15 Haziran 2015 Pazartesi

BEN KÜÇÜKKEN.........


Ağlayan bebek

Annesi o kadar zevkli kadındır ki kısçesini süsler püsler..kolyesi bileziği hiç eksik olmaz ama o şımarıklıktan ağlar duru......öylesine tombalak bir bebek işte..




Sevgili Deep'ten gelen "Ben KÜÇÜKKEN "mimi geçte olsa başlıyorrr.....
Aslında hikaye şeklinde yazılanlar en sevdiğim mim şeklidir.  Sorulu olanlar pek benlik değil :(   
Aramızdaki yaş farkı; biri 8, biri 10 olan iki abi ile büyüyen,  o ara ailede, mahallede hiç bebek olmadığı için el bebek gül bebek büyütülen, eğer bende erkek olsaymışım kız çocuk almak için yuvaya başvurulacağı sık sık dile getirilen ( bu yüzden kendini uzun yıllar pek mühim bir şey sanan), çok rahat büyüdüğü için fazla gereksiz cesareti olan (bazen o cesurca adımları attığında abovvvv bunu ben neden yaptım diye korkan)  biri işte.....

Küçük bebek

Bebekliği-çocukluğu çok güzel yemyeşil bahçe içinde Ankara meteoroloji lojmanlarında  bahçe sulayarak, mübadil dedesi ile domates, biber toplayarak geçiren....
O zamanlar her hayvana bayılan, özellikle kedilerle çok iyi anlaşan....."pamuk" isimli bembeyaz kedisini abisinin arkadaşı Volkan uçurumdan attığı için hala içi yanan ve onu hiçbir zaman affetmeyen.....

Sertaç


küçüklüğüm

bahçelerinde özel salıncağı  olan bütün gün bahçede yaşayan, bu arada bir gün kümese girip uyuyakalınca bitlenen  saçları sıfır numaraya vurulan, yemek masasının altında yastıklarla kendine ev kuran burada bebekleriyle evcilik oynamaya bayılan,annesinin gazabından kurtardığı bebekleri hala saklayan...


Doğumgünü

Kendini bildi bileli doğum gününü mükellef sofralarla cümbür cemaat kutlayan (şimdilerde kendisi hazırlamaya  üşenen)

 Şu iki kuyruk saçları var yaaaaaa lise 1'e kadar annesi tarafından zorla yapılan,  bu saç modeli yüzünden (birde bunun örgülüsü ve tam toplanmışı vardı ) kavga kıyamet evden çıkmasına rağmen, iyi huyundan dolayı  yolda saçlarını açıp rüzgarlara savurmak bir türlü aklına gelmeyen saf....



Sertaç

Okula giderken rontların tamamında oynayan.....

Hep sarıdır elbiselerim
Ben bu rengi pek çok severim
Sonbaharı cicim çok sevdiğim için
Hep sarıdır elbiselerim :)))))
laylalayla laylalayla......



Küçüklüğü



İlkokulda folklorcu-türkücü olmaya hevesli....bu aralarda keşke devam etseydim diye ara ara düşünen bir çocuk.....

Hey Ağrıdır Ağrıdır yüreğim yaralıdır
Yüreğim yaralıdır
Ağrı dağından uçtum çayır çimene düştüm
Ne belalı başım var vefasız yare düştüm....
                                                                               Sevgiler



4 Haziran 2015 Perşembe

ÇORUM'DAN CEVAP GELDİİİİİİİ......



Selam
 Ben bu bilgi edinmeyi kullanmayı  seviyorum.......Bildiğiniz gibi  iki hafta önce bir köy gezisi yapmak üzere  yola çıkıp balçıklarla, uçurumlarla sınanarak  zar zor köyü bulduğumuzu  TABELA YOK MU TABELA   yazımda anlatmıştım...ve gerekli yerlere bildirdiğimi yazmıştım....İşte Çorum İl Özel İdareden cevap geldi....Takmışlar...Yazıyı bana da bilgilenmem için göndermişler. Memnun oldum..Eksik gördüğümüz her şeyi bildirelim bence arkadaşlar ölmez sağ kalırsanız bayağı işe yarıyor....:))) 
                                                                               Sevgiler








26 Mayıs 2015 Salı

TABELA YOK MU TABELA.....


İŞARET LEVHASI

Selam...
Ailecek bu hafta sonu, doğal ve çok riskli  off road rallisinden çıkmak ne demek anladık...Kabus görürsün, uyanmak istersin ama bir türlü uyanamazsın, uyanamadığın gibi kabusta bitmez....gözlerini açabildiğinde şükredersin ya...işte öyle bir şey...

Cumartesi rutin işler işte....Çamaşır, ütü, bitmemiş bahar temizliğinin son rötuşları halledildi. Kuru temizlemeden mantolar-montlar alındı. Yıkanan-kuruyan yün-pamuk yastıklar halaça götürüldü.(Erkan Topuz hocam; yastık, yorgan ve yatakları (yatak mümkün değil de :))) pamuk ya da yün kullanın der...Vücudumuzda ki elektriği alırmış...(Doğru bence de) Evdeki bütün yeni nesil( mikrofiber,silikon, v.s) yastık,yorgan hepsi gönderildi.Geleneksel hale dönüldü.) Kabak böreği yapıldı ve yaz aylarının efsanesi limonata yapıldı.O kadar çok iş, bir güne sığdırıldı ki akşam bel ağrısından yine yatılamadı...falan filan... 

Yani  cumartesi her şey olması gerektiği gibiydi....
Pazar günü  planımız ise; yoğun baskılarım sonucu gerçekleşen Ananemin babası İzzet dedenin mübadeleden sonra yerleştirildiği  köy olan Çorum'un Boğazkale ilçesinin Çarşıcuma köyünü ziyaret etmekti... 

İnsanlar plan yapar, kader gülermiş.........

Pazar günü çocukların dershanesi de yoktu hep beraber saat 8'de evden çıktık. Çorum-Ankara arası yaklaşık 2 saat...Mustafa'ya kalsa 6'da çıkmıştık ama sabahın erken saatinde insanları uyandırmayalım diye diye 8'e kadar oyalayabildim.... Çıktık yola...gayet güzel, dümdüz  bir yol..Sağa sola baka baka, leblebi yiye yiye geldik Sungurlu'ya.... Telefon navigasyonu hostesi ben.....gidiyoruz....ne güzelde tarif ediyordum oysa ki...Taa ki benim eş; benzin istasyonunda ki çalışanlara soracağım ben diyene kadar.....Neyse sorduk adamcağız bi güzel tarif etti.Sağa dön, Beşkız köyünden devam et, sapak falan yok, işte orada.... Bir de  sizin ne işiniz var o köyde...gidin ama kimseyi bulamazsınız ki  dedi....Şöyle bi baştan aşağı süzdü, garip garip baktı...Çocuklar dalga geçmeye başladılar benimle tabii....Türlü türlü uydurdukları hobbit,sapık,uzaylı  efsaneleriyle Beşkız köyü ayrımına geldik. Sağda 2 köy ismi, direk giden yolda tabela falan yok...Neyse bir tane tabela var.....daha  bu iyi saatlerimiz.....Döndük yine emin olamadık yakaladığımız köylüye soruyoruz...Bu yol "Çarşıcuma'ya gidiyor mu? diye dudak büküyorlar anlaşılan bu köyü bilen yok deyip devam ediyoruz. Yol engebeli,kıvrıla kıvrıla yukarı doğru devam ediyor bende bir duygusallık... 
-Benim ananecim nasıl yürüdü bu yolları daha 13 yaşında,kardeşleri Osman 3, Mümine 1 yaşında....
  annane.... annane.....bağırıyorum falan :)))))

Yukarı Beşkız mahallesine (Mahalle dediğime bakmayın köy köy....  hani 2012'de çıkarılan Büyükşehir belediye yasası var ya mücavir alanı genişleten :) taaa nerde ki köyü bile büyükşehire devreden) geldik.Yol boyunca hiççç rastlamadığımız tabela bu yol  ayrımında da yok.... Orada büyük bir hata yaparak çocuklara sorduk. Eliyle aşağıyı gösterdi buradan gidin dedi...Girdik o yola ama o kadar tepedeyiz ki elimizi uzatsak bulutlara dokunabilecekmişiz gibi...Dün bu dağın rakımını bilmiyordum bugün baktım; tepesinde gezdiğimiz Aygar dağı rakım 1650..... resimler çektik, öz çekimler falan....  miss gibi bir hava aşağıdaki vadiler bile sis içinde.... laylaylom hayat.....

Saat 11... Uyduruk silinmiş bir tabela koymuşlar 12 km gösteriyor. Köye ulaşmaya az kaldı diye seviniyoruz. Tekrar arabaya bindik.Yol yok zaten....sanıyorum orman bekçilerinin kullandığı, gelip geçerken kendiliğinden oluşmuş bir yol... o kadar çok yağmur yağmış ki; yol balçık çamur, yolun bazı kısımları o kadar dar ki bir teker boşlukta gidiyoruz...sağ taraf uçurum, sol taraf dağ..Her dönemeç daha da darlaşıyor.Tekerlekleri çamur kapladı araba patinaj yapacak diye ödümüz patlıyor. Cep telefonları çalışmıyor. Uçuruma yuvarlansak ne zaman bulurlar Allah bilir....Bu arada bizim burada olduğumuzdan  kimsenin haberi de yok...Nerede arayacaklarını bile bilemezler... bende panik tavan..yüreğim ağzımda.. benim yüzümden diye özür diliyip duruyorum....Melis ağlamaya başladı...Eşin rengi attı....Şakak damarları atmaya başladı. En çok eğlenen Doruk...Ben böyle bir durumu hayatta yaşayamazdım...Çok eğlenceli diyip duruyor.Babasına güveniyor tabii....Bu dağdan inme işi yaklaşık 1 saat sürdü...12 km 1 saat....Bu 12 kilometreyi nasıl hesap edip koydularsa artık oraya.....
Aşağıdaki köye vardığımızda, kilitlenmiştim ben...Ben vazgeçtim artık istemiyorum Çarşıcuma'yı görmek geri dönelim diyorum ama Eş beni dinlemiyor...Ben bu köyü bulmadan buradan gitmeyeceğim... diyor...Mücadeleden asla vazgeçmez. Bu sefer telefonun gösterdiği yola yöneldik. Yine tabela yok sağda solda gördüğümüz tarlada çalışan köylülere sorarak ilerliyoruz. Yine tırmanmaya başladık ama bu kez yol stabilize.....bir baraj yapmışlar da onun hatırına herhalde...Çıktık yine zirveye...Dolanıyoruz dolanıyoruz...Bu dağda sürekli yol ayrımları var ve  bir tane tabela yok her neyse köylülere sora sora köyü bulduk...Saat 15.00.....

Zavallı, kaderine terk edilmiş bir köy...Ne yol tabelası var ne de girişinde bir tabela...İnsanları unutulmuş....yazık çok yazık...
Niye bu ülkede insan hayatı çok ucuz..Neden insanlara hak ettiği değer verilmiyor.Niye kimse işini doğru-düzgün yapmıyor. 2 tabela koymak, o dağın girişini çitle kapatmak,uyarı levhaları asmak bu kadar zor mu?

Bu memlekette işini doğru yapan,öngörülü insan yok mu? Daha geçen gün Sivas'ta 5 kişilik bir aile yok olmadı mı?
Yolun sonu gölete çıkıyor.....



Çorum İl Özel İdareye bu durumu bildirdim. Sonucunu bekliyorum..Cevaplarını aynen yayınlayacağım.
                                                                              Sevgiler

YOL TABELASI


5 Mayıs 2015 Salı

BAHAR GİBİ TAZE OLALIM...HIDIRELLEZ...

 Selam
Bugün Hıdırellez...Kendimi bildim bileli 5-6 Mayıs tarihlerinde Hıdırellez için mutlaka bir şeyler yaparım. Atladığım olmamıştır. Bizler için Hıdırellez'de yapılanlar, olağan bir ritüel.... 
Türk Dünyası için kış mevsiminin biterek, yaz günlerinin başladığını müjdeleyen Hıdırellez 5 Mayıs'ta başlar, 6 Mayıs gece yarısına kadar devam eder. Mübadiller Hıdırellezde;
*Niyet çömleklerini hazırlar, manisini, niyetini yazar bu çömleğin içine atar, çömleği gül ağacının dibine yerleştirirmiş. Ertesi gün çömlek açılır, dilekler okunurmuş. Eğlenirlermiş. Bu olaya "Mantıfar çıkarma" denilirmiş.
*Çimenlerde yuvarlanıp, salıncakta sallanmakla günahların döküleceğine inanılırmış.
*Sabah ezanında uyanamayanların kapı kolları sarmaşıkla bağlanırmış.Cezaları bile güzel be yaa...:))
*Hıdırellez leylak mevsiminde olduğu için, evin annesi uyuyanları leylakları yüzlerine dokundurarak uyandırırmış....Bahar gibi taze olsunlar diye.....
*Genç kızların gelin sandıkları açılır, bereketli olsun, mutlu bir evlilik yapsın diye havalandırılırmış...
*Sabah ezanında çıkılıp, 40 tane kabarmış karınca yuvasının üstündeki topraktan bir tutam alınır, minik bir kutuya konulurmuş ya da minik bir kumaş parçasına konulup dikilir ve yanında taşınırmış.. Kazancın bereketli olsun diye....Dip not eklemek isterim....Annem sayesinde yıllardır deneniyor. Kesinlikle tavsiye edilir.
Dileklerimizin kabul olması, geleneklerimizi yaşatmamız ve unutmamamız dileğiyle...Sevgiler

27 Nisan 2015 Pazartesi

MÜBADİL ŞEHİRLER-NİĞDE GEZİSİ 2.GÜN

Niğde gezisi 2.günden herkese merhaba......
Kahvaltıdan sonra Niğde kalesine doğru yola çıktık. Kaleye gelmeden sol tarafta  Sungurbey camii bütün ihtişamıyla bizleri karşıladı.... 




Sungurbey Camii İlhanlılar devrinde Niğde Valiliği yapan Seyfettin Sungur Ağa tarafından 1335 yılında yaptırılmış.



Ardından kaleye çıktık. Sol tarafta Alaaddin Camii ve muhteşem kapısı var. Kapının üzerinde gülümseyen taç başlıklı bir kadın yüzü vardı. İşlemelere hayran hayran bakarak kaleye doğru uzaklaştık. Dönüşte  öyle bir gölge ile karşılaştık ki hayran kaldık. Başı önünde bir Türkmen kızı gölgesi bizi uğurluyordu. Camii 1223 yılında yaptırılmış. Tek kelime ile büyülendik.. Akıllarına emeklerine sağlık. Nur içinde yatsınlar...Yüzyıllardır devam eden bir gösteri var bu camii de.....Görmeden ölmeyin demek istiyorum.... :)))
O ka yani.....:))


Alaadin Camii'nde tanık olduğumuz resmi bakın Ressam Bahtiyar GÜLSOY nasıl anlatıyor....
"Bu caminin üzerindeki bu resmin taşları yukarıdan aşağı sıraya doğru başlama sırasına göre çok müthiş derecede simetrik bir planı var. Bu simetriden de anlaşılmaktadır ki, bu iş bir mimar işidir. Herhangi bir taş ustasının yapabileceği bir şey değil. Bunun yanı sıra taşları saydığımızda tam 40 adet taş kullanılarak yapılmış bir eser.
Bu eser bana göre dünyada eşine rastlanamayacak bir eserdir. Buradaki olay tamamen gölge ışık oyunudur.
 Bu gölge ve ışık, günün belirli saatlerinde 09.30 ile 11.00’da meydana gelir. Bu saatlerde güneş ışınlarının buraya yansıması ile o desenlere düşen gölge izlenimleri bu resmi ortaya çıkarıyor."
Ben diyorum ki, bu eseri ortaya koyabilmek için günlerce çizim yapılmalı, geometriyi çok iyi bilmeli. Yani kısacası bir taş ustasının bu resmi çizmesine imkân yok. Benim tahminime göre, bu resimler mimari çizimlerdir. Yani bu tamamen statik hesaplara dayalı bir eserdir."

Niğde çan kulesi karşısı



Kaleden Niğde genel görünüm



Yıllar sonra aynı evde, aynı poz bir farkla...:))))
25 yıl sonra Günay ailesinin kızları, çocukları, torunları annane ve dedelerinin  evinde.......






55 yıl sonra gelin çıktıkları evdeler....



Niğde Rum mahallesi
Umarım bir an önce restore edilir ve turizme kazandırılır.


Niğde'de bir Rum evinin üzerinde ki kitabe aynen duruyor....tarih 1852....

Niğde'den ayrılıp Bor'a doğru yola çıktık....Daha Yeşilburç'a helva şenliğine yetişmemiz lazım....
Yeşil Bor'da (çünkü şimdiye kadar gezdiğimiz çoğu köyden daha yeşil...yeşil ve su insanı cezbediyor. Hayat veriyor.)  Aziz George (Doktorların piri) ya da Aya Yorgi kilisesinin önünde bizleri Sayın Necmi PİŞKİN, Emin SELAMOĞLU, Asım ÖZKAN, Erkan ÖZKAN, Erkan BAYSAL,Orhan PIRLAK karşıladı.

 

Kilise ile bilgileri; Araştırmacı-Yazar Emin SELAMOĞLU anlattı. Kilise diğerlerine göre nisbeten daha iyi, korunmuş durumda....Anladığım kadarıyla diğer kiliselerden daha iyi olmasının sebebi kurumlardan dolayı değil, Bor'un bilinçli insanlarından dolayı.....
 

Hayat ağacı


 
Bebek yüzlü melek tasviri...Burada hiç belli değil ama....Çok güzel....Bir an önce restore edilse ne güzel olur...
Kilise ziyaretimizden sonra bizleri yemyeşil bir parka götürdüler ve dört tepsi lezzetli mi lezzetli Rumeli börekleri ile diğer sevgili BOR'lu hemşehrilerimiz bizleri karşıladı.
 
 
 


Derneğimizin flamasını ve diğer hediyelerimizi Bor Balkan Türkleri Başkanı Sayın Abdullah ÖZDAMAR  ile  Türkiye Gazeteciler Federasyonu Onur Kurulu Üyesi  Sayın  Necmi PİŞKİN'e sunduk. Bizleri böyle içten karşıladıkları ve canla başla ağırladıkları için buradan  tekrar Sayın Emin Selamoğlu'na, Rıza Özkan, Abdullah Özdamar ve eşine, Pembe Aslan'a, Münevver Özkan'a, güzel  bir sofra duası yaptıran Nurten Pişkin'e  çok teşekkür ederiz.

 
Ardından toplu fotoğraf....Bor'dan hep beraber kalktık ve Yeşilburç'a doğru hareket ettik.


Gördüğünüz üzere Yeşilburç'a vardığımızda helva tenceresinin dibi gözükmüştü.....:))))
 

Yeşilburç köyü yemyeşil bir köy...Niğde ile neredeyse birleşmiş durumda...Mübadele de Yunanistan'ın Krifçe köyünden gelmişler. Kırmızı elmanın peşinde, yetiştiği yeri bulup yerleşmek için,  yürüye yürüye Yeşilburç'a kadar gelip yerleşmişler.  Geçen hafta Ezgi Sertel ile Lezzet Haritası'na konuk oldular ve mübadil yemeklerini tanıttılar. Çokk çalışkanlar...Köylerini tanıtmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
 
 
 
 
 

Toplu resim çektirmezsek olmazzz...Grup üyelerimizde alışmışlardı ama...hemen toplanı veriyorduk...:)))
Bu arada Yeşilburç'a geldiğimizde  sevgili Hasaköylü akrabalarım bizi karşıladılar. Umarım böyle organizasyonlar mübadil yerleşim yerleri arasında kaynaşmayı da arttıracak.
 
 
Yeşilburç'un eski kilisesi, şimdi ki camisi uçurumun kenarında...Uçurumun bittiği yerde bir dere var aheste aheste akıyor.



 
Yeşilburç köyünün çalışkan muhtarı Sayın Aydın KOYUNCU'ya hediyelerimiz sunduk. Ankara'ya dönmek üzere yola çıktık. Grubumuzdan birkaç fotoğraf ile sizlere hoşçakalın diyorum.....Başka gezilerde buluşmak üzere...
                                                       Sevgilerimle




BU BİR MÜBADELE HİKAYESİNİN ANLATILDIĞI RADYO HİKAYESİ

KOZANA HATIRALARI......

Selam Mübadil insanların fotoğraflarıyla birlikte bir mübadele hikayesi anlatımı burada....Bakalım kimlerle ortak hikayelerimiz var?...