2 Eylül 2015 Çarşamba

ORTADOĞU-TÜRKİYE-MİDİLLİ HATTI


Onlar; Hırıstiyan- yaşlı- modern batının, Müslüman-genç- doğulu köleleri.....
İç karartıcı ülke gündemimizin ardından bazen haberlerde kısacık; 
-Ege denizinde bilmem kaç tane kaçak, Yunan adalarına geçmek isterken Sahil Güvenlik botu tarafından yakalandı.....
-Boğulan kaçaklar denizden çıkarıldı diye haber veriyorlar ya...işte bu haber, hiç böyle azımsanacak türden bir haber değil...
Gördüğümüz kadarıyla, büyük organizasyonlarla gerçekleştirilen, büyük çapta bir olay....


MİDİLLİ MÜLTECİ


MİDİLLİ

 İnsanlık dramı var şu anda bu üçgende....
basiretsiz liderlerinin ateşin kucağına ittiği insanlar onlar....hayatın sıfır noktasındalar....bazılarının üstlerinde sadece kıyafetleri var, bazılarında ise;bir naylon torba..o kadar...

İNSAN KAÇAKÇILIĞI

Yukarıda gördüğünüz şehirler arası bir yol...mülteciler güneş batar batmaz yürümeye başlıyor,sabaha kadar yürüyorlar.


Türkiye'de balon satışlarında patlama yaşanıyormuş bu aralar..... neden diye araştırdıklarında ortaya ne çıkmış dersiniz....deniz yoluyla kaçacak olanlar balonun içine parasını ve cep telefonunu koyuyormuş da ondan....

Şehirler arası yollarda sürekli yürüyorlar..ilk gün nereye gittiklerini biliyorlar mı acaba diye düşünmeden edemedik..Birkaç gün sonra anladık ki; Mitilini'ye gelmeye çalışıyorlar.Gümrük burada...Mülteciler deftere burada kaydediyorlar. Evraklarını burada alabiliyorlar. Sağda solda  patlamış zodiac botlar, turuncu can yelekleri var.  

Türkiye'de yaşayanların aksine dilenmiyorlar. Paraları var. Midilli ekonomisini canlandırmışlar.Kafasını kullanan Yunanlılar zengin olmuş....o ka yani...


İNSAN KAÇAKÇILIĞI


Topluca yaşadıkları yerler var...Arabalarına yiyecek,içecek yükleyen Yunanlılar burada satış yapıyor.



İNSAN KAÇAKÇILIĞI

Burası gümrüğün yan tarafı


MÜLTECİLER

Yerel feribotlardan bilet almaya çalışıyorlar.Alabilenler 3.sınıf insan olarak, feribota binip Atina'ya doğru yola çıkıyor.Aklıma Titanic filmi geldi, aristokratlar üstte, avam takımı altta yolculuk yapıyordu ya sonrada batarken sandallara alınmamışlardı:(            yıllar geçiyor ama değişen hiçbir şey yok bu dünya düzeninde 
Aynı tas, aynı terane..sadece köle yapılacak insanlar farklı

İNSAN KAÇAKÇILIĞI

Mitilini'ye yanaşan feribotlara binebilmek için çabaları inanılmaz....nefes nefese koşuyorlar.
iNSAN KAÇAKÇILIĞI

İnsanlık onuruna aykırı olarak her yerdeler
Araba kullanırken çukurlara girmemek için uğraşırsın ya burada da mültecilerin ayaklarını ezmemek için dikkat etmek zorundasın.

MİDİLLİ

Biz dönüş için feribota binerken, 15 kişilik küçük bir grup yakalanmıştı. Botları batmış, içlerinden biri boğulmuş indirmişler yaşayanları tek sıra halinde dizmişler, giysileri ıslak...bir kadın var içlerinde utanç içinde kapatmaya çalışıyor elleriyle üstünü... biz dehşete kapılmış şekilde onlara bakıyoruz, onlarda bize bakıyor utanç içinde....Önümüzden geçiriyorlar boğulan arkadaşlarını onlarda hiç tepki yok....alışmışlar...öleni düşünüyorum....Neler yaşa gel, bilmediğin bir denizde öl, bilmediğin topraklara gömsünler seni.... geride kalanın varsa eğer, sana ne olduğunu hiçbir zaman bilemesin başında dua okuyanın olamasın.....
MÜLTECİLER

Onların "Ya İstiklal Ya Ölüm" diyen bir Ataları yok tabii ki....Memleketlerinde iktidarda bulunanlarda; gaflet,dealet ve hıyanet içinde bulunduklarından dolayı, fakirlikle yollara düşmüşler nereye gittiklerini bilmeden..... gördüklerimiz hep gençti.Anlaşılan anne-babalar çocuklarını kaostan,savaştan kurtarmak için paralarını denkleştirip  göndermişler.

Burada gördüklerimden sonra anladım ki; korkunun iki çeşidi varmış...
Ya  korkuyla hiç  tanışmamışsındır o yüzden korkmazsın...
Ya da dibine kadar korkuyu yaşadığın için artık hiçbir şeyden korkmazsın....kaybedecek bir şey yoktur çünkü.....Yaşamak (buna yaşamak denirse artık) için ölümü göze almaktan başka....

30 Temmuz 2015 Perşembe

KABUSUMUZ OLDUN ASPİRİN





Kabus gibi başlayan ve hala devam etmekte olan kötü bir haftadan herkese selam......
Bayram tatilini annemlerle birlikte, Akçakoca'da geçirdik. Ardından annemi Kdz.Ereğli'ye kardeşlerinin yanına bırakarak, Ankara'ya işimizin başına döndük...Perşembe günü öğlene doğru ani gelen bir telefonla annemin market rampasından inerken ayağının kayarak düştüğünü, kalçasını kırdığını hastaneye kaldırıldığını öğrendik. Apar topar yola çıktık. Dört saat sonra Ereğli'ye vardık. "Femur boynu kırığı" teşhisi ile yatıyordu. Ereğli küçük bir ilçe olduğu için donanımlı hastane bulamayacağımızı düşündüğümüzden, amacımız annemi alıp Ankara'ya götürüp orada ameliyat ettirmekti fakat ne mümkün.....Hastaneye ulaştığımızda annem acılar içinde kıvranıyordu....değil Ankara'ya getirmek, kıpırdatmak mümkün değildi...çaresiz orada doktoru ile konuşarak ameliyat olmasına karar verdik. Olay perşembe günü oldu biz hemen ameliyata alınacağını düşünürken, doktorunun; annemin düzenli olarak 100mg coraspirin içtiğini, piyasadaki her ilacın nötrleştiricisinin bulunduğunu, fakat aspirinin nötrleştiricisi olmadığı için; kanama riskinden dolayı Pazartesiden önce kesinlikle ameliyat edemeyeceğini söylemesiyle sıkıntılı günler başladı. Benim yerinde duramayan, her işe yetişen zavallı annem,  dört gün boyunca  yüksek dozda ağrı kesicilerle (sanıyorum ilaçların büyük bir kısmı morfindi) bekletilmeye başlandı. Artık sabrı tükenmeye başladığında, pazartesi sabah ameliyata alındı. Ameliyatı sevgili doktoru Op.Dr.Recep ERDOĞAN ve ekibi sayesinde gayet güzel geçmiş, fakat sırt üstü kıpırdamadan yatmaktan fenalık geçiren annem ve bizim için sıkıntılı günler hala devam ediyor. Emboli riskinden dolayı taburcu edilmedik. Bekliyoruz... :((
Kdz.Ereğli Devlet Hastanesi 5 yıldızlı otel konforunda, alet edavat tam takım şahane bir hastane...Doktorlar, hemşireler, yardımcı elemanlar herkes çok ilgili...Özellikle anneme bir evlat şevkatiyle yaklaşan annemin sevgili doktoru Sayın Recep Erdoğan'a çokk teşekkür ederim.Hemşirelere ve ameliyat ekibine ayrıca çokk teşekkürler ..Sizler orada çok büyük bir başarı yakalamışsınız. Emeğinize sağlık......bir hastanın doktoruna güvenmesi, sevmesi apayrı bir duygu.....Artık sağ salimen evimize dönmek istiyoruz. Bu arada Sağlık Bakanlığından nakil için ambulans isteyeceğim. Bakalım nelerle karşılaşacağım...Onu da ayrı bir yayımında anlatırım...O kadar Suriyeli, Kuveytli,Iraklı  ambulanslarla Ankara'ya taşınıyor..Bakalım aynı ilgiyi bizde görebilecek miyiz?
Ülkemin gündemi toz duman....Bu hafta anneler şehit olan evlatlarının acısıyla yanıp tutuşurken, bende annemin gözümün önünde çırpınmasına, yardım dileyen, dolu dolu gözlerine bakmamak için; ne konuşsam napsam diye düşünerek geçirdim.
Annem aspirini kalp doktorunun tavsiyesi ile kullanmaya başlamıştı. Bizde kullanırdık. Ben aspirinin bu kadar tehlikeli olduğunu hiç bilmiyordum... çok acı bir tecrübe ile öğrenmiş olduk....Umarım bir an önce gelmiş geçmiş olsun....
Kanı sulandırmak mı iyi sulandırmamak mı anlamadım gitti....Kalp krizinden ölmeyiz belki ama ameliyata girmemiz gerekirse eğer iç kanamadan gidebiliriz.
Bizim yaşadığımız bu acı tecrübeyi anlattığım bu yayın umarım birilerine faydalı olur. Herkese iyi geceler...sevgiler...

15 Temmuz 2015 Çarşamba

NAİL DEDEMLE BİRLİKTE RAMAZAN BAYRAMI MESAJIMIZ....


Benim çocukluğumda Ramazan yine yaza gelmişti. Ramazan ayının özelliği, sahurda; akşamdan yoğurulan ve  mayalanmaya bırakılan hamurundan pişi yapılır,  üşenilmez pişiler kızartılırdı. Bir gün pişi, bir gün soğan, ertesi gün kabak böreği, ertesi gün ekmek balığı, tereyağı, yumurta....yanında mutlaka taze toplanmış biber,domates, maydanoz, nane, tarhana çorbası....  dört dörtlük sofralarda sahur ve iftar yemekleri yenirdi hep beraber...Oruç tutsanız da, tutmasanız da mutlaka herkes sahura kalkar, niyetlenenler ertesi gün oruca devam eder, niyetlenmeyenler oruç tutmazdı. Çocuklar öğlene kadar tekne orucu tutardı. Ben uykudan gözümü açamazken, herkes cin gibi kadınlı-erkekli oradan oraya koşturup,masayı hazırlamaya çalışırlardı. Evde tam bir demokrasi ve iş bölümü vardı. Babaannem ve Dedemle aynı evi paylaşırdık. Fakat aile büyüklerimiz bile, köşelerinde oturmaz kalkar, bir işin ucundan mutlaka tutarlardı. Nihayetinde sahur sofrasına geçildiğinde çocuklar hariç; tüm yetişkinler, günlük kıyafetleri ile masaya otururlardı. Asla sofraya pijamalarla oturulmazdı. Bu durum mübadil Atalarım tarafından  "sofraya saygısızlık" olarak nitelendirilirdi. Hele Rahmetli Nail dedem, gömleğini giyer, kravatını takar öyle otururdu sofraya....Çokk yaşlandığında, küçük küçük adımlarla yürümeye başladığında bile, pantolonunu giyemese de; gömlek ve kravat ile sahur sofrasına oturmayı hiç bırakmadı.Hala hayallerimde altında Sümerbank çizgili pijaması, üzerinde gömlek ve kravatı ile hatırlarım. Abimler takılırlardı dedeme bazen...- ee dede şimdi hiç oldu mu! nerde kaldı sofraya saygı? Altında pijama, üstünde gömlek-kravat derlerdi de hiçç istifini bozmaz oğlum masaya gözüken taraf derli toplu derdi  boş ver sen masanın altında kalan tarafı...:)))) nur içinde yatsın... 
Ananem anlatırdı....Mübadiller için  bayram temizliği  yapmak kireçten badana yapmak anlamına gelirmiş o zamanlar... her yer elden geçermiş..Evin içi-dışı her yeri boyanır miss gibi bembeyaz olurmuş.Toprak ev değilmiş ki bizimkilerin evleri, kümeslerinin bile kiremitli çatıları varmış..Ne yazık ki yağmur yağınca başlarına yıkılan toprak evleri burada görmüşler.  

Benim çocukluğumda bayram şekeri yerine her gelene sofra açılır, yemek verilirdi. Öyle şekerle misafir mi ağırlanırdı? çok ayıptı çokkk..Yemek ısrarı zaten o ayrı bir mesele yani...Israr karşısında yememen söz konusu olamazdı.Tok olsan da 1-2 lokma bir şeyler yiyeceksin.Yoksa ev sahibine karşı büyük saygısızlık işlersin. Kahvenin yanında verilen nane ya da gül likörleri vardı. Minik minik incecik cam bardaklarda sunulan yeşil, pembe.... mutfakta gizli gizli tadına baktığım, gözlerimi yuvalarından çıkaran, boğazımı yakıp geçen.... :)))) Mendiller vardı...Kenarları işlemeli...İçine para koyup çocukların ellerine tutuşturulan....Yatağımın başucuna bayram ayakkabılarımı koyarak uyuduğum günler ne güzeldi. Her Ramazan bayramı annem yalvarırdı zavallıcık....Kızım, arkadaşlarınla  komşulara git, hem bayramlarını kutla,hem de şeker topla diye...Bin bir naz-niyazla çıkar sonra da akşama kadar dönmek bilmezdim. Herkesin evinde zaman geçirip yer, içer şeker komasına girmeden de geri dönerdim. Bizim kızı kestiler mi? tecavüz ettiler mi? diye annemde, "şimdiki anneler" gibi hiçç endişelenmezdi. Dönüp dolaşıp sağ salim geleceğimi bilirdi. Şimdi nerdeeee şeker toplamaya çıkan çocuklar, ölü çocuklar olarak annelerine geri dönüyor. 
Ne kadar güzel değerlerimiz var aslında  (-mış demek istemiyorum) değerlerimiz yozlaştırıldı, burun kıvrılmaya, beğenilmemeye, devam ettirenler köylülükle suçlanmaya başlandı. Annenin-babanın elini öpüp, bayramını kutlamak yerine, tatile gitmek matah bir şey sayılmaya başlandı. Tatile herkesin ihtiyacı var. O zaman bayram tatillerine annelerinizi-babalarınızı da götürün..."Dört atanın hakkı birdir der annem..." 3 nesil bir arada...çok eğlenceli olur :))))ee azıcık ta sabretmeyi bileceksiniz artık :)))....herkesin birbirinden öğrenecek o kadar çok şeyi var ki aslında...farkına varılır belki... diye düşünüyorum.
Hepinizi çokkk seviyorum herkese iyi bayramlar 
                                                                    Sevgiler  

BU BİR MÜBADELE HİKAYESİNİN ANLATILDIĞI RADYO HİKAYESİ

KOZANA HATIRALARI......

Selam Mübadil insanların fotoğraflarıyla birlikte bir mübadele hikayesi anlatımı burada....Bakalım kimlerle ortak hikayelerimiz var?...