyorduk. O kadar zorluk çekmelerine rağmen ninemden bir kere bile Türkiye hakkında, Pamucak hakkında kötü bir söz duymadım. Ninem ve diğer Pamucaklılar Mustafa Kemal'i seviyordu. Ninemden çok duydum "Kemal bizi de kurtaracaktı!" lafını....
Pamucaklılar "Kemal akıllı adamdır.Bizim iyi insanlar olduğumuzu, zanaatkâr olduğumuzu anlayacak, bizi Türkiye'ye çağıracak!" diye düşünüyorlarmış.
Mustafa Kemal ölene kadar Monovrisi halkı ondan gelecek haberi beklemiş. Dimitris dedem de "Kemal çok akıllıydı.O Yunan halkını seviyordu" diyordu"

Çekilen acılar bir daha yaşanmasın
                                                                             Sevgilerimle






MEMLEKETTEN VATANA SESSİZLERİN HİKAYESİ

4 yıllık emeğimin sonucu olan kitabımı 2018 yılında yayınladım. Vefa örneği olmasını istediğim için ; doğduğu toprakları bir daha göremeyen buğulu,elâ gözlü tüm mübadillere ithâf ettim. 
Umarım birçok mübadile faydası olur. Kitapta Kozana'ya bağlı 61 köyde yaşayan 5140 Türk-Müslüman-Erkek nüfusa ait bilgiler bulunmaktadır. Kitabı almak isterseniz eğer sertaccihan@hotmail.com adresinden veya 05386748294 nolu whatsapp hattından bana  ulaşmanız  yeterlidir. 







9 Aralık 2018 Pazar

ÇOBANLI KÖYÜ- VOSKOHORİ FOTOĞRAFLARI EŞLİĞİNDE BİR FLORİNA HİKÂYESİ

Selam
Cuma köylü Necati Cumalı'nın "Makedonya 1900" adlı romanından bir bölüm okuyacaksınız aşağıda......
Hikâyenin sonunda vapura İbrahim dedeyi zorla bindirdiler....yaa bindiremedikleri.......

Hikâyenin birinde Yunanistan'da ki köylerinden ayrılacakları gün, 90 yaşındaki Ayşe nine o zorlu yola çıkamayacağını söyleyip çocuklarına onu köyde bırakmalarını söylemiş. "Olmaz!" demişler ama onu ikna edememişler. Bütün köy toplanıp yola çıkmışlar.Küçük torunu son kez nenesine  baktığında, ağlayarak kapısının önünde  oturduğu minderin üzerindeki iplikleri yolarken görmüş. Torunun ömrü boyunca o son kare gözlerinin önünden gitmemiş.......

Evet.....şimdi "Makedonya 1900" .......

"Daha sonraki yıllar, dağlardaki kavgalar arttı. O da götürmez oldu harmanlara beni. Ama ben harmanlarda geçirdiğimiz o geceleri sonradan büyüdükce sık sık anımsadım. Andıkça da yaşarken duymadığım korkuyu duydum. Hemen her gece bir adam, bir müslüman vurulan o dağlarda, yedi yaşında bir çocuğu niye yanında taşırdı? Mavzerini tabancasını hiç göstermezdi bana.Silahı var mıydı? Nerede saklardı? Silah taşımazsa nesine güvenirdi de öyle korkusuz otururdu o yaktığı ateşlerin başında?



Açık açık çözemesem de, çok sonra Rumeli'den ayrılacağımız günler gelince bir yoruma bağlar gibi oldum onun bu davranışını....zaten babamı birlikte olduğumuz yıllarda değil, hep yaşadıkça, onun yaşına geldikçe anladım. 



Kurtuluş Savaşının haberlerini hep Kuran okuyarak, dua ederek izledi. Savaşın kazanılmasından neler beklediğini hiçbir zaman açık açık söylemedi. Fakat Florina'nın, Selanik'in bütün o camili, bağdadi evli, Müslüman Makedonya topraklarının Osmanlılardan kopması çok değil, daha on yıllık hikâyeydi. Balkan Savaşı, İkinci Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı birbirlerini izleyen savaşlardı onun gözünde.


 Yunanlıların eline geçmiş bile olsa Florina'yı Osmanlı kasabası olarak görüyordu hâlâ. Tam kendi bildiğinden başka doğru tanımayan, dik kafalı Rumelililerdendi o..Yenilgiyi hiçbir zaman kabullenmemişti.


 Bana öyle geliyordu ki, çocukluğumda, kendini sahibi efendisi bildiği topraklar üzerinde, başkalarından korkmayı yediremediği için beni yanında sürüklüyordu dağ başlarındaki o ıssız harman yerlerine! Komitacıların kendisine bir zarar vermeyecekleri kanısında olmalıydı. Kasabada sevilen bir adamdı. Nişancı taburunun en gözde subayları arkadaşlarıydı. Kendisine bir şey olursa, subay arkadaşlarının komitacılara  Florina'nın dağını taşını haram edeceklerine inanabileceğini sonraları çok düşündüm.


Lozan Antlaşması imzalanıp da, Batı Trakya Türkleri olarak bizlerin, Batı Anadolu Rumları ile  yer değiştireceğimiz duyunca inanmak istemedi."Olmaz öyle şey!" diyordu. Haber kesinlik kazanınca-
"Ben Florina'dan ayrılmam!" diye tutturdu. "Bre Baba, bre İbrahim efendi, yapma, etme, geçti o günler, unuttun mu üç yıldır çektiklerimizi, Yunanlılar Anadolu'dayken? Ordumuz nerede, hükümetimiz nerede, biz orada.Bize orası yakışır..."  dedik.
Ben söyledim, dostları söyledi, dinletemedik.
Bir yandan yol hazırlıklarımız ilerledi. Bir gün evimizi Bursa'nın yakın bir köyünden gelen görmüş geçirmiş bir Rum ailesine teslim ettik. Yola çıktık.

Babam Selanik'e kadar ağzını açmadı. Trenin penceresinde Makedonya topraklarına dağlara taşlara baktı durdu. Meşe ağacında yüksek arkalıklı bir koltuğu vardı. Selanik'te vapura bineceğimiz gün, yolculukla ilgili işlemleri tamamlarken, yorulmasın diye gümrüğün rıhtıma inen merdivenleri önünde koltuğuna oturtmuştuk onu...koltuğunda yine öyle dalgın, tek söz etmeden bekliyordu. Vapura geçeceğimiz sırada birden iki eliyle kavradı rıhtım merdiveninin parmaklıklarını.....Doksan üç yaşındaydı. Hâlâ güçlü kuvvetliydi. Ben Fehim çavuş, Salih bey ellerini çözemedik bir türlü parmaklıklardan......
"Benim yerim Florina" diyordu. "Ölülerimi kimsesiz bırakamam! Toprağımı bırakamam! Siz gidin, bindirin beni trene, Florina'ya geri döneyim! Florina'da öleyim!"


Vapur kalktı kalkacak, söz anlamıyordu. Zorlukla üç kişi koltuğu yerden havalandırdık, ayırdık ellerini parmaklıklardan.....ayırdık ama ayaklarına felç inmişti. Vapura koltuğunda elden ayaktan kesilmiş olarak bindi. Aklı yerindeydi. Eskisi gibi rahat konuşuyordu. Göçmen olarak Urla'ya yerleştik. Urla'da üç yıl yatağında sılasını yaşadı. Arada kendini tutamadığı sıralarda;
"Ahh! Florina'yı bırakmayacaktım, Florina'da ölecektim!" dedikçe artık gölgelenmeye başlayan bakışlarında cins atlar gibi geniş sağrılı dik omuzlu dağların izdüşümleriyle Makedonya göklerinin ışığı yansır, yüzü bulutlardan sıyrılmış gibi aydınlanırdı......"
                                           Necati Cumalı
                                            Makedonya-1900 adlı romanından......


GÖÇ KİTAPLARI


4 yıllık emeğimin sonucu olan kitabımı 2018 yılında yayınladım. Vefa örneği olmasını istediğim için ; doğduğu toprakları bir daha göremeyen buğulu,elâ gözlü tüm mübadillere ithâf ettim. 
Umarım birçok mübadile faydası olur. Kitapta Kozana'ya bağlı 61 köyde yaşayan 5140 Türk-Müslüman-Erkek nüfusa ait bilgiler bulunmaktadır. Kitabı almak isterseniz eğer sertaccihan@hotmail.com adresinden veya 05386748294 nolu whatsapp hattından bana  ulaşmanız  yeterlidir. 


                                                                            Sevgilerimle













3 Aralık 2018 Pazartesi

KÜÇÜKTEKELER YENİ ADI ANATOLİ FOTOĞRAFLARI İLE ANADOLU'DAN BİR MÜBADELE HİKAYESİ




Kemal Yalçın'ın ödüllü kitabı Emanet Çeyiz'den bir bölüm ile Küçüktekeler köyü fotoğrafları  aşağıda....Küçüktekeler köyünün şimdi ki adı Anatoli yani Anadolu.......
Küçüktekeler köyüne ait  42 isimden oluşan seçmen listesi kitabımda var. Hatta ilk isim olarak kayıtlara geçen 1889 doğumlu Aris oğlu Abdi'nin lâkabı Min abi....... 

Aşağıdaki hikâye ile bağlantısı var mı? yok mu? bilemem ama pek çok şey  ortak......

...................

"Verilen adreste Denizlili Minoğlu soyundan Yanni Minoğlu ile eşi Stelya'yı yapı malzemeleri satan dükkanlarında bulduk. Birkaç kelime dışında Türkçe bilmiyorlardı.
Aleko amca beni tanıttı.Nereden, niçin geldiğimi kendilerini nasıl bulduğumu anlattım. Yanni kalkıp sarıldı boynuma!
"Demek sen bizi aradın! Demek sen Minoğlu'nu aradın?" diyor, bir yüzüme bakıyor, bir boynuma sarılıyordu.
Dedesi Denizli'den gelmiş.Soyadının Rumcaya çevrilmesi istememiş. "Ben Denizlili Minoğlu olarak geldi, Denizlili Minoğlu olarak gideceğim!" demiş.
Yanni'nin soyadı böylece Türkçe kalmış. "Ben Türkçe bilmiyorum, ama soyadım Türkçe!" deyip güldü.
Honazlı Minoğlu soyundan insanları tanıyıp tanımadığını sordum.
"Honaz'da akrabalarımız varmış. Dedem, babam anlattılar. Yollarda gelirken çoğu ölmüş. Honazlı Minoğlu'nun karısı ve Sofya isminde bir kızı Volos'a gelmiş. Birbirimize gider gelirdik. Hepsi ölüp gittiler! Kalanlar oraya buraya dağıldılar.Sadece Sofiya'nın kızının kızı burada yaşıyor. Akşam bize  çağırırım. Buyrun hem yemek yeriz, hemde konuşuruz......"
Davetini kabul ettim Anna sevinçten uçuyordu. Aleko amcanın gözlerinden mutluluk saçılıyordu.
"Ben dedim sana, merak etme buluruz....Çeyizler elinde mi kalacaktı? Babanın kemikleri sızlardı sonra!" diye sevincime sevinç kattı.
Anna "Akşam bende gelmek istiyorum" dedi.
Minoğlu'nun kızlarının çeyiz bohçasını hazırladım. Anna ve Aleko amcayla birlikte hava kararmadan Yanni Minoğlu'nun evine gittik. Yanni'nin kızları Vasiliya, Angela, Nikoleta ve damatları...hepsi şömineli konuk odasında toplanmışlardı.
Yanni:
"işte aradığın Honazlı Minoğlu soyundan Sofiya'nın kızının kızı İrini!" dedi.
"Bende Minoğlu'nun bahçe komşusu Gacaroğlu Mehmet Kemal'in oğlunun oğlu Kemal!"
İrini ile sarıldık birbirimize...deniz mavisi gözlerinden akan damlalar ağaçların özsuyu gibi saf ve berraktı.
Sofiya'yı bulmuşcasına sevindim. Kulaklarımda babamın sözleri çınlıyordu.....
"Senin annanen Sofiya, babamı Karakörpü Savağında suya batırmış.Babam bunu hiç unutmamış.
"Bulursan Sofiya'ya söyle bunu!" demişti ölmeden önce..
Size söylüyorum İrini, babam Safiye'yi yani Sofiya'yı ölünceye kadar hiç unutmamıştı!"
Yemekte İrini ile yanyana oturduk. Anna karşımızda, can kulağı ile bir beni, bir çevirmenliğimizi yapan Aleko amcayı dinliyordu.
İrini'ye Sofiya'yı, Minoğlu'nu sordum:
"Ben Sofiya'nın kızı Stella'nın kızıyım. Savaşlardan sonra doğmuşum.Adımı İrini koymuşlar, yani barış....Sofiya ninem 1980'de 70 yaşında öldü. Annem Stella 1988'de vefat etti. 53 yaşındaydı. çaresiz hastalıktan kurtulamadı. İki kardeşiz. Ağabeyim Hristo Atina'da yaşıyor. Ben tarih öğretmeniyim. Ninem, annem çocukluğumda başlarından geçenleri anlatırlardı. Dedemiz Minoğlu dönememiş buralara! yıllar geçti unuttum duyduklarımın çoğunu...unutmak istedim. İki çocuğum var, anlatmıyorum duyduğum kötü olayları...kinle beslemek istemiyorum çocuklarımı! Sofiya ninem kötü olaylardan çok güzellikleri iyi insanları anlatırdı. Bak aklımda ne kalmış. Kiraz bahçeleri varmış...sular akarmış her yerden...bizim oranın kirazları! bizim oaranın meyveleri!der dururdu.Çok görmek istiyordu memleketini...anneme "Ben gidemem,sen git gör!"derdi. Ne ninem, ne de annem göremeden ölüp gittiler!"
.........
Yemekten sonra oturma odasına geçtik. babam ve annemle birlikte yerleştirdiğimiz çeyizleri bir bir bohçadan çıkardım. Masanın üstüne koydum.Öyküsünü anlattım:
"Annem şitare ipekli yorganı Fatma isminde Yunanistan'dan Honaz'a gelen yoksul bir muhacir kızına çeyiz olarak vermiş. Bazıları da erimiş. Dedem "Dönüp gelirler bir gün! Emanet çeyiz kimseye verilmez! Ahlı çeyiz hiçbir kızın yüzünü güldürmez! diye saklatmış. Dedemin babama, babamında bana vasiyetiydi. Sizler dönüp gelemediniz....ben geldim. Buyurun emanetinizi! Buyurun Minoğlu'nun kızlarının çeyizini......."
İrini birini koyup, birini alıyor, kokluyor,yüzüne sürüyordu.....
"Demek ki bunlar Sofiya ninemin çeyizleri! Tanrım! Bu nasıl bir güzellik, nasıl bir insanlık böyle!"
Yanni bir eline güvüllü ipek göyneği, öbürüne ipekli gelin başlığını almış, gönlünün çok derinlerinden gelen sözcüklerle konuşuyordu.
"Bir mendil bile getirseydin, altından kıymetli olurdu bizim için! Sen çeyizleri getirdin, kalbimizin tamamını götürüyorsun!"


MEMLEKETTEN VATANA SESSİZLERİN HİKAYESİ
4 yıllık emeğimin sonucu olan kitabımı 2018 yılında yayınladım. Vefa örneği olmasını istediğim için ; doğduğu toprakları bir daha göremeyen buğulu,elâ gözlü tüm mübadillere ithâf ettim. 
Umarım birçok mübadile faydası olur. Kitapta Kozana'ya bağlı 61 köyde yaşayan 5140 Türk-Müslüman-Erkek nüfusa ait bilgiler bulunmaktadır. Kitabı almak isterseniz eğer sertaccihan@hotmail.com adresinden veya 05386748294 nolu whatsapp hattından bana  ulaşmanız  yeterlidir. 

                                                            Sevgilerimle



BU BİR MÜBADELE HİKAYESİNİN ANLATILDIĞI RADYO HİKAYESİ

KOZANA HATIRALARI......

Selam Mübadil insanların fotoğraflarıyla birlikte bir mübadele hikayesi anlatımı burada....Bakalım kimlerle ortak hikayelerimiz var?...